on dört

2.3K 205 210
                                    

Yollar biter,
Aşklar biter,
Hayat biter,
Vedalar ancak güzel yürekleri acıtır.

Boynuma saplanan ağrı ile yüzümü buruşturdum, elim boynuma giderken gözlerimi aralamak için kendimle büyük bir savaşa girdim. Deli gibi uykum vardı ama yattığım yerin rahatsızlığı uyumama izin vermiyordu. Gözlerimin buğusunu silmek için bir kaç kez kırpıştırırken ellerimi yumruk yapıp gözlerimi ovdum. Görüş açım netleşirken dikkatimi ön camdan yağan yağmur çekti.

Başımı sol tarafa yerleştirirken karanlıkta parlak yeşil gözler görmemle yerimde sıçradım. Korkuyla içimi çekip elimi göğsüme yasladım. Başını, yasladığı araba başlığından kaldırıp yüzünü bana yaklaştırdı. "Dur, sakin ol, benim."

Yumuşak ve sakin sesini duyunca biraz daha rahatladım. Anın verdiği gerginlikle şiştiğine emin olduğum gözlerim etrafta gezindi. Karanlıkta anlayabildiğim tek şey evimin önünde olduğumuzdu. Aklıma gelen gerçekle gözlerim büyüdü.

Ben uyuduğumda öğlendi!

Her hareketimi aklına kazımak ister gibi beni inceleyen adama döndüm. "Ben kaç saattir uyuyorum?" Direksiyonun karşısındaki, hız sınırının altında yazan saate baktı. "Yaklaşık 7 saattir." Ağzımdan bir şaşkınlık nidası koptu. "Ben normalde bile 5 saat uyurum. Keşke uyandırsaydın." Gülüşü tebessüme döndü ve bir süre sonra yok oldu. Yüzüme iç çekerek baktı. "Bir kaç kere çağırdım aslında ama çok gü- yani çok derin uyuyordun."

İçimde öyle bir his vardı ki; arabadan dışarı çıkıp dakikalarca çığlık atmak istiyordum, hem ağlamak hem de deli gibi gülmek istiyordum, evet kesinlikle sıyırmıştım! Uykudan kolumu kaldıracak halim yoktu ama çığlık atmak istiyordum. Tuhaf.

"O zaman ben gide-" elimi kapı koluna koyarken sözümü kesen telefonun çalmasıydı. Eline alıp arayana baktı ve vakit kaybetmeden açıp kulağına yasladı. Bana eliyle bir dakika işareti yaptı. "Geldiler mi? Tamam. Geliyoruz." Bir süre karşı tarafı dinleyip telefonu kulağından indirdi. "Saat henüz erken, izin verirsen seni bir yere götürebilir miyim?"

"Nereye?" Aslında bir kaç saniye olsa da bana dakikarca gelen bir süreden sonra konuştu. "Sürpriz." Kaşlarım havaya kalkarken yüzüne bakmaya devam ettim. Söylememekte kararlı olduğunu farketmemle ben pes ettim ve başımı salladım. Onayladığımı görünce vakit kaybetmeden arabayı çalıştırıp bana kısa bir bakış atıp ilerlemeye başladı.

Sonunda otel gibi bir yerde durdu araba. Arabadan indik, "Nereye geldik?" diye sordum, karşımdaki büyük binayı incelerken. Sorumu cevapsız bırakarak içeri girdi. Arkasından gözlerim oteli inceleyerek içeri girdim. Fazlasıyla büyüktü ama çok gösterişli değildi. Bir kat çıktıktan sonra otelin restoranı olduğunu düşündüğüm bir yere girdi. Tuhaf olan her yer bomboştu.

Aslında kış ayında kimsenin gelmek istemeyeceğini düşününce pekte sorgulamaya gerek yoktu. İçeri girerken boydan camlardan gelen ferahlıkla biraz olsun rahatladım. Gözlerim masaları gezdi teker teker. Evet her yer boştu, bir masa hariç...

Zaman kavramının yitirildiği vakitte ne kadar süre geçtiğini bilmeden, gözlerimi dike dike masaya baktım. Teker teker, hepsinde dolaştı gözlerim. Onun, siyah gözleriyle çarpıştı gözlerim. Önce yüzündeki gülüş soldu yavaş yavaş. İçim titredi, belli etmedim. Sadece baktım.

Giderek bakışlarımın tuhaflaştığının farkındaydım. Engel olamıyordum kendime.

Gözlerimi kısa bir an kapattım ve tekrar geri açtım. Niye gitmemişti? Gitmesi gerekiyordu. Beynimin içinin boşaldığını hissediyordum. Boşaldıkça rahatlıyordum. İyi bir şey miydi peki bu?

Sana Nerden Rastladım?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin