Göz kapaklarımı, vücudumun her yerine bir virüs gibi yayılan ağrı ile açtım. Bir elim başımda bir elimde yataktan destek alarak yattığım yerden doğruldum. Hareket etmem ile vücudumu saran ağrı başımda toplanıp gözlerimin önünde siyah noktalar oluşmaya başlamıştı. Gözlerimi sıkıca yumup kendime gelebilmek için bir müddet kendime izin verdim.
Yavaş hareketlerle üzerimdeki pikeyi atıp kalktım. Odadaki dolaplara ve çekmecelere bakıp ilaç aramıştım ama bulamayınca odadan çıktım ve banyoya girdim. Bir an önce bir ağrı kesici bulsam iyi olurdu çünkü ağrı saniyeler geçtikçe artmaya başlıyordu. Sağlık çantasının bulunduğu en alt çekmeceyi açıp çantayı çıkardım. Çantayı açıp içini karıştırmaya başladım ama ağrımı birazcık hafifletecek hiçbir şey yoktu. Çantayı yerine koyup banyodan çıktım. Başımı öne eğip şakaklarıma masaj yapmaya başladım. Dudaklarımdan acı çektiğimi belirten bir inilti dökülürken önümde gördüğüm ayaklar ve kolumu saran el ile kafamı kaldırdım. Burnumdan ciğerlerime nüfuz eden hoş kokunun sahibi ile onun zaten o olduğunu anlamıştım. Gözlerinde sonbaharı barındıran adam. O sonbaharlarında çiçekler açan adam. Güzel seven adam. Ve...sevgisine karşılık veremediğim, veremeyeceğim adam.
"Neyin var?"
Neden onu daha önce görmüşüm gibi hissediyordum? Daha önceden de kastım çok daha önce. Sanki çok daha önce onunla karşılaştık ve kısada olsa bir diyaloğumuz oldu. Onu ilk gördüğümden beri...Doğrusu gözleri...Onun gözleri, bakışları, bakışlarındaki ışıltıyı ilk gördüğümden beri zihnimin kurcaladığı sorulardan biriydi bu. Biz daha önce karşılaş mıydık? Bir türlü sormaya fırsatım olmayan sorulardan bir tanesi...
"Başım...Ağrı kesici herhangi bir ilacın var mı?"
Cevap vermek yerine tuttuğu bileğimi nazikçe çekerek beni bir odaya soktu. Burası onun çalışma odası olmalıydı. Duvardaki ecza dolabına doğru adımlayıp bir kutu ilaç çıkardı. Masanın üzerinde bulunan sürahiden bardağa su doldurup önce avcuma ağrı kesici tableti bıraktı. Hiç düşünmeden ilacı ağzıma atarken uzattığı bardağı da alıp ilacı su ile beraber mideme gönderdim.
"Teşekkür ederim."
Dedim. Ama o tek bir kelime bile etmemişti. Bakışları üzerimde gezinirken kendimi biraz tedirgin hissettim.
"Etme."
Diyerek beni odada yalnız bıraktı. Arkasından şaşkınlıkla bakarken acaba bana son olanlardan dolayı kırıldı mı diye düşünmeye başladım. Sonra düşüncelerimin içinde boğulmaya son verip bakışlarımı geniş ve ferah odada gezdirdim. Çalışma masasının üzerinde açık kalmış üzerinde ayraç olan bir kitap dikkatimi çekerken kitabı incelemek için masanın diğer tarafına geçtim. Açık sayfaya şöyle bir göz gezdirirken birkaç cümle dikkatimi çekti.
Sarılmak gibidir güven. Sevilmekten her zaman için daha iyidir. Güvensizlikse yalnızlıktır, dalından düşen yapraktır, kırılmışlıktır, kayboluştur...
Sayfayı çevirip kitabı biraz daha incelerken gözüme başka bir cümle takıldı.
Dokunmak, güven sorununu çözmede ve mutsuzluğu teselli etmede en çok fayda sağlayan eylemdir.
Kitabı kapatıp yerine koyarken masanın üzerindeki çerçeveler dikkatimi çekti. Çerçevelerden biri boştu. Birinde 3 erkek çocuğu ve bir kız çocuğunun oyun oynarken çekilmiş bir fotoğraf karesi varken bir diğerinde de bir kadın ve adam ellerinden tuttukları bir erkek çocuğu ile kameraya gülümsüyordu. İki fotoğrafta da dikkatimi çeken ela gözlü erkek çocuğuydu. Bu çocuğu daha önce görmüştüm ama nerede ve ne zaman gördüğümü zihnim hatırlamama izin vermiyordu. Ve bu çocuk tahminimce yaşı 11-12 yaşlarında olan Ulaç'dı. Toparlanıp odadan çıkmaya hazırlanıyordum ki başımın eskiye oranla daha az ağrıdığını fark ettim. Merdivenlerden inerken mutfaktan Beren'in sesi yankılanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOPUK
RomansaKüçük kız kısa bacaklarının izin verdiği kadar oturduğu salıncakta bir ileri bir geri gidiyordu. Arkasında onu gökyüzüne yaklaştıran hiç kimsesi yoktu. Kavradığı zincirleri sıkıp durdu. Omuzları düşerken ellerini zincirlerden çekmek üzereydi ki bir...