"Umudunu asla kaybetmemeli insan..."
Benim bir umudum var mıydı? Tek hissettiğim şey bir gün kopuk hayatımı bağlayacak bir yer bulacağım. Evet vardı. Benim de bir umudum vardı. Ama hayallerimi gerçekleştirirken densizin birinin yanında olmasına izin vermeyeceğim. Bu densiz ne Nihat şerefsizi olsun ne de peşimdeki telefon sapığı fark etmez. Beni üzen kimsenin yanımda olmasına müsaade etmeyeceğim. Elimdeki postişi buruşturup polarımın cebine koydum. Önümdeki kitaptan ödevle ilgili konuları bulup önemli yerleri çantamdan çıkarttığım deftere not almaya başladım. Zaman çok çabuk geçiyordu ama bu ödev bir türlü bitmiyordu. Bir süre sonra kütüphanenin sıcak havası ve sessizliğinden dolayı iyice mayışmıştım. Uyumamak için gözlerimle bir savaş içerisindeydim. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Parmaklarımın arasındaki kalem defterin üzerine düşerken, en sonunda uyku gelip gelip mavi gözlerimi perde görevi gören göz kapaklarım örtmüştü. Şimdi tek gördüğüm karanlık sonsuz bir boşluktu.
3 SAAT SONRA
Tıkırtı sesleri kollarımın arasından sızan ışıkla gözlerimi açtım. Oturduğum yerde dik bir konuma gelip gözlerimi ovdum. Önümdeki kitabın üzerine yatmaktan kitabın sayfaları katlanmıştı. Kitabı kapatıp telefonumdan saate bakıp eve gitmek için ne kadar vaktim olduğuna baktım. Bir saat daha şu sıkıcı ödevle uğraşsam bitirebilirdim belki. Kalemimi elime alıp kaldığım yerden not almaya devam ettim. Şimdiye kadar beş sayfa yazıyı anca yazabilmiştim.
1 saatin sonunda yazma işini bitirmiştim. Yazdıklarımı kontrol amaçlı bir kez daha okudum ve defterimi kapatıp çantama koydum. Sandalyeyi geriye çekip kalktım ve çantamı tek omzuma takıp masanın üzerindeki telefonumu da alıp kütüphaneden çıktım. Eve gitmek istemiyordum. Nihat şerefsizinin yüzünü ne kadar az görsem benim yararımaydı. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Adımlarımın beni götürdüğü yere gidecektim. Sokaklar bomboş ve ıssızdı. Bu sessizlik ten sıkılıp kulaklığımı çıkarıp telefonuma taktım. Adına bile bakmadan bir şarkı açıp ıssız sokakta yürümeye devam ettim.
---
Adımlarım beni sabah otobüsle yanından geçtiğim para getirmişti. Girişten içeri baktım. Çocuklar gülüş ve hareketleri ile parkı süslüyordu. Gözümü oturmak için bir bank kestirip ilerlemeye başladım. Çocuklara uzak bir yere oturmuştum. Onların mutluluğunu uzaktan izlemek için zaten çocukluğumdan beri parkların dış kapısından çocukların mutluluğuna seyirci olmuştum. Bir süre daha müzik eşliğinde çocukları seyrettim.
Kolumdaki dürtülme ile bakışlarımı o tarafa çevirdim. 7-8 yaşlarında, elinde siyah bir gülle, siyah saçlı mavi gözlü bir çocuk bana gülümsüyordu. Kulağımdaki kulaklığı çıkarıp bende çocuğa gülümsedim. Elindeki tek gülü uzatıp konuşmak için küçük dudaklarını kıpırdattı.
"Abla bunu sana yakışıklı prensin göndermiş."
Çocuğa saf, saf bakıyordum. Elindeki güllü daha çok uzattı almam için. Elinden gülü alıp konuşmak için dudaklarımı araladım.
"Bunu kim gönderdi?"
Sorduğum soru ile çocuk gülümsemesine gülümseme ekledi
"Dedim ya abla yakışıklı prensin gönderdi."
Sözünü bitirip arkasını dönüp parkın kapısına kadar koştu. Üzerinde siyah polar olan şapkası ile kendini gizleyen birinin yanına gitti. Yanına gittiği adam eğilip çocuğun saçlarını okşadı. Cebinden çikolata çıkarıp alması için çocuğa uzattı. Çocuk gülümseyip elinden çikolatayı aldı ve adama bir şeyler deyip tekrar parka girip arkadaşlarının yanına doğru koştu. Bakışlarımı siyah polarlı adama çevirdim. Cebinden çıkardığı telefondan bir şeyler yapıyordu. Elimde titreyen telefonla bakışlarımı telefona çevirdim. Tuş kilidini açıp mesajlara girdim.
![](https://img.wattpad.com/cover/143659302-288-k775207.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOPUK
RomansaKüçük kız kısa bacaklarının izin verdiği kadar oturduğu salıncakta bir ileri bir geri gidiyordu. Arkasında onu gökyüzüne yaklaştıran hiç kimsesi yoktu. Kavradığı zincirleri sıkıp durdu. Omuzları düşerken ellerini zincirlerden çekmek üzereydi ki bir...