''Pençe ettik, kalplerimizi boş yere zincirledik. Zıpladık, asla neden diye sormadık. Öpüştük, senin büyüne kapıldım. Kimsenin inkar edemeyeceği bir aşk. Tek istediğim duvarlarını yıkmaktı. Senin tüm yaptığın beni yıkmaktı. Ve şimdi, biz yerdeki külleriz.''
Ağacın köküne oturdum, dizlerimi göğsüme çektim, bekledim. Annem hep kaybolduğumuzda böyle yapmamız gerektiğini söylerdi. Bu, neler olduğunu düşünmek için zaman kazandırırdı.
Nasıl olmuştu da asiler ki gün üst üste saraya girebilmişlerdi? İki gün üst üste! Seçim başladığından bu yana dışarıda işler o kadar berbat bir hale mi gelmişti? Carolina'da gördüklerim ve sarayda deneyimlediklerim göz önüne alındığında, bu eşi benzeri görülmemiş bir şeydi.
Bacaklarım birçok yerinden çizilmişti ve artık saklanmadığım için sonunda acıyı hissedebiliyordum. Kalçama doğru bir yerde de morluk vardı ama nasıl oluştuğundan emin değildim. Susamıştım ve yere yerleştiğimde, günün getirdiği duygusal, zihinsel ve fiziksel yorgunluktan dolayı bitkin hissediyordum. Ağaca yaslayarak kafamı dinlendirdim, gözlerimi kapattım.
Uyumaya niyetlenmemiştim. Fakat uyudum.
Bir süre sonra, uzaktan gelen ayak sesleri duydum. Gözlerim aniden açıldı ve orman hatırladığımdan daha karanlıktı. Ne kadar süredir uyuyordum?
Yapmak istediğim ilk şey, ağaca geri tırmanmaktı ve asi kızın çantasından geriye kalanları ezerek diğer uca koştum. Fakat daha sonrasında insanların bana seslendiğini duydum.
Birisi, ''Beyefendi Baekhyun!'' dedi. ''Neredesiniz?''
Diğeri, ''Beyefendi Baekhyun?'' diye seslendi. Bir süre sonra yüksek tonda bir ses, bir emir duyuldu. ''Her yere baktığınızdan emin olun. Eğer onu öldürdülerse, onu asmış ya da gömmeye çalışmış olabilirler. Dikkat kesilin.''
Adamlar, ''Evet efendim,'' dediler hep bir ağızdan.
Ağacın ardından göz attım, seslere yoğunlaşmaya çalıştım. Gölgeler arasındaki siluetleri seçebilmek için gözlerimi kıstım, gerçekten beni kurtarmak için geldiklerinden emin değildim. Fakat hafifçe topalladığı halde hızlı hareket eden bir muhafız, sonunda güvende olduğuma emin olmamı sağladı.
Batan güneşin yansıması, Jongin'in suratının ufak bir kısmını aydınlatınca koştum. ''Buradayım!'' diye bağırdım. ''İşte buradayım!''
Jongin'in kollarına koştum, bir kereliğine kimin gördüğünü umursamadım. ''Tanrıya şükür,'' diyerek nefesini saçlarıma üfledi. Sonra, diğerlerine dönerek, ''Onu buldum! Yaşıyor!'' dedi.
Jongin, önce beni eğdi sonra da kucağına aldı. ''Cesedini bir yerlerde bulacağız diye ödüm koptu. Yaralandın mı?''
''Biraz bacaklarımdan.''
Bir saniye sonra, birkaç muhafız etrafımızı çevreledi, Jongin'i yaptıkları işten dolayı tebrik ettiler.
Görevin başındaki muhafız, ''Beyefendi Baekhyun,'' dedi. ''Hiçbir yeriniz yaralandı mı?''
Kafamı sağa sola salladım. ''Sadece bacaklarımda bazı çizikler var.''
''Sizi incitmeye çalıştılar mı?''
''Hayır. Bana yetişemediler.''
Biraz şaşırmış gibi görünüyordu. ''Diğer erkeklerin hiçbiri koşarak onları geçemezdi, hiç sanmıyorum.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
꧁ELITE꧂
Teen Fiction꧁SELECTİON꧂kitabının devam serisidir. Birinci kitabı okumadan ikinci seriyi anlayamazsınız. "Babamdan gelen mektubu ellerimde tuttum. Jongin'in prens olamayacağımdan emin oluşu aklıma geldi. Halk oylamasında en sonuncu olduğumu hatırladım. Chanye...