25.Bölüm - Bilinmezlik

85 2 0
                                    

Tüm veliler çıkıp konferans salonunun kapısı görevliler tarafından kapatıldığında, kürsüye genç bir kadın çıkmıştı. Kısa bir bilgilendirme konuşması yapmıştı. Birinci sınıfa başlayan erkek öğrenciler sağ tarafta bulunan kapıdan çıkarak altıncı sınıf öğrencileri ve danışmanların olduğu bölüme çıkacaklardı. Masaların üzerlerinde fotoğrafları vardı, herkes kendi fotoğrafını bulacaktı. Orada gerekli bilgiler kendilerine verilecekti. Sessiz ve ağır adımlarla gidilmeliydi! Birbirlerini itmeden...

Küçük Uncuoğlu, kadının söylediklerinden bazılarını anlamıştı. Erkek öğrenciler sağ taraftan çıkacaktı. Bu kadarı yeterliydi. Kızları takip etmeliydi.

Kadının konuşması bittiğinde kız öğrenciler ayağa kalkmıştı. Soldaki kapıdan büyükçe bir hole çıkılıyordu. Kapının önünden başlayarak koridor boyu masalar vardı. Masaların arkasında bir kız öğrenci ve bir kadın öğretmen bekliyordu. Masalarda aynı kadının söylediği gibi üzerlerinde isimler yazılı fotoğraflar vardı. Kendisine ait olanı bulması gerektiğini anlamıştı fakat neden yalnızca isimler yazılmadığını anlamamıştı...

Cohen, T. - Brown, F. - Cheng, M. - Jacobs, P. - Ellie A. İlk masada ismi ve fotoğrafı yoktu.

Jensen, D. - Lebedev, A. - Elizabeth L. - Russo, P. - Uncuoglu, S.

Ah, işte bulmuştu kendi ismini ve fotoğrafını. Birkaç ay evvel annesiyle birlikte gittikleri fotoğrafçıda çektirdikleri fotoğrafı duruyordu masanın üstünde. Oldukça iyi bir fotoğraftı, belki fotoğrafçının söyledikleri annesinin görüntüsünü geçebilse, bir miktar gülümseyebilirdi de... Olsun her şeye rağmen güzeldi fotoğraf, ne de olsa kendisi güzeldi.

Masanın önünde durduğunda bir kız yanına gelmişti. Eteklerini tutup öne doğru hafifçe eğilmişti. Baloda zannediyordu herhalde kendini. Küçük Uncuoğlu bir şey yapmadan beklemişti. Kız aksansız bir İngilizce ile konuşmaya başlamıştı. İsmi Linda'ydı. Altıncı sınıfta okuyordu. Sonra yardım edecekti okulda falan. Bir sorun olursa ona gitmesi gerekiyordu. Sonra öğretmene gidebilirlerdi. Bayan Aubaum gibi bir kadın birazdan bir şeyler söyleyecek miydi neydi öyle bir şeydi.

Aksanlı konuşmamasına rağmen kızı anlamıyor oluşu ileride ne yapacağına dair endişe duymasına yol açmıştı. Bilinmeyenlerle dolu bir yerde hiç kimseyle anlaşamamak...

Dadısını can kulağıyla dinlememiş olduğu için ikinci defa pişmanlık duyuyordu. İlki bir ay evvel bu okulun şu an nerede olduğunu bilmediği bir salonundaki görüşmeden sonra olmuştu.

Odanın tam ortasında bulunan bir koltuğa otur dedikleri için oturmaya çalışmıştı. Koltuk oldukça yüksekti. Biraz uğraştıktan sonra oturmayı başarmıştı. Karşısındaki koltuklarda üç kadın oturuyordu ve altı göz de dikkatle onu inceliyordu. Annesini kapının önünde bırakmak zorunda kaldığı için heyecana kapılmıştı.

Kadınlardan birisi zaman kaybetmeksizin bir şeyler sormuştu ama kadının ne sorduğunu tam olarak anlayamamıştı. Tiz ve anlaşılmaz bir şekilde konuşuyordu. Annesi ile ilgili üzgün veya kızgın olup olmadığını içeren bir soruydu. Soru olduğunu düşünüyordu ama soru olmayabilirdi de. Annesinin kapının önünde bekliyor oluşuyla alakalı olabileceğini düşünüp yanıt vermişti. Evet, annesi yanında olmadığı için heyecanlıydı. Kadın ne tatmin olmuşa benziyordu ne de şaşırmışa. Hiç yoktan pot kırmadığına emindi. Birkaç saniyelik bir aradan sonra en sağdaki kadın konuşmuştu. Daha düzgün ve anlaşılır bir biçimde konuşmuştu; "Baban, gelmemesi, işe gitmek, yok, okul" cümlesine, "Evet, çalışması gerekiyor" şeklinde yanıt vermişti. Kadın suratını asmıştı, yanıt hoşuna gitmemiş görünüyordu. İlk soruyu soran kadın tekrar konuşmuştu. Bu defa hiçbir şey anlamamıştı. Okulun Londra'da oluşuyla ilgili bir şeylerin okuyor olması veya olacağından ötürü offf. Cümlenin sonu gelmemişti. Niye, neden, nasıl, ne zaman, nerede? Tüm bunlardan çıkarması gereken sonucu bilemiyordu. Bekledikçe yüzü kızarıyordu, yanlış bir yanıt vermekten ölesiye korkuyordu. Annesiyle yolculuk boyunca yaptıkları soru cevaplar hiçbir işe yaramamıştı anlaşılan. Sorular arka arkaya gelmeye devam etti. Anlamadığı şeylerde öylece bekliyordu. Annesi böyle yapmasını söylemişti. Anlamadığı zaman, anlamadığını belli etmemeliydi.

Okuma yazma biliyor muydu? "Biliyordu." Duvardaki yazıyı okuyabilir miydi? "Work Conquers All*" (TR: Emek her şeyin üstesinden gelir. Lat: "Labor Omnia Vincit" - Publius Vergilius Maro). Güzeldi. Peki, çarpım tablosunu sayabilir miydi? "Sayabilirdi." Beşlerden başlayarak biraz saymasında sakınca var mıydı? "Yoktu, 'Five times one equals five, five times two equals ten... Six times seven equals forty two.* (beş kere bir, beş; beş kere iki, on... Altı kere yedi, kırk iki)'". Yeterliydi. Ailesi kaç kişiden oluşuyordu? "Annesi, babası ve ablası...". Ablası nerede okuyordu? "İstanbul'da bir okulda". Ablasını seviyor muydu? Soruya yanıt vermemeyi tercih etmişti. Soruyu anlamadığını düşündüklerinden tekrar sormuşlardı, kısa bir "evet" demişti. Sorular ilerledikçe karışmaya başlamıştı. Kelimelerden bazılarını seçebildiği sorulara yanıt vermişti elinden geldiğince.

Yarım saatlik mülakat sonrasında kadınlar teşekkür etmişler ve gidebileceğini söylemişlerdi. Bunu gayet iyi anlamıştı.

Koltuktan atlayıp kapıya, annesine koşmuştu. Kapıdan çıktığında ayakta dikilmekte olan annesini görmüştü. Eteğine yapışıp ağlamaya başlamıştı. Annesi hiçbir şey yapmadan beklemişti. Hâlbuki küçük kız bir elin başını okşamasını bekliyordu.

Ağlaması bitince arabaya kadar bir şey demeden yürümüşlerdi. Geçtikleri koridorlar sanki buz gibiydi. Bir hiçliğin kol gezdiği koridorlarda yanında annesi varmış gibi gelmiyordu. Yalnızdı, yapa yalnız.

Arabaya vardıklarında annesi neler olup bittiğini sormuştu. Tam olarak anladığı sorular anlamadıklarının yanında mutlu olmasına yetecek kadar değildi... Bazı sorulara tam olarak yanıt veremediğini, ne sorduklarını anlayamadıklarında ise aynı annesinin söylediği gibi anlamadığını belli etmemeye çalıştığını anlatmıştı. Annesi anlamadığı soruların neler olduğunu sormuştu. Anlamadığı bir şeyi nasıl anlatabileceğini bilememiş öylece bakakalmıştı. Dadısı Francesca'nın bağırışlarının bir benzerini duymuştu neticede. Okula kabul edilmesinin annesi için ne denli önemli olduğunun farkında değil miydi?

Değildi! Şimdiye kadar evde eğitim görmüştü bundan sonra da öyle yapabilirdi veyahut ablası gibi İstanbul'da bir okula gidebilirdi! Ne gerek vardı ki bu soğuk, yağmurlu, uzak şehre gelmeye? Cevap vermesi için sorulmuş bir soru olmadığından ve diğer başka sebeplerden bunları söyleyemedi pek tabii ki annesine. Gözlerini düşürüp, sessizliğini korudu.

Bu kadar uğraşıya rağmen iki kelimeyi bile anlayamıyor muydu? Bu konuda haklıydı annesi. Kendini bildi bileli Francesca'sı vardı ve o da her daim İngilizce konuşurdu.

Uçakta ve indiklerinde annesinin yüzüne bakmamasına üzülmekle yetinmişti. Elini bile tutmuyor oluşu korkularını körüklüyordu. Kalabalığın arasında gözden kaybolurlarken okula kabul edilmemeyi diliyordu.

Kızının dileklerinden habersiz ve ilgisiz, mülakattan bir hafta kadar sonra Kadriye Hanım okul yönetimi ve aile birlikleriyle görüşmüştü. Bu görüşmelerden sonra Kadriye Hanım her şeyi ayarlamıştı. Kurul biraz kararsız kalmıştı yalnızca, kararlarını vermelerine yardımcı olmak yetmişti. Biraz fazladan harcama ve bağışla, kızının kaydını yaptırdığında hayallerinin gerçek olduğuna dair inancı pekişmişti Kadriye hanımın. Her sene yalnızca altmış öğrenci kabul eden dünyanın en saygın okullarından birisine gidecekti kızı. Bunun ne manaya geldiğini kızına uzun uzadıya açıklamaya çalışmıştı. O okula kabulü; değişmez hayat standardının artık kesinlikle değişmeyeceği manasına geliyordu!

Küçük Uncuoğlu annesinin okul yönetimi ve aile birlikleriyle yaptığı görüşmelerden haberdar olmamıştı. Olması da gerekmiyordu... Sonuçta o okula gidecekti, lamı cimi yoktu.

Geçmişten GelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin