dört

3.6K 271 211
                                    

Herkes ölecek, her ne kadar herkes yaşayamasa da...

Şırıngayı çöpe atıp pamuğu kolundan çektim ve küçük bantı koluna yapıştırdım. Yanımdaki lolipop kutusundan çilekli olanı alıp karşımdaki miniğe uzattım. "Al bakalım prenses, bu senin."

Tam ısırmalık mavi gözleri kocaman olurken yüzünde tatlı bir gülümseme yer edindi. Elimdeki lolipopu alırken teşekkür etti. Siyah saçlarını okşadım ve geçmiş olsun dileyip odadan çıktım, hemen yan taraftaki asansöre binerken gözlerim kat sayılarına kaydı.

Yirmi dördüncü kata basıp karşımdaki aynadan kendimi süzdüm. Mavi, yukarı toplanmış hastane önlüğümü aşağı çekiştirdim. Ensemde topladığım saçlarımdan özgürlüğünü ilan eden bir kaç tutamı kulağımın arkasına sıkıştırıp kısa sürede açılan kapıdan çıktım. Gözlerimi bir kaç kez kapatıp açtım ve kendime gelmeye çalıştım, hastane çok yoğundu bugün.

Gözümün önüne gelen küçük bir karaltıdan sonra yorgunluğumu unutmaya çalıştım. Kafam kazan gibiydi aynı.

Küçük bir sesle kapı açılırken kat danışmanının yanına gittim. Geldiğimi fark etmesiyle bir kaç saniye dosyalara göz atıp birini çekip bana uzattı. "1879. Oda, hastanın dört gün boyunca, günlük iki tane aşısı olacak. Simge ve sen de." Bir kaç dakika Simge'nin gelmesini bekledim. Onun da gelmesiyle danışmadan ayrılıp odaya girmek için koridordan döndük. Kısa sürede koridoru aşıp odaya girerken gözlerim sedyeye oturmuş adamı ve yanındaki doktoru buldu.

Beynimde siren sesleri çalmaya başlarken bu kadar kısa sürede onu göreceğimi asla tahmin etmiyordum. Gözlerim aceleyle vücudunu inceledi. Siyah ince kazağının kollarını sıyırmış, sedyede oturuyordu. Gözlerinin bana dönmesiyle ne olduğunu anlayamadan gözlerimi kaçırdım. Doktor, hasta ilişkisinden çok, iki yakın arkadaş gibi sohbet ediyorlardı. "Heh, hemşirelerimiz de geldi, geçmiş olsun sonra görüşelim mutlaka." Gözleri kısaca üzerimde gezinip diğer doktora döndü. Benim aksima son derece sakin ve şaşırmamışa benziyordu. Doktor çıkınca odada sadece üçümüz kaldık. Bir kaç dakikalık anlamsız zeminle bakışmamdan sonra kendime gelmeye çalıştım. Derin bir nefes al, sen doktorsun o hasta. Kendine gel.

"Geçmiş olsun. Grip aşısı olacakmışsınız. Herhangi bir şeye alerjiniz var mı?"

"Yumurta ve karabibere var." Yüzüne bakmamak için üstün bir çaba sarf ederken artık dayanamadım ve kafamı kaldırıp yüzüne baktım, bedeni biraz bitkindi sanki. Yeşil gözlerinin etrafı hafif kızarmıştı ama hâlâ o sert duruşundan ödün vermemişti.

"PCR testi yaptırdınız mı?" Başını salladı. Daha fazla bakışlarına dayanamayıp gözlerimi çektim.

"Simge, influenza aşısı hazırla." Başını sallayıp dolaptan aşıyı çıkarırken dosyayı kenara bırakıp tekerlekli sandalyeye oturdum. Eldivenlerimi giyip yatağın kenarından tutup kendimi, daha adını bilmediğim ama tuhaf bir şekilde kalbimi hızlandıran adama yaklaştırdım.

"Kolunuzu uzatabilir misiniz?" Sesim biraz kısık çıkmıştı. Pamuğun üzerine biraz izopropil alkol döküp aşı olunacak yeri güzelce temizledim. Eldivenin üstünden bile,  parmak uçlarımın karıncalandığını hissediyordum. "Aşı hazır mı?"

İlacı ve şırıngayı elime tutuşturdu. Küçük delikten iğneyi sokup ilacı şırıngaya aktardım. Ellerim titriyordu. O aklımı sürekli karıştıran yeşil gözleri üzerimde olmasa belki biraz daha kolay yapabilirdim işimi.

Kolunu tekrar tutup kendime yaklaştırırken, "İğneye fobiniz var mı?" Diye yüzüne bakmadan konuştum. Bakarsam iğneyi nereye yapacağımı bile unutabilirdim.

"Yok." Başımı sallayıp tekrar işime döndüm. Aceleyle şırıngayı tenine geçirip içindeki ilacı koluna enjekte ettim, şırıngadaki ilaç biterken canı acımasın diye yavaşça çekip pamuğu koluna bastırdım. "Bunu böyle tutun lütfen." Ellerimiz çarpışmasın diye parmaklarımı pamuğun en uç kısmına getirdim. Masadan yara bandını alıp pamuğu kolundan çekerken iğne yaptığım yere yapıştırdım.

Sandelyemi geriye itip ayağa kalktım. Uzaklaşmanın verdiği rahatlıkla derin bir nefes alıp şırıngayı ve eldivenlerimi çöpe attım. "Aşı yerinizde şişkinlik, ağrı veya kızarıklık olabilir. Kaşınırsa, kaşımadan tekrar hastaneye gelin. Yara bandını en az bir saat sonra çıkarın. Üç gün daha gelmeniz gerekiyor. Ben olmayacağım ama diğer arkadaşlar yardımcı olacaktır. Geçmiş olsun."

Odadan çıkmayı düşünürken, "Teşekkür ederim ama aynı hemşirenin yapması daha güvenli olacaktır diye biliyorum." Diyerek koluna kısa bir bakış atıp yerinden kalktı. "Doğru biliyorsunuz, ama ben stajyerim haftanın iki gün buradayım yani. Ayrıca aynı hemşirenin yapması yanlış bir ilaç aktarımı olursa şahsı şikayet etmek için ben size grip aşısı yaptım, eminim. Endişelenmenizi gerektirecek bir durumun olduğunu sanmıyorum." Tek kaşını kaldırıp dudaklarını kıvırdı. Böyle aşırı karizmatik göründüğünün farkında mıydı acaba?

"Pekâlâ, teşekkür ederim."

Başımı onaylar anlamda salladım. Odadan çıkmak için hareketlenirken hızlıca açılan kapıyla şaşkınca kapıya baktım. Nisa? Kısa bir bakışmadan sonra utançla saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Ne bu yeni gelin tavırları?

"İşiniz bittiyse, bir dakika gelebilir misin?" Bu tavırlar hiç hayra alamet değildi ya... Hayırlısı. Yanımdaki adama döndüm. "Geçmiş olsun." Cevap vermesini beklemeden Nisa'yı da alıp dışarı çıktım. Tam ne olduğunu soracakken izin vermeden bu sefer o benim kolumdan tutup personel odasına soktu.

Karşılıklı koltuklarda kızlar oturmuş gülerek konuşuyorlardı. " Ay ay Rumeysa gel."

"Daha öğle arasına bir saat var, n'oluyor?" Kolumdan çekip kanepeye oturtturdular. "O adamı muayene ederken konuştunuz mu? Kaç yaşındaymış?" Boş boş Fatmanur'a baktım. "Elin adamıyla ne konuşayım Allah aşkına. Bunun için mi çağırdınız beni?"

"Ne bileyim, böyle sen aşıyı yaparken elleriniz çarpışmıştır. Bakışmışsınızdır, böyle bir elektrik geçişi olmuştur. Senden ona, ondan sana. Ya da sürekli sana bakmıştır falan off hiç mi bir şey olmadı?"

Elektrik santrali değiliz demek istesem de dudaklarımı birbirine bastırıp susmayı tercih ettim.

Normal bir hastayı niye bu kadar abartmışlardı? Tamam benim için normal olmayabilirdi ama onlara neydi yani?

"Kızlar, ben hemşireyim o hasta, her gelen hastamla bakışmıyorum. Niye bu kadar abarttınız?" Bıkkınca bana baktılar. "Bizim üniversitenin yeni akademisyeniymiş. Dün okula gittim o zaman gördüm. Yeni işe başlamış. İstanbul Üniversitesi eczacılık fakültesi mezunuymuş. Yaşını tam öğrenemedim. Ama aşırı karizmatik. Kızlar bakın, bu adamı birimiz avlamalıyız tamam mı?"

Harika (!) bir öğretmenim olmadığı kalmıştı. Ayrıca avlamalıyız mı? Kendimi belgeselde avın peşinde koşan dört kurttan biri olarak hayal etmiştim.

Sen bu kurtlar sofrasından, çıkamazsan ona yanarım Rüm!

"Yok artık Fatmanur, ne bu adam dağlarda seken ceylan mı, su da yüzen balık mı, yayla da öten keklik mi, orman da koşan geyik mi, ne bu adam da avlayalım? Tövbe yarabbim. Elin adamından size ne be?" Sesimi yükseltip ellerimi sinirle havada yumruk yaptım.

"Ha, seni ilgilendiriyor da bizi ilgilendirmiyor yani. Hem ne var? Masum kız ayaklarına yatma. Aynı filmlerdeki aşklardan olur işte." Gözlerimi sinirle yumdum ve dişlerimi sıktım. Üzerine atlayıp yolmak istiyordum. Sakinim sakin...

"Masum kız ayaklarına yatmıyorum canım. Hastanede hastamız okulda öğretmenimiz olan bir adama senin gibi sulanmıyorum sadece. Senin aksine, nerede duracağımı biliyorum ben." Gözlerine bakarken gözlerimi devirip ayağa kalktım. Ve odadan çıktım, kapıyı kapatmadan önce son sözleri dikkatimi çekti.

"Adı neymiş Fatmanur?"

"Ali Tekiner'miş."

Selamünaleyküüüüm, nasılsınız?

Çoğunluğun birinci kapak demesiyle düzenleyip tekrar onu yaptım. Hayatım o kadar boş ki, bölüm atmadan duramıyorum zmkejxmeodjms

Neyse hayırlı geceler ♡

Sana Nerden Rastladım?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin