Onlara üzülmeyi helal, mutluluğu haram kıldılar.
---
NEVRA ARGUN'dan
Bir silah patladı. Birisi çığlık attı. Bu ben miydim? Korku ile dizlerimi kendime çekip, ellerimi kafama sardım kendimi korumak için. Böyle kendimi nasıl koruyabilirdim? Bir silah daha patladı. Sofranın üzerindeki çay bardağım kırıldı. Bu seferki çok yakındı. Resmen açık hedeftim.
"Nevra!"
Yanıma koşarak gelen Ulaç kollarını ellerimle sardığım kafama sardı.
"Korkma!"
Sofranın altındaki telefonum çaldı o sırada. Ulaç telefonu alıp, açtı ve hoparlörlere aldı.
"Ölmek içinde yaşamak içinde geç kaldınız. Korkun, daha ölmediğiniz için korkun. Ne zaman öleceğinizi bilmediğiniz için korkun. Şunun içinde şükredin. Şu an ölmeyeceksiniz!"
Ve arama sonlandı. Ulaç kollarını üzerimden çekip, kolumu tuttu ve hızla eve doğru koştuk. İçeri girdiğimizde ben nefes nefese kalmıştım. Bacaklarım titriyordu. Daha fazla dayanamayıp dizlerimin üzerine düştüm. Artık hepsi çok fazla gelmişti üzerime. Aldığım tek bir nefesi bile zorlukla alıyordum. Ulaç dizlerinin üzerine çöktü ve kollarını bana sardı. Çenesini boyun girintime sokup, eliyle belimi okşadı.
"Sakinleş güzelim. Sakinleş, sen sakin olmazsan eğer benim elime ayağıma dolaşacak."
Diye fısıldadı. Nefesimi düzene sokmaya çalışırken biraz daha rahatlamıştım. Ulaç elindeki telefonumdan polisi aradı. 1 saat içerisinde kapımızı çaldılar. Ben içeride otururken Ulaç ta polislerle görüştü. Çevreye göz atıldı. Daha sonra çevrede bulunan kamera kayıtları incelendi. Sadece bir kayıtta yüzü kar maskeli bir adam vardı. O da elde sıfıra eşitti. Ateş eden de bu adam olmalıydı büyük ihtimalle. Ama kimdi bu adam?
Polisler gittikten sonra bizde birkaç dakika içinden evden çıkıp, arabaya bindik. İstanbul'a, eve doğru yola çıkmıştık. Elimi çenemin altına yaslamış dışarıyı izliyordum. Hava bozmuştu. Beyaz olan bulutların yerini griler almıştı. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Arabanın camını araladım. Dışarıdan gelen toprak ve ağaçlardan yayılan kokuyu içime çektim. Yağmurun sesi sakinleştirici olarak aşılanırken damarlarıma mayışmaya başladım. Gözlerimi ağır ağır kırpıştırdım ve uykuya teslim oldum.
---
Hüzün iki şey getirir. Birincisi uykusuzluk. Düşünmekten uyutmaz seni. İkincisi uyku. Düşünmekten kaçtığın için uyutur seni ama ne uykunda ne de uykusuzluğunda rahat verir sana.
---
Kafamın düşmesi ile uyandım. Gözlerimi kırpıştırırken oturuşumu düzelttim. Görüş alanıma binalar ve şehir hayatı girmişti.
"Daha ne kadar yolumuz var Ulaç?"
Bakışlarımı camdan çekip Ulaç'a döndüm. O da bakışlarını bir süreliğini bana çevirdi.
"1 saate varmaz evdeyiz."
Diye beni kısaca cevapladıktan sonra bakışlarını tekrar yola çevirdi. Sonrasında dediği gibi 1 saat içerisinde evde olduk. Emniyet kemerimi çözüp arabadan indim. Ulaç ta arabadan inince kapıları kilitledi. Daha sonra beraber eve girdik. Ulaç eve girer girmez üst kata çıktı. Bende mutfağa girip su ısıtıcısına su koydum. İki kupa çıkarıp içine kahve koydum. Ulaç'ın kahvesini koyu ve şekersiz yaparken kendi kahvemi sütlü yaptım. Ulaç kolunda ceketi, boştaki eli ile kulağındaki telefonuyla mutfağa giriş yaptı. Kulağındaki telefonu indirip görüşmesine son verdi. Üzerini değiştirmişti. Dışarı çıkacaktı sanırım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOPUK
Roman d'amourKüçük kız kısa bacaklarının izin verdiği kadar oturduğu salıncakta bir ileri bir geri gidiyordu. Arkasında onu gökyüzüne yaklaştıran hiç kimsesi yoktu. Kavradığı zincirleri sıkıp durdu. Omuzları düşerken ellerini zincirlerden çekmek üzereydi ki bir...