twenty one

482 63 134
                                    

"..Son olarak, en ufak kötü veya dalgın hissedişinde bana haber vermeni istiyorum. Anlaştık mı Jaemin?"

Uzun süredir abartısız belki on beş görev vermişti bana. Yapmam gerekenler yani falan filan. Onu çok da dinlemediğimi son maddesinde fark ettiğini ismimi kullanmasından anlamıştım.

"Ya hep dalgınsak ne yapıyoruz?"

"Sadece senin için endişeleniyorum Jaemin." Benden bezmiş olacak ki suratını asıp koltuğa oturdu.

"Tamam, anlıyorum. Ama fazla gerginsin ve bunu istemiyorum."

Bana gerçekten kendimi aptal hissetmemi sağlayan sert bakışlar attı. Biraz daha bakmaya devam etseydi gözlerinin dile geleceğinden emindim, yemin ederim.

Ayağa kalkıp baş ucuma geldi. Uzun zamandır sığındığı yer tam olarak burasıydı.

Onu tam olarak görebilmek için kafamı kaldırmam gerekiyordu.

Gözleri hafif kızarıktı, yorgun olduğu belliydi. Ama toparlanabileceğimizi biliyordum. Ben toparlanacağımızı biliyordum.

Kötü göründüğüme emindim ama umursamadım. Yaklaşık sekiz saat falan uyumuştum. Yorulmuyordum, doğru düzgün hareket bile etmiyordum ama hep yorgundum. Her uyuduğumda dinlenmiş hissediyordum özellikle. Neye, nasıl dinlendiğimi bilmiyorum.

Bugün yüzümde hep bir gülümseme vardı. Bir şeyleri ciddiye almakta zorlanıyordum, veya ciddi bile olsam gülüyordum.

Belki yaşadığım farkındalık enerji veriyordu bana. Her saniye bir şeyleri inkar etmeden, kendimi sorgulamadan Jeno'yu sevmek çok güzeldi. Böyle düşününce mantıklı geliyordu.

Kendimi bulmuş gibi hissediyordum. Açıkçası Jeno'yla tanıştıktan sonra hayatımda hiçbir eksik kalmadığını düşünüyordum ama bu olayın beni bu kadar hafifletmesi fikrimi değiştirmişti.

Kemikli elleri saçlarımda gezindiğinde gözlerimi kapattım. Bana korkarak dokunmasını sevmiyordum.

"Çok kötü görünüyordun. O kadar korktum ki."

"Seni sürekli korkutmaktan çok yoruldum." Sesim kısık çıkmıştı ve oldukça yavaş konuşuyordum. Saçlarımdaki elleri yeniden uykumu getirmişti sanki.

"Bilerek yaptığın bir şey değil ama çok ağladım." Küçük bir çocuk gibi konuşuyordu. Sanki annesine okuldaki bir gününü anlatıyor, aralara da hoşuna gitmeyen olayları sıkıştırıyordu. Hem ses tonu, hem seçtiği kelimeler bana öyle hissettirmişti.

"Ağladın mı sen?" Dudaklarımı büzerek elimi ona doğru kaldırdığımda sinir olarak güldü.

"Dalga geçme." Yine de elimi boşta bırakmaya veya ittirmeye kıyamamıştı. Boştaki eliyle de benim elimi tutup parmaklarımızı birbirine geçirdi. Derim canlanmış gibi hissettim. Sonbahar yaprakları haline bürünmüş, çatlamak üzere olan yorgun derim onun dokunuşlarıyla canlanmış gibiydi.

Gülüşünü özlemiştim. Jeno'yu gülerken görsem bile onun özel gülüşünü hep çok özlüyordum. Solgun çiçeklere can verebilirdi ama bunu belki herkes yapabilirdi. Yani her özel insan yapabilirdi. Jeno özel insanlardan da farklıydı.

O solgun, kurumuş ve parçalanmış bir çiçeğe kokusunu verebilirdi. Çiçeğin kokusunu değil, kendi kokusunu verebilirdi. Sadece gülümsemesi bile yeterdi.

Bunu nasıl anlatsam bilemiyorum. Konu Jeno olunca kelimeleri düzgün kullanamıyorum sanırım. Onu açıklayacak kelimeler bulamıyor gibiydim. Onu kelimelere sığdıramazmışım gibi.

En azından, az çok neyden bahsetmek istediğim anlaşılsa yeterliydi.

Benim elim yukarıda kalmasın diye biraz eğilmişti, ellerimizin yatakla buluşmasını sağlamıştı.

devil ✪ nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin