''Senin iyi tavsiyelerini veya iyi hissetmem için nedenlerini istemiyorum. Bana sanki beni anlıyormuşsun gibi bakma... Bunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsun.''
Kendimi kaybettim ve yol boyunca çığlık attım. Muhafızlar beni öyle sıkı tutuyorlardı ki vücudumda morluklar oluşacağını biliyordum ama umursamıyordum. Savaşmak zorundaydım.
Muhafızlardan birinin, ''Odası nerede?'' diye sorduğunu duydum ve ona dönüp baktığımda bir hizmetçinin koridorda yürüdüğünü gördüm. Onu tanıyamadım ama belli ki o beni tanıyordu. Kapıma varıncaya kadar muhafızlara eşlik etti. Hizmetçilerimin, bana karşı gösterilen bu davranışı protesto ederek bağırdıklarını duydum.
''Sakin olun beyefendi, böyle davranamazsınız.'' Beni yatağıma fırlattıklarında, muhafızlardan biri homurdanıyordu.
''Odamdan çıkıp cehennem olup gidin!'' diye bağırdım.
Gözyaşlarına boğulan hizmetçilerim, etrafıma üşüştüler. Jae, düştüğümde takım elbiseme bulaşan kiri temizlemeye başladı ama vurarak elini uzaklaştırdım. Biliyorlardı. Biliyorlardı ve beni uyarmamışlardı.
''Siz de!'' diye bağırdım. ''Hepiniz dışarı! ŞİMDİ!''
Bu sözlerim karşısında irkildiler ve Dudu'nun küçük vücudunun sarsılarak titremesi, neredeyse söylediklerimden pişmanlık duymama neden olacaktı. Fakat yalnız kalmak zorundaydım.
Linchen, diğer iki hizmetçiyi de yanına alarak, ''Üzgünüz beyefendi,'' dedi. Yohan'a ne kadar yakın olduğumu biliyorlardı.
Yohan...
''Sadece çıkıp gidin,'' diye fısıldadım, dönüp suratımı yastığıma gömdüm.
Kapı kapanır kapanmaz, ayakkabımın düşürmediğim tekini de çıkarttım ve yatağa iyice yerleştim, sonunda yüzlerce minik detayın anlamını kavrıyordum. Demek paylaşmaktan çok korktuğu sırrı buydu. Chanyeol'e âşık olduğu için değil Jun-seo'dan ayrılmak istemediği için buradan ayrılmak istemiyordu.
Yaşanan onlarca şey, bir anda anlamını buldu: Neden bazı yerlerde durmayı tercih ettiği ya da neden kapılara gözlerini diktiği. Sebebi Jun-seo'ydu; o, oradaydı. Swendway kralı ve kraliçesi geldiğinde ve Yohan güneşin altından çekilmeyi reddettiğinde... Sebebi Jun-seo'ydu. Tuvaletten çıktığımda Jun-seo'ya çarpmıştım ve o da orada Yohan'ı bekliyordu. Sebebi hep Jun-seo'ydu, sessizce yanımızda duran, belki orada burada Yohan'ı birkaç kere öpmüş ve gerçekten birlikte olabilecekleri anı beklemişti.
Hiçbir şeyi umursamamasını sağladıysa, bu kadar şeyi riske attırdıysa, acaba Yohan onu ne kadar çok sevmişti?
Bu nasıl gerçek olabilirdi ki? Mümkün görünmüyordu. Bunun gibi bir şeyin cezası olacağını biliyordum ama cezayı çeken Yohan olmuştu, artık aramızdan gitmişti... Anlayamıyordum.
Midem sızladı. Bunlar kolaylıkla benim başıma gelmiş olabilirdi. Eğer Jongin ile ikimiz çok dikkatli olmasaydık, biri dün dans pistindeki konuşmalarımızı duymuş olsaydı, bu bizim başımıza gelebilirdi.
Yohan'ı bir daha görebilecek miydim? Onu nereye yollayacaklardı? Annesiyle babası onunla ilişkisini kesecek miydi? Jun-seo'nun muhafız olup, İki statüsüne kavuşmadan önce hangi sınıftan olduğunu bilmiyordum ama tahminlerime göre Yediydi.
Yedi, çok düşük bir sınıftı ama Sekiz ile kıyaslandığında, açık ara daha iyiydi.
Artık Yohan'ın Sekiz olduğuna inanamıyordum. Bu gerçek olamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
꧁ELITE꧂
Teen Fiction꧁SELECTİON꧂kitabının devam serisidir. Birinci kitabı okumadan ikinci seriyi anlayamazsınız. "Babamdan gelen mektubu ellerimde tuttum. Jongin'in prens olamayacağımdan emin oluşu aklıma geldi. Halk oylamasında en sonuncu olduğumu hatırladım. Chanye...