İlk iş günümün aksine, iki gün sonra, bugün, nispeten sıradan kıyafetlerimi giyip evden çıktığımda, iş yerinde olmam tam olarak iki saatimi almıştı.
Belki de birkaç maaş aldıktan sonra, şirkete yakın bir yerde yeni bir ev kiralamalıydık.
Bir de... Neden, bilmiyorum ama fazlasıyla heyecanlıydım.
İki gün sonra, bugün, Berk'i yeniden görecektim. Belki yeniden öpebilecektim. Belki daha ileriye gidebilecektik...
Ama sonuçta, ben Çağıl Kaya'ysam, Berk Keskin'i elde edecektim. Onun yalnızca bedenini değil, kalbini de ele geçirecektim. Ki bedenini zaten ele geçirmiştim; tıpkı, onun benim bedenimi ele geçirdiği gibi.
Çünkü o nasıl beni istiyorsa, ben de onu istiyordum, hem de deli gibi.
İki gün önceki heyecanımla, bugünkü heyecanım tümüyle farklı nedenlerden olsa da, beni çalıştığım kata taşıyan asansörün içindeyken, kalbimin atışları fazlasıyla hız kazanmış, nefeslerim de sıklaşmıştı.
Sanırım hiç iyi değildim.
Ya da çok iyiydim çünkü birazdan Berk'i görecektim.
Asansör, katta durunca, aceleci adımlarla asansörden inip, doğrudan masama doğru ilerledim ve üzerimdeki fazlalıklardan kurtulup, iş için hazır hâle geldim. Hemen ardından, ayaklarıma kadar titreyerek, büyük bir heyecanla Berk'in odasına doğru ilerledim.
Kapısını hafifçe tıklatırken, yüzümde ilk günü hatırlamamın sonucu olarak geniş bir tebessüm belirmişti. İçeriye girdiğimdeyse, Berk'in henüz gelmediğini görerek, hayal kırıklığıyla derin bir nefes vermiştim.
Nasılsa geleceğini düşünerek odasına girdiğimde, olabildiğince hızlı bir şekilde tüm odasını düzenledim ve masama, bugün ona verilmek üzere bırakılmış olan dosyaları da odasına getirip, büyük bir özenle masasının üzerine yerleştirdim.
Odasına son bir bakış attığımda, her şey mükemmeldi ve Berk, bu odadaki tek eksikti.
Fakat sorun şuydu ki, Berk Keskin gün boyunca şirkete gelmedi. Çok bekledim ama bir türlü gelmedi.
Mesai saatim bitene kadar, önceki günden bırakılan işleri tamamlamaya çalıştım ancak kafam, Berk'in yokluğundan dolayı o kadar dalgındı ki, fazla uyuşuk davrandığımdan, bugünün işlerini, mesai saatinin bitim saatinden yaklaşık iki saat sonrasına ancak yetiştirebildim.
Boynumun ağrısıyla birlikte yüzümü buruşturup masamdan kalktığımda, eve gitmek için hazırlanmaya başlayacaktım ki, duyduğum asansörün kapı sesiyle birlikte bakışlarımı koridorun ucuna çevirdim.
Açılan asansör kapısından çıkan Berk Keskin'i görmemle birlikte, yüzümde kocaman bir gülüş belirdiğindeyse, dişlerimi dudaklarıma geçirip heyecanlı bir soluk verdim.
Gelmişti.
Ve üzerindeki, fazla özenli olan takım elbisesiyle, hiç olmadığı kadar çekiciydi.
Her bir zerreme kadar titrediğimi hissederken, elimi masama yaslamıştım ki, bakışlarını kaldırmasıyla beni fark etti ve beni fark etmesiyle de hafifçe tebessüm etti. Yine de, ifadelerinden anladığım üzere, biraz şaşkın gibiydi.
Belki de mesai saati geçmiş olduğundan, burada olmamı beklememişti.
Adımları yön değiştirip bana doğru ilerlerken, derin nefesler alıp verdim. Bir adamın beni bu kadar heyecanlandırabilmesini anlayamıyordum. Ya da anlıyordum. Bu kadar yakışıklı bir adamın karşısında, kim olsa etkilenirdi.
Kararlı adımları, tam karşımda duraksadığında, yüzündeki tebessümü büyütüp, "Buradasın," dedi. "Mesai saati bittiği için, burada olmanı beklemiyordum."
Alt dudağımı dişlerimin hâkimiyetinden kurtarıp hafifçe tebessüm ettiğimde, "Bugün yapmam gereken işleri yetiştiremediğim için," diye kısaca açıkladım. "Saatin de nasıl geçtiğini anlamamışım."
Kaşları havalanırken, "Güzel olduğun kadar idealistsin de," dedi memnuniyetle. "Her şekilde fazla iyisin." Masa, aramızda engel oluşturduğundan sanırım, masanın etrafından dolanıp tam yanıma geldi ve ani bir hareketle yüzümü avuçlayıp, kendi yüzüne yaklaştırdı.
Bakışları bir süre boyunca dudaklarımda gezinirken, dayanamayıp, "Öncekinde," dedim. "Öncekinde siz yüzümü böyle tutunca öpeceksiniz sanmıştım."
Arsız dürüstlüğüm, bakışlarındaki şefkate vurgun etkisi yaparken, yüzümdeki ellerinden birini boynuma kaydırıp, "Yaran," dedi. "Gözle görülür derecede iyileşmiş."
Söylediğim şeyi umursamamış olmasını es geçip, başımı onaylarcasına salladım. "Artık acımıyor da."
Bakışlarımdaki ifadenin sözlerimi doğrular nitelikte olmasına karşılık, başını hoşnut bir ifadeyle salladığında, "Peki baban?" diye sordu. "Bıraktı mı içmeyi?"
Başımı hızla sallarken, "İki gündür," diye hevesle konuşmaya başladım. Mutluluğumu başkalarıyla paylaşabilmek çok güzel bir histi. "İki gündür hiç içmedi. Yani muhtemelen içecek bir şey bulamadığından ama bu, sonucu değiştirmiyor. Zamanla alkol aramayı da bırakacağını umut ediyorum."
"Umarım."
Yüzüm, hâlâ daha avuçlarının arasında, dudakları nefeslik uzağımdayken, birbirimize öylece bakıyor oluşumuz, fazla manasızdı.
Ve ben, daha bu kadar yakınken bile ıslanmıştım.
İçime titrek bir nefes çekerken, daha fazla dayanamayacağımı hissedip, "İki gün önce," dedim. Ve dudaklarımızı aceleyle birleştirmeden hemen önce, aceleyle ekledim. "İki gün önce benimle ilgileneceğinizi söylemiştiniz ve ben, şimdi benimle ilgilenmenizi istiyorum."
💫