Berk'in gözlerindeki şeyin gerçekliğine daha tam inanamamışken, "Evlenelim," demişti. Gözlerindeki şey sevgiydi. Evet, bana ilk kez birisi gerçekten böyle bakıyordu. Annemi bir kenara koyuyorum çünkü o yaşamıyordu ama babam ve Efe bile bana böyle bakmıyordu. Nefesimin tam anlamıyla kesildiğini hissederken, söylediği şey beynimin içinde âdeta şimşekler çakılmasına neden oldu. "Sonsuza dek birleşelim, Çağlayan." Saniyelik duraksaması bana bin seneydi. Sonsuza dek? "Benimle evlenir misin?"
Ne demişti?
Duyduğum şeyin gerçekliğinden asla ama asla emin olamazken titremeye başlayan ellerimi avuçlarının içinde hafifçe sıktı. Gözlerimin tam içine bakan gözleri olumlu bir cevap alma konusunda fazlasıyla ısrarlıydı.
Başımın döndüğünü hissederken, "B-Berk..." dedim ama devamını getiremedim.
"Biliyorum," dedi hızla. Aramızdaki mesafeyi iyice kapatarak yüzüme doğru eğildi ve şakağıma küçük bir öpücük kondurdu. "Biliyorum, güzelim, başından beri o kadar da mantıklı değiliz. Hatta hiç bu kadar mantıksız olmamıştım."
"E-Evet," diye kekeleyerek onayladım. "Sen... Sen bana evlenme mi teklif ettin?" Kontrolüm dışında genişçe gülümsedim. Bu o kadar imkânsızdı ki, sanki bir rüyadaydım! Gözlerinin içine mutlulukla bakarken, hiçbir şeyin rüya olmaması için yalvarıyordum içimden. Belki de bana şaka yapıyordu. "Ciddi misin?"
Hafifçe gülerek dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Ona kontrolsüzce karşılık verirken, dudaklarımız soluksuzca birbirine karışmıştı. Islak ve sıcak dudaklarını sorgusuz sualsiz, tutkuyla kabullenirken bir elim uzanıp ensesini kavradı ve dudaklarını dudaklarıma daha da bastırdım. Boşta kalan avuçları bedenimin her bir yerinde usul usul gezinmeye başladığında dudaklarına doğru seslice inledim.
Ellerinden biri kalçama varıp hafifçe tenimi sıkarken, soluklarımızın bize daha fazla yetmeyeceğini fark ederek isteksizce de olsa dudaklarımızı ayırdık.
Gözlerim gözlerindeyken, "Ciddiymiş miyim?" diye sordu.
Titrek bir soluk verdim. O kadar heyecanlanmıştım ki, âdeta kalbim yerinden çıkacaktı. Avucum ensesini yavaş hareketlerle okşarken, "Sen," diye fısıldadım. "Neden? Sıradan bir asistanım ben, Berk. Beni nasıl tüm hayatında isteyebilirsin?"
Baş parmağı dudaklarıma uzandı ve daha fazla devam etmeme izin vermeden, "Hayır," dedi. "Neden bilmiyorum ama sen sıradan değilsin. Sen çok özelsin." Baş parmağı dudağımın üzerinden okşayarak yanağıma ardından şakağıma vardı. "Bak," derken, bakışları duyguluydu. "Bak bana, bak etrafına, bu koca binaya bak... Bunların hiçbiri aslında bana ait değil, Çağıl."
Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, olayı anlamlandıramasam da söylediği şeyin hiçbir önemi olmadığını düşünüyordum. Babamın beni dövdüğü o gecenin sabahından bu yana, benim için Berk Keskin'e ait hiçbir şeyin önemi yoktu. Önemi olan sadece oydu.
O sabahki şefkati beni öyle bir tetiklemişti ki ona karşı, içimdeki tüm hisler kanatlanmış, ona doğru uçuşa geçmişti. O sabah, ihtiyacım olan şeyin aslında para değil, sevgi ve değer görme hissi olduğunu anlamıştım.
Ona düz bir ifadeyle bakarken, "Nasıl yani?" diye sordum, cevabı çok da umurumda değilmiş gibi.
Hafifçe güldü. Gözleri parlamıştı. "Ben evlat edinildim, Çağıl. Yani aslında tüm bu şeyler doğduğum andan bu yana bana ait değildi." Alay edercesine burun kıvırdı. "Hatta inanmazsın, çok fakir bir ailede dünyaya geldim. Ardından babam vefat etti. Annem de beni terk etti. Annem beni terk etmeden önce geçinebilmemiz için çok mücadele ettim. Ama başaramadım. Sonra bir şey oldu. Hayatımda çok şey değişti." Hafifçe şakağımı okşadı. "Beni sana çeken şey budur belki, bir şekilde mücadelelerimizin benzerliği, bilemiyorum. Ama nihayetinde buradayım işte, karşındayım, seni istiyorum. Seni tüm hayatımda istiyorum." Elleri yüzümü avuçladı. "Kabul ediyor musun, Çağlayan'ım? Bize bir şans vermeyi kabul ediyor musun?"