2.Bölüm - Biz İçin Bekleyiş

194 3 0
                                    

Gün ağardığında uykudan annesi uyandırmıştı, her zamanki gibi. Okula gitmesi gerekiyordu. Açılınca sözde iki kişilik yatak olan bir çekyatın üzerinde, annesinin el emeği göz nuruyla yaptığı yorganın içinde bir süre debelenip, anne inadına karşı kürek çekmeye çalışmıştı. Yatağın başından başlayıp sonunda bitmeyen gezintilere çıkmıştı annesiyle, hiç görmediği yerleri görmüşler hiçbir zaman gidemeyecekleri yerlerin havasını solumuşlardı. Çetin ve uzun mücadeleler annesini yormuştu. Artık eskisi gibi genç sayılmazdı, gençliğinde bile bunca gezintiye yüreciği dayanmazdı. Belki yorulan annenin hışmından korktuğundan belki de tek başına başka yerlere gitmenin yavanlığından artık uyanması gerektiğini anlamıştı. Yataktan bir çırpıda kalktı.

Ayaklarını sürüyerek banyoya gitti. Aynanın karşısında durup kendine bakmaya çalıştı. Sarı dişlerini sıkıp poz verdi. Gördüğü görüntü hoşuna gitmemiş gibi yüzünü ekşitti. Bunun sonucunda ortaya çıkan görüntüden iğrenip aynayı kırma isteği duydu. Onun yerine soğuk suyla uyanmayı tercih etti. Ellerini veya yüzünü kurulamaya gerek duymaksızın çıktı banyodan. Geldiği gibi ayaklarını sürüyerek gitti odasına. Yatağının oturma vaziyetindeki çekyat haline gelmiş olmasına aldırış etmedi. Eski çekyat gıcırdayarak kapanmıştı muhtemelen.

Çekyatın üzerine konulmuş ütülü beyaz gömleği, lacivert v yakalı süveteri, tek ütü izi olan gri pantolonu ve okul arması bulunan lacivert ceketi giydi. En kötüsünü en sona saklamıştı! Düğümlenmiş kravatı boynuna geçirdi. Medeniyet fularını sıkıştırdıkça, yağlanmış bir ilmeğin boğazını yılan gibi sardığını hissetti. Bir gün boğacaktı onu bu lacivert zımbırtı, adı gibi emindi.

Kravatla oynamayı bitirdiğinde mutfağa geçti. Mutfakta üzerlerine yağ sürülmüş, peynir serpiştirilmiş ekmekler onu bekliyordu. Sandalyeye oturduğu an, annesi çaydanlığı eline almış bardağına çay koymaya başlamıştı bile. Çayı önüne geldiğinde karıştırmak kalmıştı sadece Fuat'a. Annesi çoktan şekerini bile koymuştu. Bir dilim ekmeği tek seferde ağzına tıktığından, bir yudum çayla boğazından aşağı tepmeye çalıştı ekmekleri. Kahvaltıyı bitirdiğinde, kızıl kahve kapıdan alnından öperek göndermişti onu annesi, "Allahaısmarladık" demişti bu sulu jeste karşılık.

Apartmandan çıktığında tatlı soğuk hava yüzündeki su damlalarını yaladı, güneş göz bebeklerini küçülttü. Artık tam manasıyla uyanmıştı. Uzunca bir süredir soğuk tarafından yalanmaya alışmıştı. Yüzündeki şaşkınlıktan güneşi görmeyi beklemediği anlaşılıyordu. Güneşin binaların arasından yükselmeye başladığını görmek çok güzeldi. Mavilik ve beyazlıkların arasındaki sarılık, havanın soğukluğuna bakmaksızın insana sıcaklık hissi veriyordu. Uzun kışın ortasında güneşi görmek yüzünden kulaklarına doğru bir gerginliğe neden oldu. Bu kadarlık bir yan etkiye razıydı. Gülümsüyordu.

Apartmanla sokağa açılan beyaz demir kapı arasındaki kısa yolu çabucak yürüdü. Sokağa çıktığı anda karşısındaki manzaradan oldukça hoşnuttu. Çam ağaçlarının görüntüsü hep hoşuna gidiyordu, yaydıkları koku da cabasıydı.

Sokakta ondan başka kimse görünmüyordu. Sabahın o saatinde bu oldukça olağan bir durumdu. Çam ağaçlarını soluna alarak yirmi metre kadar yürüyüp soldan daha geniş bir sokağa saptı. Bir bahçenin tel örgülerinin arkasında bile olsalar hala yeşil çam ağaçlarının dibinden yürüyor olmak rahatlık hissi veriyordu. Çam ağaçları pek göstermeseler de, arkalarındaki geniş bahçenin ortasındaki Valilik evine aitti. Valinin dibinde oturuyor olmanın tek güzel yanı da, o hiç solmayan yeşil çam ağaçlarıydı.

Sokağa döndüğünde o sabah için ilk insanı görmüştü. Her sabah Fuat'ın o sokaktan geçtiği vakitlerde arabasını çalıştırabilmek için uğraş veren garip şapkalı adamı görmek genelde sinirini bozuyordu. Her gün aynı sorunla cebelleşmesi, üstelik sabahın o saatlerinde aracının sinir bozucu sesler çıkartmasının bunda etkisi yadsınamazdı. Adam her sabah sekiz sularında çam yeşili aracına binip kontağı defalarca çeviriyordu. Fuat sokağın ortalarına gelene kadar araç çalışır gibi yapıyor arkasından duruyordu. Tekrar ve tekrar, beş veya altıncı denemesinde çalıştığında Fuat sokaktan caddeye çıkmış oluyordu, iyi ki...

