''Büyülü bir şey, seninle baş başa olmak. Her şeyimi verirdim, hep bu kadar zarif ve hep burada olmak için... Hoşlanıyorum, sana bakmaktan. Her hareketin, benim bir zaafım. Zamanımı sana vermek, seninle yaşlanmak istiyorum.''
Sonraki iki gün boyunca tüm öğünlerimi odamda yedim, çarşamba akşamı yemek saatine kadar Hyunjin'den uzak durmayı başardım. O zamana kadar garip hissetmeyi keseceğimi düşünüyordum. Çok yanılmışım. Birbirimize sessizce tebessümler gönderdik ama ben kendimi konuşmaya zorlayamadım. Neredeyse, odanın diğer ucunda Jae-hyun ile Mark'ın ortasında oturuyor olmayı diliyordum. Neredeyse.
Tatlı servis edilmeden hemen önce, Chae-rin topuklu ayakkabılarının kaldırabileceği kadar hızla içeri daldı. Kraliçenin yanına gitmeden önce eğilerek selam verdi ve kraliçenin kulağına bir şeyler fısıldadı.
Kraliçenin ağzı açık kaldı ve Chae-rin ile birlikte odadan dışarı koşarak bizi yalnız bıraktı.
Sesimizi yükseltmememiz öğretilmişti ama o anda kendimize engel olamadık.
Jae-hyun, anormal bir şekilde endişelenerek ''Neler olduğunu bilen var mı?'' diye sordu.
Mark, ''Başlarına bir şey geldiğini düşünmüyorsun, değil mi?'' dedi.
Hyunjin nefes nefese ''Ah, hayır,'' dedi ve başını masaya yatırdı.
Taeil, ''Sorun yok Hyunjin. Biraz turta ye,'' diye önerdi.
Dilim tutulmuştu, olanların ne anlama geleceğini düşünmeye bile korkuyordum.
Hyunjin yüksek sesle, ''Ya yakalandılarsa?'' diyerek endişesini dile getirdi.
Mark, ''Yeni Asyalıların bunu yapacağını sanmıyorum,'' dedi ama endişeli olduğunu görebiliyordum. Chanyeol için mi endişeleniyordu yoksa bağlantısı olan insanlar nedeniyle şansını kaybedeceğinden dolayı mı endişeliydi emin değildim.
Jae-hyun usulca ''Ya uçakları düştüyse?'' dedi.
Kafasını kaldırdı ve suratındaki gerçek korkuyu görünce şaşırdım. Hepimizi susturmaya yetmişti.
Ya Chanyeol öldüyse?
Kraliçe Young-mi, Chae-rin ile birlikte geri döndü ve hepimiz merakla onu izledik. Işıltılar saçtığı için aniden rahatladık.
''İyi haberlerim var beyefendiler. Kral ve prens bu gece evlerine dönmüş olacaklar!'' diye şakıdı.
Hyunjin ile birlikte aynı anda sandalyelerimize yığılırken, Taeil da alkışlıyordu. O birkaç dakikada vücudumun ne kadar gerildiğini fark etmemiştim.
Chae-rin söze başladı. ''Son birkaç günleri oldukça yoğun geçtiği için büyük kutlamalardan vazgeçtik. Yeni Asya'dan ne zaman ayrılacaklarına bağlı olarak, yatma vaktinden önce onları görebileceğimiz bile şüpheli.''
Kraliçe sabırlı bir şekilde, ''Teşekkür ederim Chae-rin,'' dedi. Gerçekten kimin umurundaydı ki? ''Beni affedin beyefendiler ama yapmam gereken işler var. Lütfen tatlılarınızın tadını çıkartın ve güzel bir gece geçirin,'' dedi, sonrasında döndü ve sanki ayakları yere basmıyormuş gibi uçarak kapıdan geçip gitti.
Hyunjin dakikalar sonra gitti. Belki de eve hoş geldin kartı hazırlıyordu.
Ben de hızlıca yedim ve üst katın yolunu tuttum. Odama giden koridorda yürürken, beyaz bir şapkanın altındaki sarı saçların bir anlığına parladığını ve hizmetçi üniformasının beyaz ceketinin dalgalanarak merdivenlerin uzak ucuna gittiğini gördüm. Bu Dudu'ydu ve ağlıyordu. Fark edilmeden gitmeye öylesine niyetlenmişti ki arkasından seslenmemeye karar verdim. Odama giden köşeyi döndüğümde kapımın ardına kadar açık olduğunu gördüm. Kapı seslerini gizlemediğinden dolayı, Linchen ile Jae'nin tartışması koridora taşmıştı ki oradan her şeye kulak misafiri oldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
꧁ELITE꧂
Teen Fiction꧁SELECTİON꧂kitabının devam serisidir. Birinci kitabı okumadan ikinci seriyi anlayamazsınız. "Babamdan gelen mektubu ellerimde tuttum. Jongin'in prens olamayacağımdan emin oluşu aklıma geldi. Halk oylamasında en sonuncu olduğumu hatırladım. Chanye...