son ekim, 2013.
Yürümek için onlarca yola sahiptim, ailemin ben doğar doğmaz önüme sunduğu milyonlarca imkan vardı, dediklerine göre zeki ve yakışıklı bir oğlan çocuğuydum ama bir sorunumuz vardı, ben hiçbir zaman oğlan çocuğu olmak istemedim. Hiçbir zaman ailemin on sekizime bastığım an alabileceği arabayı istemedim, hazırda bir iş ya da güzel bir eş. İstediğim özgürlüktü, ailemin benim isteyebileceğimi asla düşünmediği tek şey. Ben bana verilen imkanlarla birlikte omuzuma yüklenen sorumluluklar da olacağını biliyordum ve hiçbir zaman sorumluluk sahibi biri olmadım. Sorumluluk sahibi olmak istemedim bile.
Ablam, kan bağım için üzülmeyeceğim tek insan, elime verilen imkanları yerlere döktüm diye benden nefret etti. Çünkü bu imkanların hiçbiri ona verilmemişti, yere dökecek bir şeye sahip değildi, doğar doğmaz zeki olduğu söylenmemiş, zeki olduğunu kanıtlamak zorunda kalmıştı ama yine de okuyamazdı. İstanbul'un önde gelen ailelerinden birinin büyük ve tek kızıydı ama dizini kırıp evinde kahve yapmayı öğrenirdi. O böyle büyüdü. Ben hep onun yerinde olmak istedim ama çocukluğumda dizini kırmasının nedenini bilmiyordum. O bacak arasında gururunu taşıyordu. Benden daha çok sorumluluğu ve acısı vardı. Kahvenin köpüksüz olması yüzünden o dayak yerdi ama yaptığı kahveyi ben içerdim.
Ta ki ailem tüm parasını kaybedene kadar. Normal bir apartman dairesine taşındığımızda ve hizmetlileri gittiğinde havada uçusan toz tanesi bile gözlerine batıyordu, ben mi batmayacaktım? Battım. O zamana kadar inandığım tüm şeyler yerle bir oldu, babam kendini dinine adadı ama hiçbir tanrı yedi yaşındaki çocuğa vurmayı emretmezdi.
Yaşamak üzere çıktığım yoldaki tüm kurumuş gül dikenleri kollarıma battı ama belki tazesini görürüm diye yolun sonuna kadar yürüdüm. Seni buldum. Sen acıtsan dahi güzel kokardın, kuruyana kadar kokardın. Senden reçel de olurdu, gübre de. Sen her şeye cuk otururdun. Ömrümün ortasınsaki kayıp yapboz parcasının yerine oturduğun gibi.
Sen hiç gitme diye parçanı yapbozuma yapışrımaya çalıştım ama sen elimden kayıp gittin, aynı anda topladığım tüm parçalar da ayrı yerlere dağıldı. Ben, dağıldım. Sen, başka bir yapboza uymak için gittin, kim seni kabul etmezdi ki?
Yirmi beş yıldır topladığım tüm yapboz parçaları yavaş yavaş kaybolduğunda ve bana benden bir şey kalmadığında bu defteri yazmaya başladım. Elimde olan tek şey umuttu, sen dönersen kaybolan yapboz parçalarım da seninle gelir sandım ama öyle olmayacak. Öyle olmayacağını hepimiz biliyoruz.
Ben yaşadığım dünyaya mecburum, herkes yaşadığı dünyaya mecbur. Kimilerimiz dünyasını kendi kurmaya çalışır, başarır ve mutlu olur ama aslında hepimizin olduğu dünyada küçücük bir alanı kendisi için değiştirmiştir. Evin dışı, en büyük korkumuza dönüşür. Konfor alanımızın dışına çıktığımız an ölecek gibi oluruz, her göz bize bakıyormuş, her bakan yargılıyormuş gibi hissederiz.
Kendi ölümümü en çok ben yazdım. Elimdeki kırmızı kalemle, bu deftere. Kimsenin kendini suçlamasına ihtiyacım yok, ben istediğim şeyler uğruna ölüyorum, ben bu dünyaya boyun eğmiyorum.
Duyulmak, insanların aklına düşmek istemiyorum. Üç gün düşünülüp dördüncü günde kaybolmak istemiyorum, yaşayamadığım bir imkana öldükten sonra sahip olmak istemiyorum bu yüzden, lütfen bu defteri gizli tut, sana kalsın.
Bu zamana kadar elimi attığım her şey kırıldı, ne okuduysam yanlış, ne söylediysem saçmaydı. Kimse ne için bağordığımı ya da ne için ağladığımı umursamadı ve felsefe hocamın dolabında çürüyen yaşam amacım gibi bu defter de çürüyecek çünkü aralarında pek fark yok. Bu sefer ölüyorum. Yaşamam umurlarında değilse, ölmem de olmamalı.
Duyulmak, insanların aklına düşmek istemiyorum. Üç gün düşünülüp dördüncü günde kaybolmak istemiyorum, yaşayamadığım bir imkana öldükten sonra sahip olmak istemiyorum bu yüzden, lütfen bu defteri gizli tut, bize kalsın.
Serin sokakların sonunda hep bir kaybediş var.
Sevdiğim öykülerin yazarları acı içinde.
Kadınların gözleri ağlamaktan güzelleşmiş.
Ekim ayının izmarit kokan kaldırımlarında,
hala sayılar yazılı.
Sevgili Mera, ellerimden tutman için kalan birkaç gün bu defterin eskimiş yapraklarında.
Her birinde ayrı tarih, her birinde ayrı acı.Benden sana.
Herkesin
.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kırık ekim rakamları
General Fictionserin sokakların sonunda hep bir kaybediş var. sevdiğim öykülerin yazarları acı içinde. kadınların gözleri ağlamaktan güzelleşmiş. ekim ayının izmarit kokan kaldırımlarında, hala sayılar yazılı. sevgili mera, ellerimden tutman için kalan birkaç gün...