Dostlarım, aslında bu bölümü geçtiğimiz gün yani 10 Aralık'ta Tim 47'nin yıl dönümü için paylaşacaktım fakat gün içinde tamamıyla aklımdan çıktı. Bu yüzden ancak şu an paylaşabiliyorum.
Nice şehidimin kanını dökenlere doğmasın güneş, parlamasın gökyüzü. Tim 47 ölümsüzdür ve bir ömür de ölümsüz olacaktır!
Gökyüzü kararıp gece olmuştu. Saatler önce yağan yağmur şimdi yerini kara bırakmıştı. Soğuyan hava, Şırnak'ta olduğumuzu olabildiğince belli ediyordu. Yarım saat kadar önce bugünkü ilerlememizin sonuna gelmiş, aldığımız üçüncü evde mevzilenmiştik. Duvarın köşesine oturup Ömer'imin şarjörünü değiştirip gece görüş dürbününü taktım ve telsizimin de boşalan bataryasını yeni bir bataryayla değiştirdim. Bu sırada yanıma birisi oturdu. Karanlıkta ne ellerimi ne de gelen kişiyi görebiliyordum fakat kokusu kendini ele vermiş, gelen kişinin Pars olduğunu daha saniyesinde anlamıştım. "Nasılsın, güzelim?" Diye sordu.
İç çektim. "Bedensel olarak iyiyim ama ruhsal olarak bittim."
Nefesini şimdi daha yakından hissetmiştim. Kulağımın arka taraflarına sıcak soluk alışverişleri çarpıyordu. "Biraz dinlenmek ister misin? İlk nöbeti başkasına veririm, ikinci nöbeti sen alırsın."
Ne kadar görmese de başımı iki yana salladım. "Hayır, tim çok yorgun. Onlar dinlensin, ilk nöbeti ben alacağım." Başını eğip dudaklarını omuzuma bastırdı. Her ne kadar üstümde üniformam olsa da dudaklarının yumuşaklığını ve öpüşündeki sıcaklığı üstümdeki onca kat kıyafete rağmen tenimde hissetmiştim. Omuzum ufacık bir öpücüğüyle dahi uyuşmuş, yanıyordu. Havanın bilmem kaç derecesine rağmen ateş basmıştı. Temmuz ayı sıcağında İzmir'de gibi hissediyordum. Tek fark, dışarıda susmak bilmeyen mermi sesleriydi. Başını koyduğu omuzumdan kaldırıp bu sefer de kulağımın arkasına bir öpücük bıraktı.
Ne yapıyorsun, bey?
Delirtmeye mi çalışıyorsun?!
Kış ayında, Şırnak'ta, mermilerin, EYP'lerin, RPG'lerin içinde, barut kokusunun buram buram koktuğu bir çatışmadayız, gelip senin yaptığına bak!
Bre insafsız. Az sonra nöbete gideceğim ben! Bu akıl bana lazım. Sen de kalmasına hiç gerek yok bence!
"Ben de seninle geleceğim." Konuşmasıyla düşüncelerimden sıyrılıp göremesem de yüzüne çevirdim başımı.
"Nasıl?" Şaşkınlıkla sorduğum soruya burnundan verdiği kesik nefeslerle kıkırdadığını anlamıştım.
"Nöbete diyorum... Ben de seninle geleceğim."
"Yorgun değil misin? Dinlen."
Elini sol yanağıma koydu. Dokunduğu her yerden adeta alev alıyordu bedenim. "Sen beni dinleyip de dinleniyor musun, Üsteğmen? Ben de seni dinlemeyip geleceğim. Şunun şurasında karı koca değil miyiz? Nasıl tek bırakırım biricik yarenimi?" Konuşurken kullandığı ses tonunun karşısında büyülenmemek elde değildi.
Gülümsedim.
Gerçekten karı koca olmuştuk.
Ne kadar henüz resmi olmasa da Allah katında karı kocaydık artık... Bundan yıllar önce askerliğimin ilk yıllarında annem her evlilik mevzusunu açtığında ne derdim, biliyor musunuz? 'Ben asla evlenmeyeceğim.' Çünkü eğer ki, şehit olursam arkamda sevdiğimi, beni sevdiğini bildiğim birini bırakmak istemiyordum. Bunu anneme hiçbir zaman anlatamadım. İçimden geçen, yüreğimde hissettiğim bu burukluğu ve bu çıkmazı hiçbir zaman hissedemezdi çünkü. Kimse de hissedemez... Eline tüfeğini alıp çatışmaya girdiğinde bir saniye sonra başına ne geleceğini bilemezsin. Belki bir kurşun yersin ya da daha kötüsü ayağını bastığın yerde, üstüne atılan bir el bombasıyla veya seni gören sensörlü bir patlayıcıyla patlayabilirsin. Ertesi gün ise ne mezarına konacak, ne de eşinin son bir defa görmek isteyebileceği bir naaşın olabilir. Mezarına konulan senin mi, yoksa seninle beraber yanında patlayan silah arkadaşının mı bilinmeden birkaç uzvu içeren bir çuvalla gömülebilirsin... Ben işte tam da bu yüzden evlenmeyi istemiyordum. Eşime böyle acıları yaşatmaya hakkım yoktu. Bu yol dikenliydi, ayaklarının delik deşik olabileceğini göze alamayan kimse gelmemeliydi... Ben göze almıştım. Hem de her şeyiyle. Canımı ortaya koymuş, bu vatan, bu bayrak, bu millet ve gelmiş geçmiş bu soyumuz uğruna ölümü dahi göze almıştım... Şimdiyse hemen yanı başımda benimle beraber çatışan yüzbaşımla evliydim. Bir saniye sonramızı bilmesek bile yine de mutlu, yine de sevinçliydik. Yaşamak bu değil miydi zaten? Nerede, ne zaman, başına ne geleceğini bilmeden mutlu olmak değil miydi yaşamak?... Yıllar önceki Asel'e sorsaydınız bu soruya kesin bir cevapla 'Hayır!' derdi fakat şimdiki Asel, bu soruya kesin bir cevapla 'Evet!' diyor. Çünkü aşk bana yaşamanın aslını öğretti. Çünkü Pars bana hayatın ne olduğunu öğretti, asıl mutluluğu, aşkı ve her duygunun aslını öğretti. Pars, benim iyi kimdi... Ötesi yoktu.
![](https://img.wattpad.com/cover/260883985-288-k57461.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TABURDA BİR CUMHURİYET
Teen FictionCUMHURİYET SERİSİ - 1 - Bu kitap, başta Ömer Halisdemir olmak üzere bu ülke uğruna can veren nice şehitlerimize ithaf edilmiştir. Vatan uğruna baş koymuş, nice aşağılamaların, küçümsemelerin ardından başı dik, alını pak çıkmış bir üsteğmen; Asel Nur...