''Sanırım, sanırım ikimiz de yandık. Çünkü bir şeyler doğru değil biliyorum. Bana neyin yanlış gittiğini söyleyebilir. Şu an kafam çok karışık bebeğim. Bir şey doğru değildi, biliyorum.''
''Merhaba?'' diye fısıldadım, Jongin'in dün bıraktığı talimatları takip ediyordum. Sadece batan güneşin örümcek ağı gibi işlenmiş perdelerden süzülerek aydınlattığı odaya dikkatlice girdim ama Jongin'in yüzündeki heyecanı da görebiliyordum.
Arkamdan kapıyı kapattım ve oda hemen yanıma koşarak üzerime atıldı.
''Seni özledim.''
''Ben de seni özledim. Şu resepsiyon ile çok meşguldüm, nefes alacak zamanı zor buldum.''
''Bittiğine memnunum. Buraya gelmekte zorlandın mı?'' diye şakasına sordu.
Güldüm. ''Cidden Jongin, bu iş için fazlasıyla iyisin.'' Aklına gelen fikrin bu kadar basit olması komikti. Kraliçe, söz konusu sarayı yönetmek olduğunda biraz fazla rahat davranıyordu. Ya da belki aklı başka yerde oluyordu. Sonuçta, akşam yemeğine katılmayı mecburi kılmadı: Odanda ya da aşağı katta yiyebilirdin. Hizmetçilerim beni yemek için hazırladılar ama ben yemek odasına gitmek yerine Lee Know'un eski odasına gittim. Neredeyse aşırı derecede kolay olmuştu.
İltifatımı anlayınca gülümsedi ve beni, odanın arka köşesine daha önce yerleştirdiği yastıkların üzerine oturttu. ''Rahat mısın?''
Başımla onayladım ve onun da oturmasını bekledim ama oturmadı. Bunun yerine, büyük bir koltuğu kapının önüne çekti ve daha sonra bir masayı sürükledi, yerde oturduğumuzda masa başımıza değiyordu. Son olarak, masada bıraktığı bir çıkını kaptı -kokusundan yemek olduğu anlaşılıyordu- ve önüme koydu.
''Neredeyse evdeki gibi, değil mi?'' Arkama geçti, böylece ben de bacaklarının arasında kaldım. Aldığımız pozisyon öylesine tanıdıktı ve yerimiz öylesine küçüktü ki gerçekten eski ağaç evimizi biraz hatırlatıyordu. Sanki sonsuza kadar yok olduğunu düşündüğüm bir şeyin bir parçasını almış ve özenle avucuma koymuştu.
''Daha bile iyi.'' Ona sokulurken iç çektim. Bir dakika sonra, parmaklarıyla saçımı düzelttiğini hissettim. İçimi titretti.
Bir süreliğine orada sessizce oturduk ve gözlerimi kapatıp Jongin'in nefesine yoğunlaştım. Chanyeol için de aynı şeyi yapmanın üzerinden çok uzun zaman geçmemişti. Fakat bu farklıydı. Eğer yapmam gerekseydi, kalabalığın arasından Jongin'in nefes alışını tanıyabilirdim. Ve onun da beni tanıdığı ortadaydı. Bu bir parçacık huzur, özlemle istediğim şeydi ve Jongin bunu gerçek kılmıştı.
''Ne düşünüyorsun Baek?''
''Birçok şey.'' İç çektim. ''Evim, sen, Chanyeol, Seçim, her şey.''
''Tüm bunlar hakkında ne düşünüyorsun?''
''Genellikle aklımı ne kadar çok karıştırdıklarını. Yani, tam bana olanları anlayabileceğimi düşünürken bir şeyler oluyor ve duygularım değişiyor.''
Jongin bir anlığına sessiz kaldı ve sorusunu sorduğunda sesi acıyla çıkıyordu, ''Bana karşı olan hislerin çok sık değişiyor mu?''
''Hayır!'' dedim, ona iyice sokuldum. ''Adlandırmak gerekirse, değişmeden kalan tek sensin. Eğer her şey tepetaklak giderse, senin burada, aynı noktada kalacağını biliyorum. Her şey çığırından çıksa ve sana olan sevgimi geri plana itse de daima var olacağını biliyorum. Mantıklı geliyor mu?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
꧁ELITE꧂
Подростковая литература꧁SELECTİON꧂kitabının devam serisidir. Birinci kitabı okumadan ikinci seriyi anlayamazsınız. "Babamdan gelen mektubu ellerimde tuttum. Jongin'in prens olamayacağımdan emin oluşu aklıma geldi. Halk oylamasında en sonuncu olduğumu hatırladım. Chanye...