32.Bölüm - Bebek

94 2 0
                                    

"Spot... Sokayım... Lanet... Bok... Ulan... Kabak... Hödük..."

Kadınlar tuvaletinin önünde, mekânda tanıştığı ve birlikte güzel bir gece geçirmeyi umduğu yirmilik çıtırı beklerken, omuzlarından bir erkeğin tuttuğu bir kadının söylediklerinden bu kadarını anlayabilmişti kel adam. Aslen tamamen kel sayılmazdı. Karısının da zoruyla saçlarına ne buluyorsa sürüp, arada bir kazıttırıyordu daha gür çıksınlar diye. Karizmatik bir görüntü verdiğini bile zannediyor olabilirdi. Muhtemelen genç göründüğünü de düşünüyordu ama dışarıdan bakıldığı anda otuzlarının son kışını yaşadığı anlaşılıyordu. Türk erkeklerine has kas yığınlarından bolca nasibini almıştı. Karanlığa rağmen önünden ilerleyen kütle rahatlıkla seçilebiliyordu. Tuvaletten sendeleyerek çıkıp, boynuna sarılan sarışın kızın güzelliğine bakılacak olursa; alkol, spotlar ve aptallık birleştiğinde bunların hiçbiri seçilemiyor olsa gerekti.

Disko, bar veya benzeri müzik çalan bir yerin en önemli noktalarından biri ses sistemiyse diğeri ışık düzeneğiydi. Bunlar iyi olduğu müddetçe çalınan müziğin ne kadar kötü olduğuna kimse dikkat etmezdi. Paketin şıklığına bakmaktan kimse içindekini görmez, göremezdi. Görenlerin de bunları söyleyebilecek dermanı olmazdı.

Tuvalete yaklaştığında sekizler çizen kadının da dermanı olduğu söylenemezdi ama o bu paketin içeriğini dile getirmişti. Spotlara neden sokmaya çalıştığını bilmese de beyninde kurmuş olduğu, kel adamın yarım yamalak duyduğu, cümleler aşağı yukarı şu şekildeydi;

"Spotlarınıza sokayım, lanet herifler. Bi bok göremiyorum ulan. Sen ne bakıyon lan kabak kafalı hödük!".

Birazcık olsun gücü olsa kendisine bakan bu keli hacamat edebilirdi oracıkta ama şimdi yapması gereken daha önemli şeyler vardı. Tuvalet olduğunu düşündüğü kapının önüne kadar geldikten sonra omuzlarındaki destek ansızın azalmıştı. Kapıdan içeri girdiği anda ise tamamen yok olmuştu. Gözlerinin ucuyla arkasına baktığında kocaman bir hiçlik gördü, bir de kapı olduğunu düşündüğü bir siyahlık. Hiçlik sanki tepesine binmiş, destek öncesi külçe haline geri dönmüştü. Düşmemek için elini duvara dayamak zorunda kaldı. Düşermiş gibi olmak ve hiçlik duygusu midede durmaktan rahatsız olan karışımı rahatsız etmiş olacak ki karşısındaki kapıların arkasında duran klozetlerden birine gitmeye tenezzül etmeden oracığa kustu. Ortamdaki kokular yeterince rahatsız edici değilmiş gibi şimdi en afilisinden bir tane daha eklenmişti, mide özsuyu kokusu ve biberli pizza.

Öksürerek kusmaya devam ediyordu. Hali hazırda yirmi saniyede midesinde ne var ne yoksa çıkartmıştı ama daha fazla kusmak istiyordu. Kusacak olursa hafifleyeceğini, etrafın berraklaşacağını ve hatta başının ağrısının geçeceğini düşünüyordu. Gerçekte hiçbirisinin olmayacağını bildiği halde, öyle olacakmış gibi düşünmek hoşuna gidiyordu.