Caddeye çıktığında bir okulun sırtı onu selamlıyordu. Neyse ki onun okulu değildi yoksa bu kadar rahat davranamazdı. Okulun sırtında küçük bir bahçesi vardı ve o bahçede söğüt ağaçları. Pek tabii ki o ağaçlar da tel örgülerin içindeydi, oysa Fuat dışındaydı. Böyle olmasının çok bir önemi yoktu. Söğüt ağaçlarına özel bir ilgisi de yoktu zaten. Tek istediği bir müddet öncesine kadar farkına bile varmadığı gizli noktaya oturmaktı. Dallarından sarkan yaprakların gizlediği bu köşe tel örgülerin doğru tarafındaydı, gerisi mühim değildi.

Orada oturup, bir sigara yakıp beklemeye koyuldu. Pek tabii ki öylesine beklemiyordu ve yine pek tabii ki sigaranın markasından utandığından sote bir yerde gizlenmiyordu. Ne buluyorsa onu içiyordu. Bazı yaşıtlarının aksine bu tür statü belirtilerine dair bir inancı yoktu. Sote yerde oturmasının yegâne sebebi ise duygusaldı. Karşı binayı gözlemesinin sebebi gibi...

Mimar veya inşaat mühendisi olmayı hiç düşünmediğinden olsa gerek çekici gelen bina değildi. Gerçi muhtemelen onlara da çekici gelmezdi gözlemekte olduğu sıvaları dökülen, yer yer siyah akıntı izlerinin olduğu yapı. Üçüncü katın başkalarına çekici gelmesi ise daha da absürt olurdu ama Fuat'ın tüm dikkati o kattaydı. Üçüncü katta diğer katlarda olduğu gibi iki daire vardı. Sağdaki dairenin kapısının iki metre ötesinden merdivenler aşağı doğru kıvrılıyordu. Merdivenler ara kata geldiğinde ise Fuat'ın tüm bunları görebilmesini sağlayan pencereler yer alıyordu. Güneş Fuat'ın tam arkasından gelmediği için binanın içi loş bir ışıkla doluyordu. Fizik dersinin ilk konularından birisiydi bu. Işığın bu şekilde çaprazdan vurması, geri dönüşlerini de aynı yoldan almaları manasına geliyordu. Bir cismin tam manasıyla görülebilmesi için ise ışınların gözlemci ile alıcı kaynakla olabildiğince dik oluşturması gerekiyordu. Uygulamalı olarak bunu gözlemleyememek üzereydi. Fuat göremese de üçüncü katın sağındaki dairenin kapısı açılmaktaydı. Kapıdan çıkmaya hazırlanan kişinin hafif topuklu siyah ayakkabılarını kapının önüne atışını da görmemişti yine aynı sebeplerden. Fuat, o kişiyi ara katın penceresinin önünden geçen bir karaltı halinde gördüğünde ise içine doğmuş gibi "bugün erkenci" diyecekti.

Hemen kendisine çeki düzen verip sigarasını ayaklarının altında acımasızca ezdi. Her katta yirmi iki merdiven basamağı vardı, hol biçimindeki aralar da hesaba katıldığında; normal hıza sahip etek giyen birinin iki buçuk kat inmesi elli saniye sürerdi. Basit fizik ve dört işlem.

Kırk, kırk bir, kırk iki... Hesaplanandan erken çıkmıştı ama Fuat neyse ki çoktan hazırdı. Beklenen çıkış gerçekleştiği anda sote yerinden gerilmiş bir ok gibi fırlayıp okula doğru yürümeye başladı Fuat. Bacak boylarını hesaba katarak adımlarını olabilecek en küçük aralıklarla atıyordu. Yampiri adımlar atan pişik olmuş takım elbiseli bebek gibi görünüyor olsa bile kimin nasıl göreceği o an için düşündüğü en son şeydi. Daha önemli şeyler vardı aklında, misal saniyede atılan adım sayısı ile alınan yol arasındaki orantı. Fuat'ın yaptığı hesaplamalara göre 50 metre önden yola çıkan birisi, a şehrinden b şehrine varana değin devamlı bebek gibi yürürse, arkadaki at normal hızla 10 saniyede 11 metre yol alırken... Tanrım! Bu kızlar hep böyle yavaş yürümek zorunda mıydı? İçler dışlar çarpımı yapıp, bir ters bir düz yapınca ortaya dantel örtüsünden hallice, bir dakika elli beş saniye çıkıyordu. Bir dakika elli beş saniye içeresinde b şehrine varmanın yakınından bile geçemeyeceklerdi ama hiç yoktan a şehrindeki olası gaddar aile üyelerinin görüş açısından çıkmış olacaklardı. Türkçe derslerinde çoğul tekil, birincil üçüncül şahıslardan bahsedilip durulurdu. Fuat'ın bu konuda çok bir fikri yoktu ama lardıyı kafasından geçirdiği şekilde düşünmek anahtarın delikte dönüp kilidi boşa çıkarttığı anki "tık" sesine benzer bir ses duymak demekti. Bu da bir bizin varlığından söz etmek demekti ki şu an bizin sadece tek tarafı vardı.

Geçmişten GelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin