İyi ki doğdun sekiz yaşındaki Gürkan.
7 ekim, 2013.
Otuz bir günün ne kadarına dayanabilirim? Gerçekten bilmiyorum Mera. Üç saat sonra kafamı kendi ellerimle kesmeyeceğimi bilmiyorum. Kanımı görmeye dayanabilir miyim bilmiyorum. Sensiz geçen her günümde öyle hissizleşiyorum ki, öyle kötü bir durumla baş başayım ki. Senin suçun değil, benim suçum değil, onun suçu değil, diğerinin değil... Suç kimin? Benim kendimi öldürmek istemem kimin suçu? Şeytanın suçu mu? Benim zihnimdeki şeytanın mı? Ben kimim? Bal? Enes. Kulağımda sebepsiz bir çınlama var. Sol kulağımda çınlama, sağ bileğimde ağrı, sol gözümde kan toplanması. Boğazımda dün gece içtiğim kaynar sudan kaynaklanan bir yanık. Tırnak etlerim narın suyundan kızarık. Kan gibi hisettiriyor neredeyse hiç gün ışığı girmeyen holde.
Tırnaklarımı kesmedim biliyor musun, uzadılar. Dışarıda biri görür mü diye düşünmüyorum çünkü. Dışarı çıkmıyorum. Enes'i tanıyan biriyle karşılaşırsam onun gözüne tanıdık gelmek istemiyorum. "Ben seni bir yerden tanıyorum ama..." denilmesini istemiyorum. Ben sadece bu küçük evde çürüyüp gitmeyi bekliyorum ve bu canımı yakıyor. Kurtulmak için seçtiğim yöntem kalbimi sıkıyor. Böyle ölmeyi hak etmedim diyorum, tek kurtuluşun bu olduğu bir hayatı yaşamayı haketmedim. Ben bu değilim. Her şeyden önce ben Enes değilim ki. Ben Enesi tanımıyorum. Enes de kendini tanıyamıyordu. Enesi sen bile tanımıyordun Mera, o yaşamıyordu çünkü. Şimdi ben ölmek istiyorum. Bal, ölmek istiyor. Ama Enes hiç yaşamadı zaten.
Bal
.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kırık ekim rakamları
General Fictionserin sokakların sonunda hep bir kaybediş var. sevdiğim öykülerin yazarları acı içinde. kadınların gözleri ağlamaktan güzelleşmiş. ekim ayının izmarit kokan kaldırımlarında, hala sayılar yazılı. sevgili mera, ellerimden tutman için kalan birkaç gün...