13.Bölüm - Küçük Korkular

89 2 0
                                    

Çocukların ahırın içine girmelerine izin verilmemişti. Veteriner hayvanın yanına gireli henüz birkaç dakika olmuştu. İneğin canhıraş bağırışları ahırın kapısında bulduğu boşluklardan yılan gibi süzülerek Derya ile Fuat'ın kulaklarına ulaşmaktaydı.

İçi burkulmuştu Derya'nın, ineğin çok acı çektiği anlaşılabiliyordu. Annesinin çok kısa bir süre sonra doğum yapacak olması derin düşüncelere sevk etmişti Derya'yı. Hadi hayvanlar anlayamıyordu ya da bilmiyordu, balıklar gibi unutkanlardı belki ama ya insanlar? İnsanlar bu kadar acı çekeceklerini bildikleri halde neden yeni bir yavru dünyaya getirmek için bu kadar istek duyuyorlardı ki?

Derya ileride asla çocuk doğurmak istemediğine emindi, hatta evlenmek de istemiyordu. Evlenip yabancı birisiyle aynı yatakta yatma fikri pek hoşuna gitmemişti, hem de bir ömür boyu. Kafasını yana çevirdiğinde Fuat'ın artık yanı başında olmadığını fark etti. Fuat ahırın kapısına yanaşmış deliklerden içeriyi görmeye çalışıyordu. Fuat'ın yanında yatıyor olduğunu hayal etti Derya. Bu ilk anda bir yabancıyla yan yana yatışının tüm rahatsız ediciliği kaybolmuştu. Fuat'la daha önceden de yan yana yatmışlığı vardı, o vakitte herhangi bir kötü his yaşamamış tam tersine hoşuna bile gitmişti.

Derya Fuat'ı evlerine ilk kez davet ettiği vakitti. Sesi kısık televizyonu izlerlerken uyuyakalmıştı Fuat. Derya, Fuat'ın uykusunun ağırladığını hissettiğinde kolunu hafifçe onun bedenine dolamış, meraklı gözlerle uyuyuşunu izlemişti. Ağzından derin nefesler alıp verişini, göğsünün yukarı aşağı hareket edişini gözlemlemek çok hoşuna gitmişti. Annesinin odaya girip Derya'yı çekiştirmesi, Fuat'ı kaba bir şekilde sallayarak uyandırması ve kovar gibi göndermesiyle bitmişti o kısa ama güzel an. Derya, onun yanında uzun süredir rahatlıktan gayrı bir şey hissetmiyordu, aynı o anda müthiş bir rahatlık hissettiği gibi.

Derya'nın rahatlığı hafifçe aralanan ahır kapısıyla birlikte kaybolmuştu. Sudan çıkmış balığa benzeyen buzağı net bir şekilde görebiliyordu. Fuat'ın bahsettiği kadar vardı; vıcık vıcık yapışkan ve iğrenç görünüyordu hayvan!

Fuat'ın ninesi buzağıyı kucağına alıp ağır aksak yürümeye başlamıştı. Derya kucakta bile olsa üzerine gelmekte olan şeyden korkmuş, geriye doğru koşmaya başlamıştı. Evlerinin ağır tahta kapının ağlayışına aldırış etmeden itip ardı sıra kapamıştı bir güzel. Evde güvenli hissediyordu kendini.

Hilal kapının çarpışına uyanmıştı. Karnını tutarak yattığı yerden doğrulmaya çalıştı. Ayağa bin bir güçlükle kalkıp ürkek adımlarla kapıya doğru yanaştı. Kapıdan çıkmadan ince boynunu uzattı hole doğru, karşısında Derya'yı gördüğünde bir nebze olsun rahatlamıştı. Hala eve birisi girdiği vakit büyük şehirde yaşıyormuşçasına korkuyordu. Derya'nın soluk soluğa kalmış olduğunu gördü ama niyesini deşeleyip kızını sorguya çekiyormuş gibi davranmamaya karar verdi. Bir müddet sessizce Derya'yı izledikten sonra herhangi bir şey söylemeden uzanmak üzere az evvel uğraşarak kalktığı kanepeye doğru yöneldi.

Kaç zamandır kızına biraz sert davranıyormuş gibi hissediyordu zaten. Sebepsiz sinirler ve anlamsız korkular yaşıyordu. İki küçücük çocuğun yan yana yatışına bile ne kadar tepki vermişti. İki küçücük çocuk!

Fuat'ı sevmiyordu, niyesini bilmese de ilk gördüğü andan beridir sevmiyordu o sarı sıçanı. Kızına kötü örnek olduğuna inanıyordu hiçbir kötülüğünü görmemiş olmasına rağmen. Köyde yetişen konuşması bozuk, hareketleri dengesiz çocuğu bir şekilde uzaklaştırabilmek bile istiyordu kızından ama elinden bir şey gelmiyordu. Devamlı yorgun hissediyordu kendini. Evden adımını atamayacak kadar yorgundu... Zamanı geldiğinde elbet elinden geleni yapacaktı.

Yorgunluğunun birazcık olsun dinmesi için neler vermezdi. Kocasından yardımcı olmasını isteyecek olmuştu birkaç defa yemekten sonra. Denemeye bile fırsatı olmamıştı. İbrahim yemeklerden sonra çıkıp gitmeye başlamıştı. İlgisizliğini, vurdumduymazlık ile pekiştiriyordu sanki. Bu köye geldiklerinden bu yana tavırları çok değişmişti zaten İbrahim'in. Kavga etmek istiyordu Hilal, ağzına ne gelirse söylemek, kaderine hakaretlerde bulunmak istiyordu. Akşamın ilerleyenine kadar yatakta gözlerini açık tutmaya çalışıyor, bir süre sonra ağır bir uykuya teslim oluyordu. İbrahim geceleri geliyor muydu, sabahları gidiyor muydu artık bilemiyordu. Akşama kadar yumuşuyor, yemekten sonra aynı şey tekrar ediyordu...

Kasabanın havasından, suyundan ve küçüklüğünden herkes nasibini almıştı anlaşılan. Değişim hepsini o güzel günlerden uzaklaştırıyor gibiydi.

Bu kasabaya geldiklerinden bu yana insan yüzü de göremiyordu Hilal. Kocasıyla da konuşamayınca küçük kasabanın da bulunduğu bu koca dünyada çok yalnız hissediyordu kendini. Yalnızlığını hafifletebilmek adına kasabadaki diğer kadınlarla arkadaşlık kurmaya kaç defa yeltenmişti. Başlarda dişini sıkmıştı, görgüsüzlüklerine ve kabalıklarına. Sonra yorgun düşmüş, ortak bir nokta bulma sevdasından vazgeçip, evde inzivaya çekilmişti.

Çok nadiren bahçeye çıkıyordu Hilal. Kimi zamanlar sarı sıçanın annesini veya nenesini görüyordu bahçede veya ahırda uğraşırlarken. Bir şey demeden, bir selam bile vermeden eve giriyordu böyle zamanlarda. Hayatlarını tek düze yaşayan bu insanlarla konuşmak yaşamdan soğutacakmış gibi geliyordu Hilal'e. Yorulmuştu insanların hayvanlardan farksız, aynı düzende yaşamasından...

Yattığı yerde yine hınç yapmıştı Hilal. Gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Ağlamaya başlayınca uykusu gelmişti tekrardan. Sırtını dönüp uyumaya başladı.

Derya soluk alıp verişini düzelttikten sonra parmak uçlarında oturma odasına doğru yürümeye başladı. Parmaklarının ucunda bir balerin gibi süzülüyordu ama aslen bale yapmak veya balerin olmak ilgisini çekmiyordu. Annesinin sıkça uykuya daldığını biliyordu ve bu sebeple elinden geldiğince az gürültü çıkartmaya çalışıyordu. Babası kesin bir dille dile getirmişti bunu, "evde olabildiğince az gürültü çıkartılacak". Yeni Derya'nın dünyaya gelmesine çok az kalmıştı. Kasabaya geldiklerinden beri babasının gözü annesinden başka bir şeyi görmüyordu. Eskiden baba-kız oynadıkları oyunların, şakalaşmaların yerini mesafeli bir ilişki almıştı. Dışarıda babasını gördüğünde hoplaya zıplaya gidip sarılamıyordu babasına. Bunu da özellikle belirtmişti babası; "Dışarıda edepli davranmamız lazım" diye. Demek ki eskiden edepsizdiler. Ankara'da babasının işten geldiği vakte kadar dışarıda duruyor, babası sokağın başında dolmuştan indiğinde ona doğru koşuyordu. Babası yere çömelip kollarını açıyor, Derya'nın zıplayıp kucağına gelmesiyle onu lunaparklardaki mekanik aletlerin türlüsüne binmiş gibi döndürüyordu.

Derya için o güzel günlerin üzerinden asırlar geçmiş gibiydi. Kasabada konuşabildiği, beraber bir şeyler yapabildiği tek kişi Fuat'tı. Annesine yaklaşmasına, onu rahatsız ettiği düşünülen sevgi gösterilerine izin yoktu. Babasıyla vakit geçiremiyor, onunla yakınlaşmaya çalıştığında kurallar dikte ediliyordu. Fuat'ın her şeyi kuralsız ve hesapsız bir şekilde yapması, umarsızca gönlü ne istiyorsa ona koşturması daha önce yaşamadığı ve yaşamadığı için özlemini duymadığı bir özgürlük hissi veriyordu.

Tanışmalarının üzerinden yirmi gün geçmişti. İlk gün ki olaydan ötürü utanmıştı Derya, iki gün evden dışarı çıkamamıştı. Üçüncü günü kapılarında belirmişti Fuat. Hem şaşırmış hem de sevinmişti Derya. Kuzenleriyle tanıştırmıştı, günlerdir yedikleri içtikleri ayrı gitmiyordu. Hepsi iyi arkadaşlardı, en iyisi de Fuat'tı...

Geçmişten GelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin