on dört ekim

49 10 16
                                    

14 ekim, 2013

Yarın.
İçin o kadar heyecanlıyım ki!
Günlerdir içimde yeşeren tek umut bu sanırım. Kısa cümleler kurmayı özlemişim biliyor musun? Anlatma gereği duymadan. Zaten anlayacağını biliyorum çünkü. Bomboş sayfa bile kalsa. Ya da, ömrüm bile boşa olsa. Yirmi beş yılım.

Boşa.
Belki de yaşayamayacağım kadar doluysa.
Yine de, anlarsın. Çünkü sen sadece sana yetmezsin.

Bal






































Günlük yazmadan sekiz saat önce,
14 Ekim 2013.

Kanlı ellerini dayadığı mermerden çekti. Soğuk hava vücudunu delicesine yakarken saçlarından birkaç tel koparttığını hissetti rüzgarın. Yeni uyandığından yüzünde oluşmuş karıncalanma hissini dokunarak geçirmeye çalıştı, kırmızı elini sol yanağına ardından parmaklarını daha da açarak göz kapağının bir kısmına değdirdi ve sertçe tenini çekiştirdi. Kuru tenindeki his birkaç saniyeliğine yok oldu, ardından yerini daha büyük bir acıya bıraktı. Hassaslaşmış bedenine değen herhangi bir şey bile morarmasına yol açarken, Bal kendini yüzünün sadece kızarmasını isterken buldu. Çünkü yarın dışarı çıkacaktı. Çıplak adımlarını toprağa basacak, her seferinde daha da hafifleyen izlerini bir öncekilerle karşılaştıracaktı.

Yarın, birinin mezarına parmaklarını bastıracaktı.

Gömüldü diye aylarca yas tuttuğu, siyah elbiselerinin hepsini harcadığı birinin toprağına su dökecek, çiçek ekecekti. Çünkü biri öldüyse, öncesinde yaptığı her şeyi yok sayman gerekirdi. Olan her şeyi çöpe atman ve çiçeklerini sulayacak tek kişi sen kalsan, sulayamayacağını bilsen bile oraya bir menekşe ekmen gerekirdi. Çünkü belki arılar o çiçeğin poleninden bal yapardı? Küçük bir çocuk isyemeyerek siyah turptan süzülmüş balı içerdi. Belki boğazındaki ağrı geçerdi?

Tabi, içten içe Bal sadece eski bir tanıdığı olduğu için bunları yaptığını biliyordu. Önüne sürülmüş her bahane yalandan, kendini kandırmaktan başka bir şey değildi. Yine de kendini suçlamadı. İlk kez, bir şey için kendini değil başkalarını suçlamayı başardı. Çünkü ona göre kimse öldüğünde bile yanına gelmeyecek insanları hak etmezdi. Kimse toprağında yetişen çiçekten bal yapılmasın istemezdi. Ya da kimse, öldürülmek istemezdi.

Küçük, kare balkonun tozlu zeminine oturdu. Çıplak bacakları fayansla buluşur buluşmaz çivi gibi tenini delen soğuk karşısında sessiz bir küfür mırıldandı. Sonrasında elinin tersiyle ağzını kapattı ve kendine kızmak için birkaç saniyesini kafası eğik geçirdi. Mera, küfür etmesini hiç istemezdi. Kendisinin her cümlesinde argo olmasına rağmen, Bal'ına hiç yakışmadığını söylerdi. Ona göre Bal'a sadece çiçekler ve pembe sözler yakışırdı. Çokça da dile getirir onu şımartırdı. Şimdi Bal kendi ağzından çıkan küfürü, Mera'ya ettiği bir ihanetmiş gibi hissetmesi normaldi.  Yine de bazenleri, ederdi.

Kafasını tekrar kaldırdığında geriye doğru yaslandı fakat sırtı yeri bulamadan omuzları duvara tosladı. Rahatsız pozisyonunu değiştirmedi. Öylece duvara yaslandı ve ince boynunun yarın ağrıyacağına emin oldu. Gözleri amaçsızca karşıdaki apartmanın camındaki satılık yazısında dolaştı, hemen sonrasında kirli camın ardından bir el uzandı ve ilanı söküp aldı. Dikdörtgen camın ortasındaki, kare temiz boşlukta gezdirdi irislerini. Aklında bir şeyleri canlandırmasini istedi fakat artık o kadar da iyi düşünemediğini fark ettiğinde içeridekileri rahatsız etmemek için başka bir yere bakmaya başladı.

İrislerinin ortasındaki siyah bebekleri biraz büyüdü, göz kapakları açıldı. Gökyüzündeki büyük buluta odaklanmışken, etraftaki hiçbir şeyi duymamaya başladı sonra bilinçsizce avucunun içindeki kanlarda dolandı bakışları. Bileğindeki beyaz sargılarda, bu temizlik ruhunu acıttı.

Bu sabah, otuz bir günü tamamalayamayacağını düşünmüştü.

B

kırık ekim rakamlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin