2003
"Leb demeden leblebi ha." diye kaşlarıyla çırağının taşıdığı tepsiyi işaret etti. Bu kızı seviyordu. Öyle basite indiregenecek şekilde değil, gerçekten seviyordu. Herhalde göçmen kızı Sultan kendi kızı olsaydı, anca bu kadar sevebilirdi.
"Afiyet olsun." diye her zamanki güler yüzüyle yerine oturan Sultan tam kendi kahvesinden bir yudum almıştı ki bir bağırış sesi duyuldu. Fincanı yerine bırakıp ayaklanarak dükkanın bulunduğu alt kattan yukarı doğru parmak uçlarında durup etrafa bakınmaya başladı.
"Az önceden beri bu bilmem kaçıncı. Gör ki yine kim hır gür ediyor."
"Bir bakayım mı?" diye kendinden yana dönen çırağını başıyla işaret etti Sedef.
"Köşeden bir bak gel hemen."
Ustasını başıyla onaylayıp hızlıca merdivenleri çıktı Sultan. Bu kalabalığıyla ve kavgasıyla meşhur fakir mahallenin olayı bitmiyordu. Geleli çok olmamıştı ama, Sultan'da şimdiden bu duruma alışmıştı. Alışmayıpta ne yapacaktı?
Bundan sonra buralıydı. Hoş, oradan oraya git gel yapmaya alışık olan babası, burada ne kadar kalmaya gönüllü olurdu orası meçhul."Kız Sultan, çok güzel olmuşsun bu gün yine." diye seslendi mahallenin kadınlarından biri.
"Teşekkür ederim." diye sevecen bir tavırla gülümsedi Sultan. Hemen her gün aynı sözleri duymaya alışmıştı. İlk zamanlar öylesine söylediklerini düşünüyordu ama artık bu sözler onun için bir kaftandı.
O kadar alışmıştı ki Çinçin'in güzel göçmen kızı olmaya...Kahveye bakan köşeye geldiğinde adımları yavaşladı. Elini duvara koyup bakacağı sırada bağırışların arasından başka bir ses duydu.
"Gitme kuzum gitme, birbirlerini boğazlıyorlar yine."
Kendisine seslenen kadına tepkisizce bakarken bağırışlar git gide yükseliyordu. Duvara yaslı elinin tırnakları alçıya sürtünürken usulca bir adım daha atıp başını kahvehanenin sokağına uzatıverdi. Ki, aniden burnunun dibinde beliren yabancı bir yüzle yerinde sıçradı. Merakla öne attığı adımı şimdi geriye çekilmiş, duvarın alçısına sürtünen tırnağı çoktan yerinde derin bir iz bırakmıştı.
Karşısındaki yüzün yalnızca gözlerine odaklanan Sultan, burnundan akan koyu renkteki kanı henüz algılayabilmiş değildi.
Genç adam ise sesli bir şekilde verdiği soluğunu almayı unutmuş gibi bakıyor, gözlerini bir an olsun bu yeşillerden çekmiyordu. Bunca yolu gelirken, böylesi bir güzellikle karşılacağını hiç ummazdı.
Bir adım daha geriledi Sultan. Dudakları şaşkınlığın etkisiyle aralanırken gözlerini kırpamıyordu.
Yanacağı ateşe, hayran kalmak böyle bir şey olsa gerekti....
ŞUAN...
Sıçrayarak kendine geldi Sultan. Başını kaldırdığında Çağla tepesinde dikilmiş bir şey söylemesini bekliyordu.
Eskiler gözünün önünden buhar olup uçarken sokağın ilerisinde başına topladığı gençlerle oturmuş hesap kitap yapan Kürşat da merakla kendisini izliyordu.
Sahi ne kadardır dalıp eskilere gitmişti?"İyi misin abla?" diye sordu Çağla. Bir an için durup gözlerini kırpıştıran Sultan göz kapaklarını indirip elini burun kemiğine koyarak bekledi.
Kürşat genç kadının bu hareketiyle biraz daha meraklanırken çevresinde gürültüyle konuşup gülüşen gençleri duymuyordu. Canını sıkan bir durum olup olmadığını düşünürken:"İyiyim iyiyim." diyerek yerinden kalktı Sultan.
"Ne oldu, bir şey mi söyleyecektin?"
"E müşteri geldi, seni bekliyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR KADIN SEVDİM
General FictionDİKKAT! SABIRLA OKUNMASI GEREKİR! Durdu. Derince bir nefes alıp derin sulardan aldığı yeşil gözlerini karşısındaki adama dikerek söylendi. "Benim ateşim seni ısıtmaz." Sözleri başka konuşurken, gözleri başka konuşuyordu. Gözlerini bir an bile bu...