15 ekim, 2013
Bugün için kendimi hazırladım. Kan akıttım, ruhumu temizledim, bileklerimi sardım. Lenslerim yerine gözlük taktım. Ayak bileğime saçma bir şans ipi bile bağladım. Hatırladığımdan daha kasvetli olan sokaklardan tekrar yürüdüm. Mezarların arasında dolaştım, kendim için bir yer aradım. Bugün dışarı çıktım, tekrar. Ama bu sefer balkonumun altındaki köpeğe bakıcılık yapmakla kalmadım. Ve elma şekeri yedim biliyor musun? Yüzüm gözüm kırmızı oldu, yapış yapış ellerimi yıkayabilmek için bir lavabo aradım. Ama değdi, çünkü haftalardır ağzıma giren en büyük öğünüm buydu... Kötü haber; bittikten beş dakika sonra kustum.
Pars'ın yanına gittim. Mezar dediğimde anladığını biliyorum ama bunu kendim kabullenip parmaklarıma izin vermem gerekiyordu yazması için. Toprağını kokladım, çiçekler ektim, ilk suyunu verdim. Benden sonra suyunu verecek kimse olmasa bile, koskoca kimsesizler mezarlığının bir köşesinde menekşeler olsun istedim. Aldatıldım. Çok üzüldüm, çok sinirlendim ve çok kızdım kendime. Ama öyle değer vermiştim ki ona, yıllar önce mezarını görüp dehşete düştüğümü hatırlarsın. Adının ve soyadının üzerinde öyle bilinçsizce dolaşmıştı bakışlarım, toprağına dalan ellerimden kurtulmak için kaçıp uzaklaşmıştı ruhunun kalan parçaları. Şimdi onu tekrar görebilmek o kadar da yoksun hissettirmedi. Beni yargılamayan üç beş insandan birinin toprak altında olması çok acıttı ve hala duygularımın olduğunun farkına vardım. Neyse ne, bana hissettirdiği için yanına gitmek istiyorum. Etrafında bir sürü boş yer var.
Bal
15 Ekim, 2013.
Orta yaşlarındaki kadın ellerini sert dokulu havluyla kuruturken sihirli bir şarkı mırıldandı. Kafesinin güzel aurası sevimlice güne sırıtıyor ve kasvetli havanın aksine, bulutlara güneş olmak ister gibi ışıldıyordu. O sırada kafenin hemen yanındaki dik yokuştan inen Bal, kirpiklerini kırpıştırarak kafede gezdirdi sevimsiz bakışlarını. Eskiden var olan plakçıyı görememesi yüzünü düşürmesine neden oldu, ardından kendi etrafındaki kara halkayı da peşinden sürükleyip kafenin önünden hızlı adımlarla geçerek kalabalığa doğru ilerledi. Kollarına esen nemli rüzgarı ciğerlerine çekerek gözlerini kapattı. Gözlerinin önünde insan olmaması ona iyi hissettirdi, dakikalar birbirini kovalarken omzuna çarparak ince bedenini savuran adam sayesinde açtı gözlerini. Adam ona dönmeden kısa, memnuniyetsiz bir özür mırıldandı ve kalabalığın arasında kayboldu. Bal omuzundan düşen poşete eğilip içindekileri kontrol etti. Çiçeklerin hala sağlam olduğunu görünce derin bir nefes verdi ve poşeti tekrar omzuna asıp yolun kenarına adımladı.
Ona doğru gelen sarı aracı gördüğünde korkuyla elini öne uzattı. Taksi önünde durmadan hemen önce eteğini uçuracak bir rüzgar yarattı. Bal avucuyla eteğini tutup arka kapıyı açtı. Aractaki temiz çiçek kokusu midesini bulandırırken gideceği yeri şöföre söyledi ve poşediyle çantasını kucağına alıp iyice kapıya yaklaştı. Camı tamamen açtıktan sonra ciğerlerine İstanbul'un küflü havasını çekti. Kuru dudaklarını diliyle ıslattıktan sonra yoldaki arabaları saymaya başladı.
Bir, kırmızı üstü açık İtalyan arabası. İki koltuklu araçta sadece sürücü var, yanındaki koltuğa küçük baget çantasını koymuş, saçlarını açık bırakmış, gözüne ağır bir gözlük geçirmiş. Bal hiçbi zaman bilemeyecek olsa da, ona ortaokulda zorbalık yapan sınıf arkadaşlarından biri. Şimdi yan koltuğuna sadece kız arkadaşını oturtan, lezbiyen, İstanbul ve Paris arasında gidip gelen moda tasarımcısı. Aklına Bal gelmiyor bile ya da ortaokulda birine lgbtq bireyi diye zorbalık yaptığını hatırlamıyor. Bal, kadının arabasını incelemeyi bıraktığında gözüne çarpan diğer bir arabaya gözlerini dikiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kırık ekim rakamları
General Fictionserin sokakların sonunda hep bir kaybediş var. sevdiğim öykülerin yazarları acı içinde. kadınların gözleri ağlamaktan güzelleşmiş. ekim ayının izmarit kokan kaldırımlarında, hala sayılar yazılı. sevgili mera, ellerimden tutman için kalan birkaç gün...