♧11♧

45.1K 671 55
                                    

Sabah, başımdaki ağrı ve dudağımdaki acıyla birlikte aralanan gözlerim, geri kapanmak için fazlasıyla istekli olsa da, uyanmam gerektiğinin idrakinde olan zihnim buna izin vermedi ve gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp, üzerimdeki örtüyü kenara ittim.

O kadar yorgun ve tükenmiş hissediyordum ki kendimi, tek isteğim, günler boyunca yataktan çıkmamaktı ama doğrusu, bu imkânsızdı.

Şayet işimi kaybetmişsem, bugün günlüğe gitmem gerekebilirdi. Çünkü dudağımdaki yara ve bedenimdeki morluklar, şirkete gittiğimde, Berk beni o hâlde göreceği için sorundu, günlüğe gittiğimde beni görecek olan kişiler için değil.

Onlar bana sadece acırlardı.

Belki Berk de öyleydi...

Ama onun bana acımasını istemiyordum. Acıma, şefkati şekillendirir ve aradaki büyüyü bozardı. Berk bana acırsa, asla âşık olmazdı ama âşık olursa da asla acımazdı.

Ve o, bana öncelikle âşık olmalıydı. Benim onun parasına ihtiyacım vardı.

Belki en çok da aşkına...

Gözlerim nedensizce dolarken, hızla yataktan kalktım ve aynada kendime kısa bir bakış attıktan sonra, üzerimdeki, içimi göğüs uçlarıma kadar belli eden pijamayı değiştirmeye gerek görmeden odamdan çıktım.

Adımlarım, öncelikle erkek kardeşimin odasına doğru ilerlerken, kapısını açtığımda, okula gitmek üzere okul kıyafetlerini giydiğini görmemle birlikte ona hafifçe tebessüm edip kapısını geri kapattım.

Muhtemelen yüzümün hâlini gördüğünden, kaşları çatılmıştı ama umursamadım.

Adımlarım bu kez mutfağa vardığında, masada, kendine hazırladığı basit kahvaltısını yapmakta olan babamı fark ettim. Hiçbir şey olmamış gibi, fazlasıyla rahat bir ifadeyle çayını yudumladığını idrak ettiğimde, yüzümdeki tebessüm soldu ve isteksiz adımlarla mutfağa girdim.

Sesim, hiç olmadığı kadar ruhsuz çıkarken, beni fark etmesiyle birlikte ışıldayan gözlerinin içine boş bir bakış atıp, "Günaydın," dedim. Sonra, alaylı bir sesle ekledim. "Baba!" Sesim titremişti ve bu benim elimde değildi. Belki ağlayacak gibiydim ama kendimi frenleyebilirdim.

Gözlerindeki ışıltı, yüzümün hâlini görmesiyle birlikte solarken, endişeli bir ifadeyle ayağa kalkıp, "Kızım?" dedi. "Ne oldu sana böyle, Çağıl'ım?"

Adımları yanımda duraksadığında, yüzümü okşamak istedi ama bir adım geri gidip bana dokunmasına izin vermedim ve sesim titrerken, "Sen yaptın," dedim. Gözlerimden birer damla yaş süzüldü. İçim çıkana kadar ağlamak istiyordum. "Eve geldiğimde sarhoştun, hatırlamıyorsun tabii. Bana fahişe diyerek dövdün beni. Bana, beni öldüreceğini söyledin."

Hıçkırıklarım, mutfakta yankılanırken, babamın yüzündeki, gerçek bir dehşetti. İnanamıyor gibiydi.

Aramızdaki tek adımlık mesafeyi kapattığında, "B-ben," dedi zorlukla. "Hiçbir şey hatırlamıyorum, kızım. Yemin ederim hiçbir şey hatırlamıyorum." Benden uzaklaşıp başını ellerinin arasına aldı. "Allah benim belamı versin!"

Zangır zangır titreyen ellerimle gözyaşlarımı sildiğimde, "Bu kaç oldu?" diye sordum nefretle. "Bu beni kaçıncı hırpalayışın?" Bakışlarını üzerime çevirdiğinde, "Önceki gün," dedim. "Önceki gün işe kabul edildim. Eğer alkolü bırakmazsan, Efe'yi de alıp giderim bu evden. Yemin ederim yaparım, baba!"

Baba kelimesi, dudaklarıma o kadar yabancılaşmıştı ki, harfleri yutmuş, doğru düzgün telaffuz bile edememiştim sanki.

Sözlerimin ardından, korku, babamın çehresine hiç olmadığı kadar gerçek bir şekilde sinerken, başını hızla sallayıp, "Özür dilerim," dedi. "Ben çok özür dilerim, Çağıl'ım. Söz veriyorum, yeniden asla olmayacak."

Güçlü çıkan sesimle, "Olmasın," dedim. Ne kadar güçlü olursam olayım, gözümden yaşlar süzülüyordu. "Yüzümün hâlini görüyorsun, değil mi?"

Başını hızla salladığında, "Yeniden olmayacak," diye âdeta yemin etti ve adımları, mutfağın kapısına doğru ilerledi. Kaçmak istiyordu, her zamanki gibi, yalnızca kaçmak. "Allah belamı versin, yeniden asla olmayacak."

Babam, evin kapısına doğru ilerlerken, "Tüm alkol şişelerini çöpe atacağım," diye bağırdım ardından. "Bugün hepsi yok olacak."

Üzgün çıkan kısık sesiyle, "At," dedi. "At hepsini."

Evden çıkmasının ardından mutfak tezgâhına tutunup bir süre boyunca derince soluklandım. Bu kez alkolü gerçekten bırakacaktı. Bırakmalıydı. Kazandığım parayı da eline vermeyecektim. O kadar çok borç para almıştı ki, artık kimse ona borç para da vermezdi.

Artık istese de alkol alamayacaktı.

Yüzümde, umut dolu bir tebessüm yeşerirken, mutfağın kapısında durup bana endişeyle bakan Efe'ye genişçe gülümseyip, "Sorun yok, yakışıklım," dedim. Birkaç adım ilerleyip, mutfaktaki küçük dolabın içinden para çıkardım ve ona uzattım. "Sen derslerine çalış sadece. Bu yıl kazanacaksın o sınavı, tamam mı?"

Elimdeki parayı alıp başını kararlılıkla salladığında, "Tamam, abla," dedi. Birkaç adım attı ve beni yanağımdan öptü. "Seni çok seviyorum."

Onu her iki yanağından öpüp, "Ben de," dedim. "Yakışıklım benim. Hadi git, geç kalma."

Efe, elini küçük bir hareketle sallayıp tıpkı babam gibi evden çıktığında, evde yalnız kalmıştım. Oysa önceki geceki olay yaşanmasaydı, ben evden onlardan da önce çıkmış olacaktım.

Derin bir iç çekerken, şirkete gittiğimi hayal ettim. Şayet şirkete gitseydim, Berk'i görebilirdim. Şimdiyse, değil onu yeniden görmek, işimi bile kaybedebilirdim. İçimde tuhaf bir his belirirken, kaşlarımı çatıp ne hissettiğimi çözmek istedim.

Daha bir gün olmadan onu özlemiş olamazdım, değil mi?

Saçmalıktı.

Başımı hızla iki yana sallayıp mutfağı topladım ve hemen ardından evde yapılacak işleri tamamladım. Tüm işlerim bitince korkarak da olsa telefonuma bakacak, duruma göre günlüğe gidebileceğim bir yer arayacaktım.

Evin işlerini hallettiğimde, telefonumu almak için odama gidecektim ki, çalan kapı sesiyle, yan evdeki Büşra abladır diye düşünerek üzerimdeki pijamanın açıklığını umursamadan tembel adımlarla kapıya doğru ilerledim ve kapıyı açtım.

Gördüğüm kişiyle dudaklarım aralanırken, boğazımdan bir şaşkınlık nidası kopup gitmişti.

Berk Keskin, buraya gelmişti.

💫

PATRON TUTKUSU +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin