''Kaçmıyorum. Acıyı hissedeceğim ve kalacağım. Tekrar kaçmıyorum, korkmama rağmen... Evet, korkuyu hissettim ama bunu zorla kabul ediyorum."
Chae-rin, sunumum için ihtiyacım olanları sorduğunda, ona birkaç kitap koyacak bir masa ve tasarladığım poster için bir şövale dedim. Özellikle posterim için heyecanlanıyordu. Burada sanata yakınlığı olan tek erkek bendim.
Hiçbir şeyi unutmayayım diye konuşmamı not kartlarına yazarak, sunum ortasında bana kaynak sağlayacak kitapların sayfalarını işaretleyerek ve beni özellikle endişelendiren kısımları ayna karşısında tekrarlayarak saatlerimi geçirdim. Ne yaptığımı pek düşünmemeye çalışıyordum; yoksa bütün vücudum titremeye başlıyordu.
Linchen'e, masum görünecek bir takım elbise dikmesini söyledim ki bu, kaşlarının dikilmesine neden oldu.
Şakasına, ''Sanki sizi hep iç çamaşırlarınızla dışarı gönderiyormuşuz gibi konuştunuz,'' dedi.
Kıkırdadım. ''Demek istediğim kesinlikle bu değildi. Bana diktiğiniz tüm takım elbiselere bayıldığımı biliyorsun. Ben sadece... Melek gibi görünmek istiyorum.''
Kendi kendine gülümsedi. ''Sanırım bir şeyler ayarlayabiliriz.''
Çılgınlar gibi çalışıyor olmalıydılar, çünkü Linchen'i, Dudu'yu ya da Jae'yi Rapor gününde, son bir saat kala içeri takım elbiseyle birlikte girdikleri andan önce görmedim. Beyaz, parlak ve tiril tirildi, ceketin sağ tarafından aşağıya inen uzun, mavi ile yeşil tonlarında bir tülü vardı. Takım elbisenin alt kısmı bulutları andırıyordu ve bel kısmına dikilen altın rengi zincirler usturuplu ve zarif görünmesine katkıda bulunuyordu. Kendimi bu takım elbisenin içinde çok hoş hissettim. Şu ana kadar benim için tasarladıkları şeyler arasında açık ara favorimdi ve işlerin bu şekilde yürümesine sevinmiştim. Muhtemelen giyeceğim son takım elbise bu olacaktı.
Planımın sır olarak kalmasını sağlamak zordu ama başardım. Erkekler ne yaptığımı sorduklarında, kısaca bir sürpriz olacağını söyledim. Buna karşılık birkaç şüphe dolu bakışla karşılaştım ama umursamadım. Hizmetçilerime, masamdaki hiçbir şeye dokunmamalarını, hatta temizlik dahi yapmamalarını söyledim ve onlar da itaat ederek ters çevrilmiş notlarımı öylece bıraktılar.
Kimse bilmiyordu.
En çok söylemek istediğim kişi Jongin'di ama kendime engel oldum. Bir yanım, konuşarak beni vazgeçireceğinden ve buna göz yumacağımdan korkuyordu. Diğer yanım ise aşırı hevesli olmasından korkuyordu.
Hizmetçilerim beni güzelleştirmek için çalışırken, aynaya gözlerimi diktim ve bu işte tek başıma olduğumu biliyordum. Ve bu, herkesin iyiliği içindi. Kimsenin başının -hizmetçilerimin, diğer erkeklerin ya da özelikle Jongin'in- yapacaklarım yüzünden derde girmesini istemiyordum.
Artık yapmam gereken tek şey, işleri düzene sokmaktı.
''Linchen, Jae, lütfen gidip bana çay getirebilir misiniz?''
Birbirlerine baktılar. Jae, ''İkimizde mi?'' diyerek durumu açıkladı.
''Evet, lütfen.''
Şüphelenmiş gibiydiler ama eğilerek selam verip gittiler.
Onlar gider gitmez Dudu'ya döndüm.
''Yanıma otur,'' diyerek onu davet ettim, tutup oturduğum koltuğu çektim. Oturdu ve ben de ona kısaca ''Mutlu musun?'' diye sordum.
''Beyefendi?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
꧁ELITE꧂
Teen Fiction꧁SELECTİON꧂kitabının devam serisidir. Birinci kitabı okumadan ikinci seriyi anlayamazsınız. "Babamdan gelen mektubu ellerimde tuttum. Jongin'in prens olamayacağımdan emin oluşu aklıma geldi. Halk oylamasında en sonuncu olduğumu hatırladım. Chanye...