Yemek borusu öksürmekten tahriş olmuş, midesinden gelen öz suyuyla tahribat kalıcılaşmıştı. Parmağını boğazına sokmaya çalışmaktan vazgeçmişti. Eğilmiş vaziyette duruyordu yalnızca. Eğilmiş olmak başının dönmesine iyi gelmiş gibiydi. Bir müddet böyle duracak olursa dünyanın yavaşlayabileceğini umut ediyordu. Kalçasının arkadan bir baskıyla ileriye doğru gitmeye çalışması, dönmesi durmamış olan dünyasının daha da dönmesine yol açmıştı. Arkadan gelen baskı tekrar darbeli matkap gibi vurmuştu. Ellerini yere koyup kendisini geriye doğru itti. Arkadan gelen itme kuvvetine ters bir tepki kuvveti oluşturmuştu. Bir kez daha, bu defa en sert şekilde kalçasına basınç uygulanmıştı.

"Sokucam götüne, anlasana lan! Dolu işte." der demez kapı zorlanmaz olmuştu. İyi laftan anlamıyordu kimse.

Yerdeki halka biçimindeki bulanmış biberleri ayırt etmeye başlamıştı. Gözleri tuvaletin loş ışığında daha rahat hissetmiş olmalıydı, net olmasa bile bir şeyler görebiliyorlardı. Orada, o şekilde ne kadar kaldığını bilmiyordu ağladığını biliyordu sadece.

Yerden kalktığında etrafı saçlarla dolu bir lavabonun kenarlarına ellerini koyup aynada kendisine bakmaya çalıştı. Kirden ve diğer bilumum pislikten, dönen dünyadan ve görme yetisindeki kayıptan ilk başta tanıyamadı bile kendini. Gözlerini aynadaki görüntüsünde odaklamaya çalıştı. Bir müddet sonra hiç yoktan yüzünü bir nebze olsun seçebilir hale gelmişti. Siyah uzun saçları birbirine yapışmış bir haldeydi. Saçlarını ne zaman siyaha boyatmıştı? Sanki pembeydi sabah!

Gözlerinin etrafında oluşan halkaları sayabilmek için çift basamaklı haneleri bilmek yetmeyebilirdi. Eline yapışan saçlara aldırış etmeden musluğu çevirdi. Çeşmeden oluk gibi kan akıyordu sanki...

Su biraz aktıktan sonra bulanıklığı birazcık olsun kaybolmuştu. Parmak uçlarını akmakta olan suyun altına tutup bir süre bekledi. Önceleri soğuk ya da sıcak namına bir şey hissedemediyse de beklemek işe yaramış gibi görünüyordu. Yüzünü yıkamak üzere avucuna suyu doldurduğunda birazcık olsun suyun soğukluğunu hissedebilmişti. Yüzüne çarpan su parçacıklar oluşturarak üzerindeki badiye, pantolonuna, lavaboya ve yere uçuşmuştu. Kafası bir miktar yerine gelmişti. Etraf, kulaklarındaki uğultulu müzik gibi dönmeye aynen devam ediyordu ama öncesine nazaran çok daha iyiydi.

Aynadaki görüntüsüne tekrar baktı. Burnu kıpkırmızı olmuştu. Ağladığını biliyordu, ondan olabilirdi veyahut alkoldendi. Boynundaki morluğu çekiştirdi, el izine benziyordu. Bu da muhtemelen önceki geceki heriftendi. Adını söylememişti, söylese de hatırlayamazdı, istemiyordu da zaten. Boynundaki morluğu çözmenin rahatlığıyla bileklerine dikkat kesildi. Ellerini kaldırıp, gözlerinin dibine soktu. Bileklerindeki kesik hiç de iyi görünmüyordu. Mikrop kapmıştı büyük olasılıkla. Kesikler öldürmedikten sonra mikroplar hiç öldürmezdi. Kestiği zamanı hatırlıyordu ama neden kestiğini hatırlayamıyordu. Aynadaki görüntüsünü daha iyi seçebilmek için lavaboya yaklaşmayı denedi. Bir türlü istediği kadar yanaşamıyordu. Sanki biri önüne set çekmiş gibiydi.

Derya kesiklerle dolu elini karnına götürdüğünde hatırlamıştı. Hamileydi...

Geçmişten GelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin