thirteen

579 81 42
                                    

"Go ahead, you're taking me down now."
- Devam et, şimdi beni aşağı çekiyorsun.

Evet, en sevdiğim şarkıyı açmaya karar vermiştim. Biraz kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı.

Jeno dans etmeme izin vermiyordu ama bu şarkıda onunla dans etmek.. kesinlikle en büyük hayallerimden biriydi. Patenlerimizle, aramızdaki o mükemmel uyumla birlikte depoda süzülürken içimde oluşacak huzur hissini düşünmek bile çok şey ifade ediyordu benim için.

"Give me, give me, give me, give me what you don't know."
- Ver bana, ver bana, ver bana, bilmediğin şeyi ver bana.

Oturduğum masanın karşısına yerleşti. Bulaşıkları yıkamıştı. Ben gözlerimi ona çevirirken o, güzel gözlerini kapatmayı tercih etmişti.

"Go ahead, take me all out now."
- Devam et, şimdi beni dışarı çıkar.

Şarkının melodisi beni içine çekiyormuş, hapsediyormuş gibiydi ve Jeno'nun da öyle hissettiği barizdi. Çizilmiş, tablolardan kaçmış gibiydi. Bir sanat eseriydi sanki ama onca sanat eserini tek bir bakışıyla ezip geçebilirdi.

Heykeltıraşlar onu görseydi mesleklerini bırakırlardı belki. Akıllarından onu çıkartamazlardı, bütün eserlerinde Jeno'ya ait bir parça kalırdı.

"Get this, get this into your game."
- Bunu al, bunu oyununa al.

Nedense dinlediğim her şarkıda Jeno'yu düşünmeye başlamıştım, yalnızca o dolaşıyordu boş zihnimde. Her hecelerinde Jeno'dan bir parça çıkartır olmuştum.

"You got me in a heady drop."
- Beni baş döndürücü bir düşüşe soktun.

Kapalı gözleri bile darmadağın, dalga dalga bir ahenk içerisindeydi. Derin, sakin nefesler alıp veriyordu. Kabuslarını sormak istemiştim ama soramadım. O kadar huzurlu fakat derin duyguluyduk, ve bu bariz belliydi ki, bu anı herhangi bir şekilde bozmak istememiştim.

"I never wanna come off."
- Asla ortaya çıkmak istemiyorum.

Jeno eksik yanımmış gibiydi. Sanki önceden yarımmışım, hatta hiç başlamamışım gibi. 

"You got me with your beat-up love."
-Beni aşkının ritmiyle yakaladın.

Aşk kelimesi gözümü boyuyordu artık, beni korkutuyordu. Neydi bu aşk dedikleri? Herkesin abarttığı, yere göğe sığdıramadığı. Hem çok acı çektirdiği söylenilen, hem de yaşanan en güzel duygu olarak nitelendirilen yalnızca bu duygu, neyin nesiydi?

Bazılarının söylediği gibi sonsuzluğa uzanabilecek güce sahip miydi yoksa bazı efsanelere göre de bir gün mutlaka tükeniyor muydu? Sonunu görebilen var mıydı?

"I never wanna come up."
- Asla ortaya çıkmak istemiyorum.

Kısa süreli melodi aramıza girdiğinde gözlerini açıp bana baktı. Ben gözlerimi ondan bir saniye bile çekmemiştim zaten.

Dudaklarını oynatarak şarkıya eşlik etti. Gözlerime bakıyordu, gözlerimin ta içine, en derinime bakıyordu. Şarkıyla konuşuyordu. Benimle konuşuyordu.

"Think of me, I'll never break your heart."
- Beni düşün, asla kalbini kırmayacağım.

Biliyordum, biliyordum kırmayacaktı.

Şarkıyı ezbere söyleyebilecek kadar iyi bilmesine şaşırsam da karmakarışık ve her şeyi aynı anda ilerletmeye çalışan zihnimin bu anı bozmasına izin vermedim. Bu sefer sonraki sözleri, ki şarkının bu kısımları tamamen bizim için yazılmış gibiydi, ben devraldım.

"Think of me, you're always in the dark."
- Beni düşün, her zaman karanlıktasın.

Ve ben ki Na Jaemin, onun gözlerinde çok farklı şeyler gördüğüme benliğim üzerine yemin edebilirdim.

"I am your light, your light, your light."
- Ben senin ışığınım, senin ışığınım, senin ışığınım.

Öyle bir bakıyordu ki bana şimdi. Gözlerindeki yalvarış duygusunu sezebiliyordum, hem de rahatlıkla. Ona güvenmemi istiyordu, çırpınıyordu. Bana yalvarıyordu.

Sonraki sözleri de almama izin vermedi. Keza zaten ona daha çok yakışmıştı bu sözler.

"Think of me, you're never in the dark."
- Beni düşün, asla karanlıkta değilsin.

Onun yüzünden karanlığa gömülmeyeceğimi biliyordum, gerekirse benim yerime de o çukurda en dibe batardı ama benim ellerimin kirlenmesine izin vermeyecekti.

"Now that I'm making this all up."
- Madem bütün bunları ben uyduruyorum.

Nakarat kısmı sona ermişti. Ağlamak istiyordum. Gözümün önünde benim için eriyordu. Kendimi boğazlamak, kendimi saçlarımdan tutup duvarlara vurmak istiyordum.

"Let me, let me, let me, let me into unkown."
-İzin ver, izin ver, izin ver, bilinmezin içine girmeme izin ver.

"You got me in your open hand."
- Beni cömertliğinle yakaladın.

"I never wanna come back."
- Asla geri dönmek istemiyorum.

"How do we let you never found?"
- Asla bulamamana nasıl izin vereceğiz?

Yeniden gözlerini kapattı, kendisini düşüncelerine teslim etmeyi başarabiliyordu. Kendi zihninin bile kontrolünü ele alabiliyordu.

Ben yine de gözlerimi ondan çekemiyordum.

"You know it's gonna come out."
- Dışarı çıkacağını biliyorsun.

"Think of me, I'll never break your heart."
- Beni düşün, asla kalbini kırmayacağım.

Bu sefer Jeno yoktu, şarkının içinden konuşmak yoktu. Bu sefer ben de mantıklı düşünüp bir şeyleri anlayabiliyordum.

"Think of me, you're always in the dark."
- Beni düşün, her zaman karanlıktasın.

"I am your light, your light, your light."
- Ben senin ışığınım, senin ışığınım, senin ışığınım.

"Think of me, you're never in the dark."
- Beni düşün, asla karanlıkta değilsin.

"Think of me, I'll never break your heart."
- Beni düşün, asla kalbini kırmayacağım.

"Think of me, you're always in the dark."
- Beni düşün, her zaman karanlıktasın.

"I am your light, your light, your light."
- Ben senin ışığınım, senin ışığınım, senin ışığınım.

"Think of me, you're never in the dark."
- Beni düşün, asla karanlıkta değilsin.

Jeno ağlıyordu. Gözlerini açmıyordu veya hıçkırmıyordu, en ufak bir ses  çıkarmıyordu. İçine patlamak, yaşayan bir karadeliğe dönüşebilmek ve dolayısıyla ruhunu heba etmek için her şeyini veriyordu. Ama akan göz yaşlarını görebiliyordum. Yavaş yavaş kızaran burnunu. 

Lee Jeno karanlığın dibinde donuk bir tortuya dönüşmüş ve bu çöküntülük durumuna alışmış bir adamdı fakat beni de, kendisini de karanlığın içinden çekip, aydınlığa kavuşturabilecek tek kişiydi.

Ve ben ağlıyordum.

devil ✪ nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin