yirmi bir

2.1K 191 122
                                    

Sen söyleme ben anlarım
Ah bakışları hayatımın nakaratı
Ah avazım çıkar da gelir gözyaşlarım
Elimden kayıp gider, bak en güzel yaşlarım

***

"Things are going yo be okay. Maybe not today and maybe not tomorrow but eventually it will all be okay." Ekrana bakmaktan ağrıyan, yorgun gözlerimi bir kaç kez kırpıştırıp önümdeki çaydan bir yudum daha aldım. Bardaktan uzaklaşan ellerim klavyenin üzerinde harekete geçti. "Her şey güzel olacak. Belki bugün değil ve belki yarın da değil ama en sonunda güzel olacak."

Son cümleyi de yazmamla hızlıca arkama yaslandım ve yerimde genleştim. Yazdığım satırları büyük özenle kaydettim ve bilgiyasarı kapanmaya bıraktım. Çok şükür ki, işe başlayabilmiştim. Bir haftadır buradaydım ve hemen uyum sağlamıştım.

Telefonumun yan tarafına basıp saate baktım. 19.20

Oturmaktan uyuşan bacaklarımı zorlayıp ayaklandım. Montumu ve çantamı da alıp kitap evinden ayrıldım, hızlı adımlarla. Ali ile neredeyse üç gündür görüşmüyorduk, çünkü ikimizde yoğun bir hafta geçiriyorduk. Haftasonu zaten piknik yapacaktık ve bugün perşembeydi. İki gün daha sabredebilirdim bence.

Yaklaşık yarım saat sonra evimin önünde olurken kapının önündeki siyah arabaya baktım. Kaşlarım istemsiz havalandı. Bunun burda ne işi vardı peki?

Arabanın içinde kimin olduğunu biliyordum.
34 TLY 1543
Tülay Tekiner.

Adımlarım benden habersiz yavaşladı. Ön kapıdan siyah giyinimli bir adam çıkarken hemen arka kapıyı açıp dimdik durdu. Arabanın içinden o kadın çıkarken aramızdaki mesafeyi kapatıp karşıma geçmesi bir iki dakikasını almıştı. "Merhaba, Rumeysa. Ben Ali'nin annesi Tülay. Hatırlamışsındır belki." Başımı onayladım ve konuşurken uzattığı eli sıktım. "Seninle konuşmayı isterim, müsaitsen." Diye ekledi.

Gözlerim yüzünü süzdü. Küçük bir gülümsemesi vardı yüzünde ve o güne tezat samimiydi hareketlerinde. Kendime geldim ve bir an önce başımı salladım. "Tabii Tülay hanım, buyurun yukarı çıkalım." Cevabını beklemeden önden kapıyı açıp geçmesini bekledim. Daha sonra da asansöre binip kendi dairemin olduğu katın düğmesine bastım.

Benimle konuşacaktı?

Daha doğrusu ne konuşacaktı?

Bir dizi klişesi yapmayacaktık değil mi, bana oğlumdan uzak dur falan demeyecekti?

Asansörün kapıları iki yana açılınca hemen çıkıp çantamdaki anahtarla kapımı açtım. Ayakkabılarımı kenara çıkarıp içeri girdim ve arkamı döndüm. Tülay hanım da eğilip topuklu botlarını çıkarıyordu. Kısa bir an utandığımı hissetsem de saçma olacağını düşünüp boşvermeyi tercih ettim. Her zaman düzenli duran evime bakıp bi kez daha kendi kendimi tebrik ettim.

O da içeri girince elimle küçük salonumu işaret ettim. "Oturun lütfen. Ne içersiniz?" Elindeki çantayı bırakıp üzerindeki uzun kabanından kurtuldu ve askılığa astı, salona geçerken "kahve olabilir." diye konuştu. Kafamı hızlıca sallayıp Amerikan mutfağın arka tarafına geçtim. Suyu kaynamaya bırakırken perdeleri açıp içerinin aydınlanmasını sağladım.

Hâlâ deli gibi ne konuşacağını düşünüyordum ama kadın oturmuş sadece beni izliyordu.

Hayırdır, oğluna mı alacaksın, teyzecim?

Kaynayan suyun altını kapatıp kahve döktüğüm iki kupaya sıcak suyu boşalttım. "Şeker kullanıyor musunuz?" Kafasını salladı. Tepsiye şeker de koydum ve ortadaki masaya bıraktım. "Afiyet olsun, sizi dinliyorum Tülay hanım."

Kahvesinden küçük bir yudum alıp dudaklarını ıslattı. Kendinden emin duruşundan taviz vermese de küçük bir mahçupluk vardı yüzünde. "Ellerine sağlık, ben senden bir şey isteyeceğim Rumeysacığım."

Kaşlarım istemsiz havalandı. Böyle bir kadına benim nasıl bir yardımım dokunabilirdi ki?

