Dudaklarımı kavrayan dudaklarını taklit eden parmakları, elbisemin fermuarını kavrayıp, tahrik edici bir yavaşlıkla aşağı doğru çekerken, dudaklarıma bıraktığı saniyelik boşluktan faydalanıp, kısık bir sesle, "Berk Bey!" diyerek, adının iniltisinin, odanın duvarlarına çarpmasına izin verdim.
Adını inlemeyi çok seviyordum.
Dilime sarılan dilinin sıcaklığı, tüm hücrelerimi tarumar ederken, sırtımda hissettiğim soğukluğun sebebi, çıplak tenime çarpan havaydı.
İçime sütyen giymediğimi ve külotumu da Berk'in arabada çıkardığını hatırlamak, üzerimdeki elbise tenimden sıyrıldığında, onun karşısında tamamen çırılçıplak vaziyette kalacağımı idrak etmeme neden olurken, dilimi ağzının içine çekip uzunca bir süre emdikten sonra geri çekilip, nefes nefese, "Kalçanı kaldır," diye basit bir emir verdi. "Bembeyaz tenini görmek için sabırsızlanıyorum."
Elbiseyi üzerimden rahatça çıkarabilmek için verdiği emre yalnızca bir saniyeliğine, itaat edip etmemek konusunda kararsızlık yaşasam da, zihnimi çoktan ele geçirmiş olan arzulu yanım, bedenimi de kontrol ederek, ona boyun eğmeme neden oldu ve masadan güç alarak, kalçamı havaya doğru kaldırdım.
Kalçamı kaldırmamın hemen ardından elbisemin eteklerine tutunan parmakları, elbiseyi, saniye sürmeden, hızla üzerimden sıyırdığında, titrek bir nefes verip, gözlerimi gözlerinin içine diktim.
Tam şimdi, karşısında çırılçıplaktım.
Onun varlığı sayesinde sertleşmiş olan göğüs uçlarımın ve arzudan sırılsıklam olmuş kadınlığımın, onun için fazlasıyla iştah açıcı olduğundan da emindim. Öyle ki, bakışları, bedenimin her bir miliminde büyük bir ilgiyle geziniyordu. Erkekliğinin yeniden ve yeniden demir kıvamına geldiğinden de emindim.
İçime büyükçe bir nefes çekerken, bir elini göğüslerime uzatıp sertçe sıkmasıyla, boğukça inledim.
Bacaklarımı, bacaklarının arkasına uzatıp onu kendime davet ettiğimde, bakışlarımızın odağı, yalnızca birbirimizdik. Hafifçe tebessüm edip, davetime icabet ederek aramızdaki mesafeyi azalttığında, ben de oturduğum yerde ileri doğru kayıp, kasıklarımızın birbirine çarpmasını sağladım.
Göğsümdeki avucunun tutuşu sıkılaşırken, dudaklarını iyice dudaklarıma doğru yaklaştırıp, "Sen nereden geldin?" diye sözde soru sordu. "Eğer cennettense, benim yerim cehennem."
Uyarır tondaki sesi, onu şu durumda ciddiye alamayacak kadar kendimden geçtiğimden sanırım, dudaklarımda lakayt bir gülüşün oluşmasına neden olurken, kasıklarımı yavaş bir hareketle kasıklarına sürtüp, "Bu kadar sert olmanız normal mi?" diye sordum.
Boştaki elinin parmaklarını ıslaklığıma daldırdığında, alayla, "Bu kadar ıslak olman normal mi?" diye karşı soru sordu.
Genişçe gülümsedikten hemen sonra, ani bir hamleyle kollarımı boynuna sarıp, başını kendime doğru çektim ve dudaklarımızı sert bir hareketle birbirine geçirdim.
Tam o anda göğsümü sıkması, öpüşmemizi derinleştirirken, boynundaki ellerimden birini geri çekip, üzerindeki gömleğin düğmelerini çözme işine giriştim. Dakikalar sonra birbirimizi en açık hâllerimizle keşfedebilecektik ve ben o kadar heyecanlıydım ki, yoğurduğu göğsümün altında atan kalbim, maraton koşmuşum gibi atikti.