28.Bölüm - Yüzeydekiler

88 2 0
                                    

"Selin!"

"What?" derken, İngilizce yanıt verdiğinin farkında değildi Selin. Aracın içindeki adamın yüzüne boş gözlerle bakıyordu. Adam da ondan farklı değildi. Dışarıda yağmur yağmaya devam ediyordu. İçeride ise sanki ikisi de farklı rüyalardan aynı anda uyanmış gibi duran iki kişi vardı. Sabah uyandıklarında yüzlerini yıkamamış gibiydiler. Yağmurun sesi; araçların motor sesi ve kornalarının gürültüsü tarafından bastırılıyordu. Sarışın kadın da, şekilsiz burunlu adam da korna seslerine uyup düşüncelerini bastırmaya çalıştı. Adamın bir şey diyeceği varsa bile dalgın yanıttan ötürü söylemekten vazgeçmişti. Birbirlerine başka bir şey demeden önlerine döndüler.

Selin'in aklına Mia nereden gelmişti, kaç sene olmuştu? Beş, on?

Selin mezuniyetinden iki gün önce Mia'nın teklifini duyduğunda çok sevinmişti. Önceki gece aralarında yaşananların bunda etkili olup olmadığı önemli değildi. Sonuçta hayatta en fazla değer verdiği insan Mia'ydı ve onunla birlikte yoluna devam etmekte beis görmemişti. Mia'nın teklifi basit bir sorudan ibaretti; "Amerika'da bir okula onunla birlikte gelmek ister miydi?". Selin hiç düşünmeden, okulun adını bile sormadan yanıtını vermişti. "Evet!". Mia detayları anlatmaya başladığında Selin, Mia'nın henüz o "evet" demeden her şeyi ayarladığını görmüştü. Mia'nın babası Bay Cheng, her şeyi ayarlamıştı. Okula gerekli belgeler sunulmuştu. İkisini de kabul etmekten gurur duyacaklarını belirtmişlerdi. Okul yine yatılıydı ama mezun olmak üzere oldukları okul gibi çok sıkı bir yapısı yoktu. En öncelikli olarak kıyafet serbestti! Küçük bir kasabada, hengâmeden uzakta bir kampüsleri vardı. Öğrenciler hafta sonraları kasabaya gitmekte serbestti, tabii belirli saatlerde dönmek şartıyla.

Selin bunlarla ilgili değildi. Neresi olduğu, ne gibi olanaklar sunduğu o an düşündüğü en son şeydi.

Selin, aracın dışına gözünü kaydırdığında gördüğü manzara mide bulandırıcıydı. Yağmur yağmasına rağmen kolunu taksinin kenarından çıkarmış olan bir taksici kornaya basıyordu. Sanki izlendiğinin farkına varmış gibi kafasını Selin'den tarafa çevirmişti. Yılışık bir surat ifadesiyle sanki yiyecekmiş gibi ona bakmaya başlamıştı. Selin kusmamak için önüne döndü. Yanında oturmakta olan kocası bu manzarayı görmüş olsa muhtemelen inip taksiciyi döverdi. O yüzden hiç ses çıkartmamaya karar verdi.

Mezuniyet günü gelip çattığında ailesinin geleceğini biliyordu ama babasının yanında bir kadınla geldiğini görünce çığlık atmamak için kendisini zor tutmuştu! Uzaktan gördüğünde babasının bu özel günde oraya bir kadınla gelişine sinirlenmişti. İyice yaklaşana kadar babasının yanındaki kadının ablası olduğunu anlayamamıştı. Rahatlamıştı, ne kadar onlarla alakasız yaşıyor olsa da babasının başka bir kadınla birlikte olması fikri midesini bulandırıyordu.

Zeynep en son iki sene önce ziyaretine gelmişti. Hep kot pantolon ve benzeri rahat kıyafetlerle görmeye alışık olduğu ablasını böyle gece kıyafetleri içinde görmek, geçirdiği değişimi tam manasıyla anlamasına yol açmıştı! Ablası, ne o okula gitmek için evden ayrılırkenkine benziyordu, ne de babası Selin'e annesinin ölüm haberini verirken ağlamaya başlayana. Tamamen farklı görünüyorlardı, çehreleri değişmişti. Zeynep tam bir kadın gibi görünüyordu!

Ablasında gözlemlediği değişimin yarattığı etkiden midir bilinmez, Selin birkaç gün önce aldığı kararı hiç dolandırmadan ikisine de, kısa bir şekilde "yalnızca" anlatmıştı. Herhangi bir izin istemiyordu, sadece bilgileri olmasını istemişti. Babası pek şaşırmışa benzemiyordu fakat ablası için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi. Yüzünden şaşkınlığın her hali okunuyordu.

Selin yaz tatilinde İstanbul'a dönmeyecekti. Yazı Mia ile birlikte geçirecek ve ondan sonra yeni okuluna gidecekti. Amerika'daki bir okulla her türlü konuda görüşülmüş ve anlaşılmıştı. İlgili belgeler ve faturalar çok kısa bir süre sonra babasına gönderilecekti, faturaları ödemek zorunda değildi, annesinin ona bıraktığı fondan ödemeleri rahatlıkla yapabilirdi fakat belgeleri imzalamak zorundaydı...

Zeynep okulla ilgili bir şey söyleyebilecek konumda olmadığından o konuda susmayı yeğlemişti ama kız kardeşinin en azından bir süreliğine İstanbul'a gelmesini istiyordu. Selin kesin bir dille böyle bir şeyin olmayacağını söylemişti. Selin için İstanbul artık uzak bir hayalden, anıdan ibaretti!

Selin, geçmişinden tekrar uyandığında bakmakta olduğu noktada bir kız çocuğu görmüştü. Yağmur delicesine yağıyordu ve o elinde kâğıt mendil paketleriyle araçların arasında dolaşmaktaydı. Başından ayakucuna kadar ıslanmış ve üşüdüğü titremesinden belli olan kızı, acıyan gözlerle izlemişti. Bu görüntü İstanbul'un en çok neyini sevdiğini göstermeye yetiyordu! Bu keşmekeş insanı meraklandırıyor, kendine bağlıyordu. O kız çocuğunun hikâyesini merak ediyordu. Nedenlerini; annesinin yüreksizliğini, onu sokaklara yollayan acımasız babasını...

Öğrencilik hayatı boyunca hep sakin yerlerde okumuştu, bu tür görüntülere şahit olmak oralarda mümkün değildi. Keşmekeşi görmemiş birisinin sakinlikten şikâyetçi olması beklenemezdi. Buna rağmen bir şekilde İstanbul'u özleyebilmişti.

İstanbul, insana gerçeğin ne kadar acımasız olduğunu her fırsatta gayet cömert bir şekilde gösteriyordu. Hayatta hiçbir şeye aldanmamak ve kendini kaptırmamak gerekiyordu. Hemen dibinde pişkin şekilde sırıtan pislik bir taksici, donar vaziyette mendil satmaya mecbur edilmiş küçük bir kız ve yarım metre ötende hayatının aşkı bulunabiliyordu.

Gerçi hayatının aşkıyla da Amerika'da karşılaşmıştı ama olsun yine de İstanbul'un havası bir başkaydı...

Geçmişten GelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin