24.Bölüm - Terk Ediliş

89 2 0
                                    

Gözlerini açmak istemiyordu, bu kötü bir rüyaydı. Orada olmamalıydı. Orada değildi. Orada değildi! Gözlerini açtığında hala kalabalığın içinde oturduklarını görmüştü. Ağlamak için dayanılmaz bir istek gelip boğazına oturmuştu. Annesinin yolda yaptığı cesaret dolu konuşmadan sonra ağlaması mümkün değildi. Ne kadar korkutucu olursa olsun, tüm sorunlarla baş edebilirdi, ne de olsa o bir Uncuoğlu idi.

Güçsüz, korkak ve inceleniyormuş gibi hissetmekten nefret etmişti. Kendini sıktıkça sıkıyordu, çenesi kenetlenmiş, dudakları kanamıştı. Kan tadı hoşuna gitmemişti, üstelik canı da acımıştı. Çenesini gevşetip annesinin eline verdi tüm gücünü...

Uncuoğlu hanedanlığının en küçük üyesi, annesinin elini tutabilmesinin bile büyük bir şey olduğunu biliyordu. Yine de etrafında gördükleriyle mukayese etmekten kendini alamıyordu. Hemen yakınında birçok kız çocuğu vardı. Ağlıyorlardı, hepsinin de annesi, babası veya ikisinden birisi yanlarında dikilmekteydi. Erkek çocukların bazıları da kız çocuklarından farklı değildi. Onlar da ağlıyordu, kiminin anneleri vardı yanlarında kiminin babaları. Muhakkak hepsinin de bir aile ismi olsa gerekti...

Ağlamasının niye sorun olduğunu bilmiyordu, nihayetinde sadece küçük bir çocuktu ama annesinin kızacağını adı gibi biliyordu çocukluğuna bakmaksızın. Şöyle demişti annesi: Bir yetişkin gibi davranıp beni zora sokmamalı, ağlamadan durmalısın!

Küçük Uncuoğlu bunları düşünedursun, kürsünün hemen gerisindeki bir adam kalabalığın susmasını bekliyordu. Bir taraftan da olmayan saçlarını düzeltmeye çalışıyordu.

Müdür bey dış görüntüsüne büyük özen gösterirdi, ne de olsa saygın bir kurumun başındaydı ve o kurumun saygınlığına yakışır bir görüntüde olması gerekiyordu. Neredeyse bir işçinin senelik ücreti kadar ederi olan lacivert bir takım elbise giymişti. Kısa boyundan ötürü kesimi bile takım elbisenin kendini göstermesine yetmemişti. İçindeki etiketi görmemiş biri çok büyük ihtimal sıradan bir takım sanabilirdi üzerindekini.

Sağ eliyle tekrar saçlarını düzeltti, kalabalığın dalgalanışını bir şeyler mırıldanarak izliyordu. Her sene kürsüye çıktığında söyleyeceklerini geceden defalarca aynanın karşısında kendi kendine tekrar ediyordu. Yine de heyecanlı sayılırdı. Kaçıncı kez aynı konuşmayı yapacağını düşünmüştü geceleyin, on yedi olmuştu. Aynadaki yansımasına bakıp kendisiyle gurur duymuştu. Şimdi topluluğun önünde ilk defa konuşacakmış gibi heyecanlı, afacan bir çocuk gibi yerinde duramayacak kadar neşeyle bekliyordu. Heyecanının ezberlediği cümleleri üzerindeki etkisini sınamak için kendince son bir tekrar yapıyordu, nihayet bitmişti.

Kalabalığın susmaya niyeti olmadığı aşikârdı. Adam dolgun yanaklarına ev sahipliği yapan kafasını iki yana sallayarak "Bir sene de kendi kendilerine sussalar şaşarım zaten" diye hayıflandı. Eliyle mikrofonun tepesine birkaç defa vurduğunda seslerin birçoğu kesilmişti. Sebebini bilmese de bunun her daim işe yaraması içten içe hoşnut ediyordu John Ackward'i.

"Silence please. For those who don't recognize me, my name is Mister John Ackward. I am the principle of this school. We all here for the new term-"

Kürsüdeki adam konuşmasını bir türlü bitirmiyordu. Adamın ağır bir aksanla konuşmasından ötürü dediklerinin çoğunu anlayamıyordu üstelik. Annesinin kendisine bakıyor olabileceği endişesiyle kımıldamadan sanki anlıyormuş gibi pür dikkat kürsüye bakıyordu. Feci derecede sıkılmıştı, annesinin eli terlemişti artık eskisi gibi rahatlatıcı veya korkutucu bir his vermiyordu. Küçük Uncuoğlu tüm riski alıp hafifçe başını kaldırıp annesine doğru baktı. Herhalde annesinin de canı sıkılmış olacaktı ki etrafına bakınıyordu.

Geçmişten GelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin