9.Bölüm - Sıvışık

96 2 0
                                    

Evlerine taşındıkları günün ertesinde Derya uyandığında babasının çoktan gitmiş olduğunu gördü. Annesi hemen yanındaki somyada yatıyordu, bir melek kadar güzel görünüyordu uyurken. Siyah saçları yüzünün kenarından süzülmüş, yüzüne ilahi bir gizem katmıştı. Derya güzelliğini annesinden almıştı, tek farkla onun saçları siyah değil, sarıydı. Diğer yönlerden annesinin bir kopyası sayılırdı. Görenin gözlerini kamaştıracak sarı saçları annesinin güzelliğiyle birleşmişti, ileride çok canlar yakacağını söylerdi eski komşuları.

Derya yatakta doğrulup annesinin uyanmasını beklemeye başladı. Eskiden annesi Derya'dan önce uyanırdı. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra saat çok geç olmadıysa biricik kızını uyandırmaya kıyamadığından başucunda otururdu. Derya bunu hissettiğinden midir, annesini çok bekletmeden uyanırdı. Çapaklı gözlerle etrafına bakmaya çalışırken hep onu görürdü ilkin. Yeni Derya'dan hoşlanmamasının nedenlerinden birisi de buydu. Annesinin karnı şişmeye başladığından beri uykusu ağırlaşmıştı. Artık ondan evvel uyandığı için o annesinin başında bekliyordu, gözlerini açtığında ilk kendisini görebilsin diye.

Bir beş dakika, üç beş dakika, altı beş dakika... Annesinin uyanmaya pek niyeti varmış gibi görünmüyordu. Saatin kaç olduğu konusunda en ufak bir fikri yoktu Derya'nın. Henüz eşyalar yerleştirilmediği için etrafta herhangi bir saat görünmüyordu. Annesinin kolunda altın bir saati vardı ama kolu vücudunun altında kaldığından saate bakmayı denerken onu uyandırma riskini göze alamıyordu. Madem annesi uyuyordu, o uyanana kadar dışarıda ufak bir gezinti yapabilirdi pekâlâ. Parmak uçlarında yürüyüp kapının kenarına koyduğu kırmızı rugan ayakkabılarını eline aldı. Kapının dışında giymesi daha az ses çıkarması manasına geliyordu. Ayakkabıları elinde dışarı çıktığında, karşıdaki bahçenin tam ortasında koşturmakta olan çocukları gördü. Bir önceki akşamın aksine bahçenin içi tamamen seçilebiliyordu. İçinde bir sürü ağaç vardı, ağaçların ardı arkası görünmüyordu. Ağaçların çiçek açmış dallarına bakarak ne ağacı olduğunu anlamak o an için Derya'nın sınırlı bilgisiyle mümkün değildi.

Etrafta çocukların olduğunu görmek içine su serpmişti. Belki bugün yeni oyun arkadaşları edinemeyecekti ama bir süre sonra elbet onlarla oyunlar oynayabilirdi.

Derya ayakkabısının tokasını delikten geçirmeye çalışırken ona yaklaşan çocuğu fark etmemişti bile. Çocuk, Derya'nın dibine kadar girip; "Ayakkabıları niye içeri goydun ki?" dediğinde Derya'nın ödü patlamıştı. Önce zıplayıp, sonra birkaç adım geri gitmişti. Kendine gelmesi uzun sürmemiş olsa belki koşarak kaçmaya bile çalışırdı. Ömründen birkaç küçük senenin gitmiş olduğu kolaylıkla yüzündeki ölüm beyazından anlaşılabiliyordu. Neye uğradığını şaşırmış ve korkmuştu. Sakinleşmek için bir müddet sessizce bekledi. Beklerken en doğal olanı yapıp tehdit olarak algıladığı bu kaba saba dilli çocuğu incelemeye başladı; altın sarısı saçları, yüzünü görünmez kılacak kadar çok çili vardı. Sanki oraya yanlışlıkla konulmuş gibi görünen ağzı, konuşmadığı anlarda bile gülümsüyor gibi görünüyordu. Burnu ile ağzı arasındaki orantıda bariz bir bozukluk vardı. Üzerinde yıkanmaktan rengi uçmuş sarımsı tam ortasında Goofy resmi olan bir tişört vardı. Derya Goofy'i sevmezdi. Aptal bir karakterdi ve kendinden daha aptal bir köpeği vardı. Minnie öyle miydi? Ne kadar güzel ayakkabıları ve elbiseleri vardı. Hem sevgilisi Mickey'de vardı.

Çocuğun tişörtünün altında her yeri çimen lekeleri olan, dizleri delik, çok badireler atlattığı belli hardal rengi kadife bir pantolon vardı. En ilginç şeyler hep sona saklanırdı. Çocuğun ayaklarında daha önce hiç görmediği cinsten bir ayakkabı vardı. Garip görünümlü, cama benzeyen, içindeki ayakları gösteren elastik bir şeydi ayakkabıları. Tüm kıyafetleri bir araya getirdiğinde çocuğu külkedisine benzetmişti. Tehdit olmak şöyle dursun, komik görünen kim olduğunu bilmediği bu çocuğa yanıt verip vermemesi gerektiğini düşünebilirdi artık.

Geçmişten GelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin