İnsan kaybeder. Hiç bişey sonsuza kadar süremez. Küçükken cok sevdiğim bir bebeğim vardı. Yıllarca yanımdan ayırmamıştım, her gittiğim yere götürmüştüm. Bir gün babamla parka gitmiştik. Eğlenceye o kadar dalmıştımki bebeğimi unutmuştum. Babam gitme zamanı geldiğini söylediğinde bebek ancak aklıma gelmişti. Ama artık bebeğim yoktu. Ağlayarak heryere aramama rahmen bulamamıştım. Oysa ben o bebeği kendi cocuğuma kadar saklamak istemiştim. O gün hayatımın en kötü günüydü. Bi daha asla mutlu olmıyacağımı sanmıştım. Sonra ki gün babam, elinde bir bebekle geldi eve. güzel bir bez bebekle. Sanki eski bebeğim gelmişti. Önceleri bebeğe dokunmak istememiştim. Sonra elimden asla bırakmadım. O gün bana büyük bir ders vermişti Allah. Öğrendiğim ilk dersti. Ben bu olaydan bir çok ders öğrenmiştim.
Birincisi, hayat acılarıyla vardı. Bazen en sevdiklerimizi kaybedebilirdik. Bu herkesin başına gelebilirdi. Ama kaybettiklerimize üzüldükten sonra, yeniden başlamalıydık. Ömür boyu yas tutamazdık...
İkincisi, bazı şeyler giderdi, biterdi. Ama yenisi illa ki gelirdi. Bi daha gelmiycekmiş gibi düşünmek haksızlıktır. Gidenin yerine bir yenisi illa alırdı. Bu duanın kanunuydu...
Ve üçüncüsü gidenin yerine gelen daima farklı olurdu. Ve farklı diye dışlamak yerine farkının güzelliğini görmek için ona şans verilmeliydi. Çünkü birbirinin tıpatıp aynısı bile olsalar, hepsi farklıydı. Onlara güzelliğini yaşadığın anılar veriyordu. Geçmişte yaşadıkların güzel yada kötü olsada, gelecekte yaşıyacaklarını bilemezdin. Ama bir şans vermeliydin...
Hayat bana bunun örneklerini cok kez yaşatmıştı. Şimdiyse kaybedilen arkadaşlıkların yerine yenisini koyuyordum. hayat seni yıktıysa derin bir nefes alıp tekrar ayağa kalkmalıydın. Ağlamak istiyorsan için cıkmana kadar ağlamalıydın ama sonunda gözündeki yaşı elinin tersiyle silip gülümsemeliydin. Cünkü her acı biterdi. Öyle yada böyle bitmek zorundaydı. Yanlız biz insanlar bazen bitmiyceğini sanıp kendimize zarar veriyorduk. Oysa bunun farkında olanlar korkmuyodu. Zamanımda ağlıyor sonra derin bir nefes alıp tekrar dikleniyorlardı.. Bu insanlar özeldi. Bu insanlar güçlüydü. Bu insanlar ki, senin ne dediğini önemsemezdi. Cünkü önemli olan kendi duygularıydı. "şu na bak sulu göz" diyenlere, "ağlamak mutluluk hormonunu yükseltir" derdi. "beceriksiz" diyenlere, "başarısızlıklarım, beni başarıya götüren basamaklardır" derdi. Onlar geçmişe bağlı yaşamaz, geleceği sürekli düşünmezlerdi. Onlar geçmişten ders alıp gelecekleri için anı yaşarlardı. Ve artık bende onlar gibiydim. korkmuyodum. Cünkü doğrulara en güzel yanlışlar götürüyordu...
Şimdi gidenlerin yerine gelenlerle, arkadaşlarımla kactığım şehirdeysem bunun nedeni artık korkmuyor olmamdı. Kimin ne dediği deyil, yanımdakiler ne dediği önemliydi. Ve onlar yanındayız diyordu. Caner, rüzgar, güneş, cağla, cağtay, oğuz, ve açelya hayatımdaki en güzel gelenlerdi. Oysa önceden gidenlerin daha değerli olduğunu sanırdım...
- ay!
Caner di seslenen. Havaalanındaydık.
Antalyadaydık. Uçaktan inmiş,cıkışa doğru ilerliyorduk. Tabi. Ben biraz arkada kalmıştım. Caner in seslenmesiyle hızlanarak onlara yetiştim. Buraya bir daha asla gelmiyceğimi sanıyordum. Ama işte insan memleketini özlüyodu. Akdenizin güzel kokusunu içime cekerek gözlerimi kapatmıştım. İnsanın yuvası gibi yoktu. Ve dünyanın neresine gidersem gideyim, son durak burası olucaktı. Durakta taksi beklerken rüzgar yanıma geldi.
Gülümseyerek
- eee ay Kız nasıl hissediyorsun. dedi.
-biliyomusun. Sanki bitik bataryasını fullemiş telefon gibiyim. Neden bilmiyorum ama.
Rüzgar benzetme e gülerken ben. Devam ettim.
-gülme rüzgar. Cittiyim. Memleketime döndüğüm için değil bu batarya meselesi. Tabi burayı özlemişim o ayrıda asıl mevzu artık yanlız olmamam sanırım. Cünkü korkmuyorum. Bu özgüven nereden geliyo inan bilmiyorum. Ama artık bana kötü davranan insanlara karşı beni koruyacak kalkanım varmış gibi hissediyorum.
Rüzgarın kahkahası yavaş yavaş yerine tebessüme bırakırken, güneş bana sarılıp,
- uzak durun bakıyım. Yoksa güneş kalkanı sizi yakar ha.!!! Dedi.
Hepimiz ona gülerken önümüzde bir taksi durdu. 8 kişinin o taksiye nasıl sığdığını sormayın cünkü bende bilmiyorum. Akıllılık yapıp önü kaptığı dan arkada olan 7 kişilik izdihama katlanmak zorunda kalmamıştım. Normalde taksici bu kadar kalabalık olmamıza izin vermezdi. ama biraz yalvarış işe yaramıştı . Konuşmamız taksi gelince son bulsada yinede hepsinin yanımda olduğunu biliyordum. Taksi otelin önünde durduğunda arkamı dönüp bizimkilere baktım. Ama bakmaz olaydım. Cünkü tam cözemesemde, cama yapışan Caner imin arkasından oğuzun kafası uzanıyodu. Cağtay ikisinin üstünde otururken. Rüzgar sinirle cağtayın ayaklarını itmeye calışoyodu. Kızlar desen tek kişilik koltuğa üç kişi sığmış, neredeyse bir bütün olmuştu. İşin tuhaf tarafı resmen kördüğümdüler. Gülmemek için Kendimi sıkarken cantamdan taksimetrede yazn parayı cıkartıp verdim. Arabadan inip canerin kapısını actığımda bir adet Caner ve bir adet oğuz ayağımın dimi de uzanıyodu. Daha fazla dayanamayıp kahka attığımda onlarda kızgın yüzlerini kenara bırakıp gülmeye başladılar. Herkes araçtan kurtulup bavullarınıda almış odalarına dağılmıştı. Açelya ve güneş bir odada,
Ben ve cağla bir odada, rüzgar ve Caner, oğuz ve cağtay bir odada kalıcaktı. İşin güzel kısmı odalarımız aynı katta hatta karşı karşıyaydı.
Dinlenip akşam yemeğinde buluşacaktık. cağla banyoya girince bende annemlere geldiğimizi söyleyerek bavulumu yerleştirdim. Cağladan sonra bende duşa girdim. Soğuk su fazlasıyla iyi gelmişti. Banyodan cıkıp, kot şortumu ve kırmızı göpekten bağlamalı gömleğimi giydim. Ayağıma kırmızı sporlarımı gecirerek. Odadan cıktım. Cağla uyuyakalmıştı. Cocukluğumdan beri ne kadar yol gitsem de yorulmazdım. Hatta bu yüzden insanların yol yorgunu sözü cok tuhafıma giderdi. Hadi ama zaten oturarak yolculuk yapıyorduk. Ne kadar yorulabilirdik ki. Oturmak mı yoruyodu. O yüzden dinlenmek yerine otelin bahçesine cıkarak biraz temiz hava almak daha mantıklıydı. Akşam yemeğine 2 saat vardı. Ve bu zamanı uyuyarak değil anın tadını cıkararak gecirmek isterdim. Zaten istesemde sabahları kolay kolay uyuyan biri değildim. Hasta olmadığım sürece tabi. Cünkü hastaysam 24 saat uyuyup yinede uykumu alamıycak bir bünyeye sahiptim.beni yanlız uyku ihleştiriyodu. Saatlerce bahcede dolaşmış, harika fotoğraflar cekmiştim. Bazılarını sosyal medyada paylaşmıştım. Henüz konum etiketi kullanmamıştım cünkü malum insanların bizzat karşısına cıkmak gibi bir planım vardı. Yemek saati geldiğinde lokantaya inmiş bizimkileri beklemeye başlamıştım. Sırasıyla hepsi gelip oturduğum masaya oturdular. Yanlız biri eksikti. Benim düşündüğümü düşünen cağla
- oğuz nerde . Diye sordu. Masadaki gözler aramızda gezerken tüm gözlerin son durağı cağtay oldu.
- neden bana bakıyorsunuz. dedi.
-aynı odadaydınız ya. Dedim.
-yinede nerde olduğunu bilmiyorum. Dedi.
- gelir herhalde birazdan. dedi güneş.
Herkes onaylayınca yemekleri izi sipariş verdik. Ama daha bir kaşık yemeden durmak zorunda kaldık. Cünkü rüzgarın telefonu calıyodu.
Ve arıyan oğuzdu. Rüzgar Telefonu hopörlerde alarak masaya bıraktı. Oğuzun korkulu sesiyle hepimiz kaşıklar masaya bırakıp telefona odaklandı. Tabi açelyanın "kim bilir yine başını hangi belaya soktu" dediğini de duymuştum.
- rüzgar abi kurtar beni sıkıştım burda.
- neredesin kardeşim sen. dedi rüzgar.
Oğuz cevap vermeden açelya dayanamayıp araya girdi.
- başını belaya soktun dimi yine.
-aradan cıksana kızım sen. Abi ya ben bişey yaptım.
"Demiştim" diye mırıldandı açelya.
-ne oldu yine. Diye sordu cağtay.
- anlatıyorum dinleyin..."Gidenin yerine daima yenisi gelir." bir sonraki bölümde görüşmek üzere...
Not:sanırım şu anlık en uzun bölümümüz. Bu oldu. ☺️

ŞİMDİ OKUDUĞUN
çakıl taşları
Chick-LitBir avuç taşı sallamışlar ve atmışlar yere, Her bir taş düşmüş bir başkasının önüne. Bir müzik başlamış, müzik kutusu içinde, Aşk ve arkadaşlık hissedilmiş yürekte, Geçmişe mazi denilmiş, dayanmış yinede birleşmiş her taş ve kaymış gökyüzünde...