9. Bölüm

184 30 30
                                    

''Bir dostumu kaybettim, koltuktaki anahtar gibi...''



   Neredeyse hiç uyumadım. Gece geç yattığımdan ve heyecanlı olduğumdan dolayı, uyumak imkânsızdı. Heize'ye iyice sokuldum, sıcaklığı beni rahatlatıyordu. Gider gitmez onu çok özleyecektim ama en azından, ileride benimle birlikte burada yaşayabileceğine dair umudum vardı.

   Bugün kim elenecek diye merak ediyordum. Sormam yersiz olurdu, bu nedenle sormamıştım ama üzerinde durursam, Taeil olacağını tahmin edebiliyordum. Yohan ve Hyunjin, halk arasında popüler erkeklerdi -benden daha popüler- ve Jae-hyun ile Mark'ın bağlantıları vardı. Bense Chanyeol'ün kalbine sahiptim, yani bu durumda Taeil'ın tutunacağı pek bir şey kalmamıştı.

   Kendimi kötü hissettim, çünkü Taeil'a karşı gerçekten olumsuz bir şey düşünmüyordum. Keşke Jae-hyun gidecek olsaydı. Belki Chanyeol, o erkeği hiç sevmediğimi bildiğinden evine gönderirdi; burada rahat etmemi istediğini söylemişti.

   İç çektim, dün gece söylediği her şeyi düşünüyordum. Bunun mümkün olabileceğini hayal bile etmemiştim. Ben, Byun Baekhyun -bir Beş, bir hiç- Park Chanyeol'e -Bir, biricik?- nasıl âşık olabilirdim ki? Son iki senemi, kendimi ilerideki Altıncı sınıf hayatıma hazırlayarak geçirdikten sonra bu nasıl olmuştu?

   Kalbimin küçücük bir parçası sızladı. Bunu Jongin'e nasıl açıklayacaktım? Nasıl Chanyeol'ün beni seçtiğini ve benim de onunla birlikte olmak istediğimi ona söyleyecektim? Benden nefret edecek miydi? Bu düşünce, ağlamak istememe neden oldu. Ne olursa olsun, Jongin'in arkadaşlığını kaybetmeyecektim. Kaybedemezdim.

   Hizmetçilerim içeri girdiklerinde kapıyı çalmadılar ki bu her zamanki halleriydi. Daima dinlenebileceğim kadar dinlenmeme izin verirlerdi ve partiden sonra, gerçekten dinlenmeye ihtiyacım vardı. Fakat bir şeyler hazırlamak yerine, Jae nazikçe Heize'nin omzunu sıvazlayarak, uyandırmaya çalıştı.

   Döndüğümde, Linchen ve Dudu'nun ellerinde bir çanta taşıdıklarını gördüm. Yeni bir elbise miydi?

   Jae, ''Heize Hanım,'' diye fısıldadı. ''Uyanma vakti.''

   Heize, yavaşça kalktı. ''Biraz daha uyuyamaz mıyım?''

   Jae, üzülerek ''Hayır,'' dedi. ''Bu sabah, önemli işlerimiz var. Derhal annen ile babanın yanına gitmelisin.''

   ''Önemli işler mi?'' diye sordum. ''Neler oluyor?''

   Jae, Linchen'e baktı ve ben de gözlerini takip ettim. Linchen kafasını sağa sola salladı ve bu da konuşmayı sona erdirdi.

   Kafam karışmıştı ama umutluydum, yataktan çıkarken Heize'yi de kaldırmaya çalışıyordum. Annemizle babamızın kaldığı odaya gitmeden önce, Heize'ye sıkıca sarıldım.

   Heize gider gitmez, hizmetçilerime döndüm. Linchen'e ''Gittiğine göre artık açıklayabilir misiniz?'' diye sordum. Kafasını sağa sola salladı. Sinirlenerek oflayıp pufladım. ''Size anlatmanız için emir versem, faydası olur mu?''

   Bana baktı, ciddi bir ifadesi vardı. ''Emir daha yüksek yerden geldi. Beklemeniz gerekecek.''

   Banyomun kapısında dikildim ve onları izledim. Dudu'nun elleri, küvete avuç dolusu gül yaprağı serperken titriyordu ve Jae, makyaj malzemelerim ile saç tokalarımı hazırlarken kaşlarını çatmıştı. Dudu, bazen ortada sebep yokken titrerdi ve Jae de ara sıra dikkatini toplamaya çalışırken kaşlarını çatardı. Beni korkutan Linchen'in ifadesiydi.

   Daima, en korkunç ve güç durumlarda bile sakindi ama bugün, tüm vücudu endişeyle dolup taşıyordu. Sanki elleriyle suratındaki endişeyi silip atabilecekmiş gibi sürekli duraksayıp alnını ovuyordu.

꧁ELITE꧂Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin