Her gün umutlarımla yıkanırken dışarı çıkınca acı yağıyordu gri bulutlardan. Annesiz ve babasız bir çocuktum. Sevgiye muhtaç acıya teslim olmuş bir çocuk. Acı bitecekti ki geriye sadece umut kırıntıları kalasın. Her şeyin biteceğini hissettiren kırıntılar...Ama ne acım geçiyordu ne de geriye dönüp baktığımda bir umut kırıntısı bulabiliyordum.
Üzerinde uyuduğum yataktan doğrularak göz kapaklarımı kırpıştırarak açtım. Yerimde gerinirken üzerime örtülü pikeyi fark ettim. Zihnime kapıyı kilitlemeden uyuya kaldığım düşüncesi düşerken kendime kızdım. Cidden bir yabancının evinde olduğumun bilincindeyken, kapıyı kilitlemeyip nasıl uyuya kalırdım? Böyle bir sorumsuzluğu nasıl yapardım? Üzerimdeki pikeyi kenara iterken ciğerlerimi oksijenle doldurup yerimden kalktım. Yatarken dağılan salık saçlarım önüme gelirken bileğimdeki tokayla toplayıp odadan çıktım. Merdivenleri inerken adımlarım beni oturma odasına getirmişti. Gördüğüm görüntü ile çatık kaşlarım düzleşmişti. Bakışlarım koltuğun üzerinde, üstünde neredeyse düşmek üzere olan diz üstü bilgisayarı ile yattığı yerde uyuya kalmış Ulaç'ın üzerinde gezindi. Adımlarım ona bir bir yaklaşırken koltuğun başında durdum. Üstündeki bilgisayarı alıp cam masanın üzerine koydum. Bakışlarımı tekrar Ulaç'a çevirirken yüz hatlarını incelemeye başlamıştım. Sonbahar rengi gözlerini, göz kapakları örtmüştü. Uzun kirpikleri vardı gözlerini çevreleyen. Yüz kemikleri belirgindi. Burunu ise yüzüyle orantılıydı. Dudakları ise... Ben bu adamın yüzünü niye en ince ayrıntısına kadar inceliyordum ya? Kaşlarım yine çatılırken, O gözlerini açtı. "Sanki sonbaharlarında çiçek açtı." dedi içimdeki ses benim ona karşı hissizliğime inat.
"Bu bir rüya ise uyanmak istemiyorum."
Dedi göğsü yukarı inip kalkarken içine derin nefesler çekti.
"Ama kokunu ciğerlerimde hissediyorum. Rüyada hissedilmez ki. Rüyada eşsiz kokun olamaz ki."
Ne ince ne de kalın olan dudaklarına dişlerini gösteren bir gülümseme yapıştırıp,
"Bir de bu bir rüya olsa gülen gözlerinle bakıyor olurdu gözlerin gözlerime."
Ben çatılı kaşlarımı düzeltip düz bakışlarla bakarken bu sefer yattığı yerden doğrularak ayağa kalktı. Eli çenesinin altındaki hafif çıkmış sakallara giderken adımları oturma odasından çıktı. Ona yetişip kolundan tuttum. Bedenini bana çevirirken bakışları şaşkındı. Yaptığımın bilincine varıp parmaklarımı kollarından çektim
"Biraz konuşabilir miyiz?"
Diye sordum tok tuttuğum sesimle.
"Tabi ki de ama önce kahvaltı yapalım."
Dedi. Benim sesimin aksine kendi sesini yumuşak tutmuştu. Dudaklarındaki gülümsemesini de sunup arkasını dönüp mutfağa girdi. Yavaş adımlarla peşinden giderken mutfak kapısının önünde durdum. O dolaptan 2 adet yumurta çıkarırken bana döndü.
"Ben çayı koyup, krep yapacağım sende o sırada ister masaya geç."
Derken çaydanlığa su doldurdu. Bende beklediğim kapının önünden içeri girip kapattığı buz dolabının kapağını açıp dolaptan zeytin, peynir, nutella , bal kısacası kahvaltılıkları çıkardım. Çıkardıklarımı masaya dizip, kapanan dolabın kapağını tekrar açtım. Domates, biber, salatalık çıkarıp, üst dolaplardan kahvaltılık kaseler çıkarırken, alt çekmecelerden bıçak çıkarıp, önüme kesme tahtasını çektim. Domatesleri yıkarken bakışlarım, tavanın üzerindeki krepleri havaya atıp ters çeviren Ulaç'a kaydı. Yüzünde gülümsemesiyle tavadaki krepi yaptıklarının üzerine koydu. Bakışlarını bir an bana çevirince, göz göze geldik. Ben yakalanmış olmanın utancıyla önüme dönüp kesme tahtasının üstüne koyduğum domatesi kesmeye başlamıştım ki bıçak elimden kayıp kesme tahtasının üstüne düştü. Parmağımın üstündeki ince çizgiden kırmızı sıvı çıkmaya başlamışken Ulaç'ın eli bileğimi kavramıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOPUK
RomanceKüçük kız kısa bacaklarının izin verdiği kadar oturduğu salıncakta bir ileri bir geri gidiyordu. Arkasında onu gökyüzüne yaklaştıran hiç kimsesi yoktu. Kavradığı zincirleri sıkıp durdu. Omuzları düşerken ellerini zincirlerden çekmek üzereydi ki bir...