"Ali..." Oğlunun adı dudaklarından döküldüğü an yutkundu ve önündeki kahveyi tekrar avuçları arasına aldı. "Ali'yi babası ve benimle barıştırabilir misin?" Olduğum yerde gerilirken ne yapacağımı, diyeceğimi, kestiremedim. Onun ailesine karşı içindeki nefreti yıkmayı benim gücüm yetmezdi. Buna kalkışmak bile onun ve benim aramda soğuk rüzgarlar esmesine yol açabilirdi. Peki bunu göze alabilir miydim?

Hiç sanmıyorum.

"Bakın, Ali'nin sizinle barışmasını çok isterim. Ama bunu yapmaya benim gücüm yetmez ki, bu konu onun geçmişiyle alakalı ama ben onun geleceğiyim." Umutlu yüz ifadesi yavaş yavaş solarken gerçekten yüzündeki pişmanlığı görüyordum. Bir deli cesaretiyle uzanıp elini tuttum. "Pişmanlığınızı görebiliyorum Tülay hanım. Ama Ali'nin size olan nefreti geçse bile kırgınlığı hiçbir zaman geçmeyecek."

Hafif dolmuş gözleriyle bana baktı. "Biliyorum ama aklım başıma geldi ve en azından bundan sonrası için bir şeyler yapmak istiyorum. Rumeysa, oğlumun sana bakışlarından belli sana karşı hissettikleri." Tamam, bu biraz utandırmıştı. "Senden isteğim sadece bir akşam yemeği. Onu bu yemeğe getirebilirsen sana minnettar olurum ama getiremezsen de anlarım." Kafamda kurduğum senaryolar beni ele geçirirken kesin bir şey söyleyemeyeceğime adım gibi emindim. Bu da onu anlamış olacak ki kahvesinden son bir yudum alıp ayağa kalktı.

"Yarın akşam, bekleyeceğim. Ama dediğim gibi gelemezseniz seni asla suçlamam. Geçmişte yaptığım hataların faturasını sana kesemem." Parmakları hızla gözlerini sildi. Bacaklarıma söz geçirip ben de oturduğum yerden kalktım. "Görüşmek üzere."

Sadece kafa sallayabildim. Yerimde hareketsizce dururken o kapıdan çıkıp gitti. Oturduğum yere tekrar çökerken Tülay hanımın sözleri kafamda dönüp duruyordu.

Düşündükçe daha da çıkmaza girerken oflayarak kalktım yerimden. Benim gibi kararsız birisinin böyle bir ikilemde kalması felaketti. Ailesiyle barışsın istiyordum, gözlerindeki kırgınlığı ben geçiremiyordum, onların açtıkları yaraları ben kapatamıyordum çünkü. Ama bu işe kalkışırsam onu kaybedebilirdim.

Sinir bozucu sessizliği bölen zilin sesi olurken kimin geldiğini çoktan anlamıştım. İstemsizce gülümserken iki adım da kapıyı açtım ve içimi ısıtan gülüşüne baktım. "Hoşgeldiiin." diyerek kollarımı açıp başımı göğsüne yasladım.

Bir elini saçlarımın üstünden başıma koyarken diğerini sırtıma koydu. "Hoşbuldum güzelim." Kapının ağzında durduğumuzu farkedince istemeyerek kollarımı çekip içeri aldım. "Çay içer misin?" Kolumu tutup koltuğa oturdu. Doğal olarak ben de yanına oturdum. "Boşver çayı ben seni özledim." Bacaklarını kanepenin diğer tarafına uzatıp başını dizlerime koydu.

İyice rahat bir konuma gelirken elimi uzatıp saçlarını okşadım. Tülay hanımın sözleri aklıma düştü ve istemsizce yüzümdeki gülümseme soldu. İçimde ki cesaret onu görünce buhar olmuştu ve en iyisi sormamaktı. Akışına bırakmak en iyisiydi değil mi? Evet evet, öyleydi. Bir yandan vicdan azabı çekerken bir yandan da onu kaybetme korkusu bir virüs gibi büyüdü içimde.

Daldığım yerden saçlarının arasındaki elimi kavramasıyla çıktım. Dudaklarına götürüp öyle durdu. "Bir şey soracağım." Gözlerini hiç açmadan elimin içindeki eliyle duruyordu. "Buraya gelirken apartmandan annemin çıktığını gördüm." Boğazıma koskoca yumru oturdu. Görmesi iyi bir şey miydi, kötü mü, karar veremedim. Kapalı gözleri aralanırken merak ve biraz da mesafeli gözlerine baktım.

"Burada mıydı?"

***

Selamün aleyküm, en son 19 Eylül'de bölüm atmışım, utandım...

Bir hafta boyunca evdeydim ama hastalıktan gözümü açamadığımdan tek kelime yazamadım.

Önümüzdeki hafta sınav haftam bu haftayı atlatabilirsem hem Kahve'ye hem Sana Nerden Rastladım'a bölüm atarım inşallah.

Siz nasılsınız? Bir buçuk yıl sonra okul nasıl gidiyor?

Ay neyse çok konuştum Allah'a emanetsiniz ♥️

Sana Nerden Rastladım?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin