Episode | 18th

763 62 7
                                    

[#unfaithful]

"Bayan Kim, iskeleye yaklaşıyoruz. Uyanın." Omzumu sarsan Namjoon'un sesiyle gözlerimi aralayarak çatık kaşlarımla yüzümü buruştururken yattığım koltukta doğruldum. Sersemlemiş bir vaziyette içinde bulunduğum aracın ırzavatlarıyla bakışırken gözlerimi yumarak ellerimle yüzümü yokladım. Esneyerek konuştum. "Ne kadar kaldı?"

"Yaklaşık 15 dakika içinde iskeleye varacağız." Dedi Namjoon bileğindeki saate bakarak. "Acıkmışsınızdır diye birkaç atıştırmalık aldım akaryakıt istasyonunun marketinden."

Koltuğun hemen yanında duran poşeti gösterdi. Elimi kaldırarak reddettim. "Sağ ol ama aç deği-"

Derken karnımın guruldamasıyla tebessüm edip poşetten çıkardığı ufak kese kağıdını bana uzattı. "Sabahın erken saatlerinde uyanıp kuruvasan yemek gibisi yok, bu da meyve suyunuz." Hemen peşinden çıkardığı kırmızı ambalajlı meyve suyu kutusunu uzatırken ciddi olup olmadığını sorgularcasına baktım. "Dalga mı geçiyorsun?"

"Hayır, neden geçeyim?" Diye sordu. "Kuruvasan ancak meyve suyuyla gider, çay alsaydım soğuk olurdu. Tatsız tutsuz."

Göz devirirken gülerek elindeki meyve suyunu ve kuruvasan paketini aldım. Paketi açıp kuruvasandan ısırık alırken Namjoon telefonunun ekranını açarak haritadan konumumuza baktı.

"Şu anda Saebyeongno'dayız. Az sonra 22 numaralı geçitten karşı tarafa geçeceğiz."

"İyi de Nakdonggang nehri 510 km, üstünden araç geçmesi için yol yapımına başlamışlardı. Arabayla geçemez miyiz?" Diye sorduğumda başıyla reddetti. "1 hafta önce yolu kapattılar. Tadilata başlamışlar, o yüzden karşı tarafa geçmek için vapurlar açıkta. İnsan alımı yapılıyor."

"Anladım." Dedim kısa kesmek için.

"Kısaca," telefonun ekranından çektiği bakışlarını üzerime çevirdi. "Valizinizi alıp vapura bineceksiniz."

"Sen ne yapacaksın?" Diye sorduğumda yanıtladı. "Şirkete dönüp geride bıraktığınız bir şey olup olmadığını kontrol edeceğim."

"Şirket demişken..." Söze girdim. "Elimde olsa onu da batırırdım ancak boyum o kadar büyük değil."

Namjoon başını yana yatırıp bilmediğini belirtirken oturduğum yerde pozisyonumu düzelttim. Başımı arkaya doğru atarak gözlerimi kapattım ve derin bir nefes çektim ciğerlerime doğru.

Yatak odasının kapısının önüne geldiğimde istemsizce duraksadım. Kapıya tıklattım usulca. Ses gelmediğinde hafifçe ittirip aralıktan odanın içerisine bakındığımda karanlığı aydınlatan salonun ışığının aralıktan içeri sızmasıyla çift kişilik siyah saten kumaşlı yatakta sırtı kapıya dönük şekilde yatan Taehyung'a takıldı gözlerim. Dudaklarımı birbirine bastırarak bir süre kapının önünde öylece kendisini izledim.

Uyuyordu, dünyadan bir habermişcesine. Nefes alıp verişini bedeninin ağır hareketlerinden anlayabiliyordum.

Yavaş adımlarla odaya girdim ve yatağa doğru ilerleyerek baş ucunda durdum. Elimi uzattım, saçlarına dokunmak için. Yüzünü yıkamış olmalıydı ki kan lekeleri silinmişti.

Ay gibi parlaktı teni. Yüzünün her bir ayrıntısında tek bir kusur bile yoktu.

Havada kalan elim titremeye başladığında geri çektim usulca. Titrek bir nefes bıraktım, bir adım geri sendelediğimde neden böyle olduğumu anlayamadığım için kafam karıştı. Bakışlarım anlamsızca odanın içinde gezinirken içimde bir yerlerde ağır bir yük taşıyan tarafım acılar içinde haykırdı.

Yanı başımda, tam karşımda, dibimdeydi ama ona o kadar uzaktım ki...

İstesem bile ulaşamıyordum. Sanki her an uyanacak ve her şeyin farkına varacakmış gibi geliyor, bu düşünce beni korkutuyordu.

Hiçbir şey yapmadan odadan çıkıp ardımdan kapıyı kapattığımda içimde tuttuğum titrek nefesi verdim. Bakışlarım zemine çevrildiğinde yere düşen gözyaşlarımı fark ettim. Zorlukla yutkunarak titrek bir nefes aldım ve kendime gelerek yaşlarımı temizledim. Kapının önünden ayrılırken göğüs kafesime cam parçaları batıyordu sanki.

Uzaklaştığım her adımda canım daha da çok yanıyordu.

Nefret ediyordum ondan, onun bana yaşattığı her şeyden ve sürekli onu umursamak zorunda olmamdan. Duygularımdan, iyimserliğimden, nazikliğimden.

Ona kıyamamaktan nefret ediyordum.

Ona dokunursam canının acıyabileceğini düşünmekten de nefret ediyordum.

Aşık değildim, hayatımı onun ailesi mahvetmişti. Ama onun bir suçu yoktu, o da benim gibi kurban edilmişti ve yaptığı tek şey işini ilerletmeye çalışırken beni olası tehlikelerden korumaktı. Çok soğuk olsa bile, buzdan daha da katı olsa bile, beni yaşatmaktı.

Parayla.

Oysaki ben mutlulukla yaşayan bir insandım. Zira para beni yaşatamazdı. Bir yere kadardı. Yüzüme baktığı o kısacık anda bile mutluluğu yakalayan ve yaşama sebebi bulan bir insandım.

Aramıza asılamayacak kadar yüksek ve kalın duvarlar örmeyi seçmişti.

Onunla aynı evdeyken ona çok uzak hissediyordum ve bu da beni yalnız yapıyordu. Ömrümün yarısı onunla evli olarak geçmişti ancak o kadar yalnızdım ki, dahası o bunu biliyor ve bir şey yapmamayı seçiyordu.

Canımı yakıyordu, ama ölmemi istemeyecek kadar sıkı kolluyordu.

Oysa her geçen gün daha da sancılı bir şekilde ölüyordum, sevgisizliğinden.

Ve şimdi, karşısına çıkmaya ve bütün bu yaşattığı her şeyin hesabını sormaya gidiyordum.

Nihayet.

Ama içimde hala sızlayan bir yara vardı. Üzerine tuz basılmışcasına acıyan bir yara.

Kötü bir his.

(Bölüm Sonu)

"Ne düşünüyorsunuz?
Jennie'nin katil olması gidişatı değiştirdi, değil mi?
Çünkü yazarınız bambaşka senaryolar tercih ettiği için alışılmışın dışında bir şeyler yazıyor~
Bu bir yana, Taehyung için şunu diyebilirim ki yakın bir dostumu yazdım bu bölümde onun karakteri açısından. İkisi birebir aynı.
Bugün 2 bölüm daha gelecek. 20. Bölüme geçeceğiz."

unfaithful® | #dark-romanceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin