lavinia

213 29 38
                                    

İlk kez ne yaptığımı düşünmeden telefonuma Mark'tan gelen numarayı aradım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Neden aradığımı da bilmiyordum. Bazen bir şeyi yapmak için içinizde oluşan isteğe engel olamazsınız ya, aynen öyle oldu. Kendimi engelleyemedim ve Jeno'yu aradım.

Açmadı.

Açmasını beklemem daha saçmaydı, böyle bir günde tanımadığı bir telefon numarasını neden açması gerekiyordu ki? "Her neyse." diye mırıldandım ve telefonumu şarja taktım. Annemin yapmamı istediği şeyler hâlâ bitmemişti. Daha önceden gelen siparişler vardı, içerideki birkaç çiçeği paketlemem gerekiyordu.

Üzerimdeki kazağın kollarını sıvayıp yerde duran üç tane saksıyı kaldırdım. Teker teker dükkanın ön kısmına getirip bunları süslediğimiz masaya bıraktım. Eve gitmek istiyordum, bunları bir an önce bitirip eve gitmek istiyordum.

"Jimin?" Pek de tanıdık olmayan bu sesten adımı duyduğumda gözlerimi çiçeklerden çekip kapıya döndürdüm.

"Jeno?" Ellerimden destek alarak masaya yaslandım. "Böyle mi iletişim kuruyoruz?" dedi. "Sadece sorularla?" Yüzünde oluşan gülümseme ile ben de elimde olmadan gülümsediğimde dalgınlıkla kafamı iki yana salladım. "Herhalde." diye mırıldandım. "Öyle oluyor değil mi?"

Bir şey söylemeyip gülümsedi. "Nasılsın?" dedim söyleyebileceğim en mantıklı şeyi söyleyerek. Babasının hapse girdiğini duymuştum ve ona sorulabilecek en mantıklı şey buydu.

"İyi." dedi. "Canım sıkılmıştı, dışarı çıkmak istedim."

"Ve buraya geldin?" Sesimdeki şaşkınlık kendini belli ediyordu. Buraya gelmesini beklemiyordum. Neredeyse iki haftadır hiç uğramamıştı ve babası hakkında çıkan haberlerden sonra ilk olarak buraya gelmesi garipti.

"Buralardaydım." dedi. "O yüzden uğradım." Kafasını uzatıp hâlâ tutmaya devam ettiğim çiçeklere baktı. "Çok güzeller." dedi. Üzerindeki deri ceketi çıkarıp çalıştığım tezgahın kenarına bıraktı.

Gideceğini düşünmüştüm ama sanırım bir süre burada kalacaktı. Şikayetçi değildim, en azından yanımda biri vardı. Tek başıma olmak yeteri kadar canımı sıkıyordu.

"Bunlar ne?" Sorduğu soru üzerine kafamı kaldırıp onun baktığı yere baktım. Yerdeki çiçeklere bakıyordu. Pembe, ince yaprakları ile yerde duran çiçeklere bakıyordu.

"Adları mı?" dedim bunu sorduğunu düşünerek. Kafasını salladı. "Lavinia." diye mırıldandım. "Ölüm çiçeği."

Bana baktığında bir kaşını havaya kaldırmıştı. Ne dediğimi algılamak istiyormuş gibi bakıyordu. "Öyleymiş." dedim. "Ben koymadım adını."

Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştuğunda ben de gülümsedim. "Roma İmparatoru'nun kızıymış Lavinia." diyerek başladım. Birkaç ay önce çiçeğin adının bir hikayesi olması gerektiğini düşünüp araştırmıştım. Bir şeylere anlam yüklemek mantıklı geliyordu, boş yere söylenmiş kelimelerden çok daha anlamlılardı.

Jeno ceketinin cebinden bir şeyler almaya çalışırken bir yandan ona bakıyordum, bir yandan da elimdeki çiçekleri süslemeye çalışıyordum. "Neyse." diye mırıldandım. Beni dinlemiyormuş gibi görünüyordu. "Bunu anlatmama gerek yoktu sanırım."

Jeno kafasını bana döndürüp baktığında bakışlarını üstümde hissetmişim gibi ona döndüm. "Anlatmayacak mısın?" dedi kaşlarını çatarak. "Roma İmparatoru demiştin."

Babası hapse girmişti. Bu kadar sakin olması garip değil miydi?

Elimdeki kurdeleyi bağladıktan sonra çiçeğin düzgün durup durmadığını inceledim bir süre. Sonra da tezgahın arkasından çıkıp Jeno'nun yanına geldim.

Yan yana koyduğumuz sandalyelerden birine oturdum. "Lavinia, imparatorun düşmanı Tamora'nın oğulları tarafından imparatorun savaşa gittiği bir gün tecavüze uğramış." dedim anlatmaya devam ederken. "Aylar sonra Lavinia'nın mezarında büyümeye başlamış bu çiçekler."

"Hikayesi olduğunu düşünmemiştim." dediği sırada karşımdaki sandalyeye oturdu. Gülümsedim, ne konuşabilirdik bilmiyordum doğrusu. Babasını sormak istiyordum ama canı yeteri kadar sıkkın olmalıydı.

"Mark'la tanışıyormuşsunuz." dedim aklıma gelen şeyle. "Telefon numaranı aldım, aramak istemiştim ama açmadın."

"Mark'ı tanıyor musun?" Jeno'nun sorduğu soru üzerine kafamı salladığımda tekrar konuşmaya başladı: "Neden aramak istedin ki beni?"

Birkaç saniye yüzüne baktım, bu konuyu konuşup konuşmak istemediğinden emin değildim. Bugün adeta hiçbir şeyi düşünmüyormuş gibi yaşamaya karar verdiğim için söylemeye karar verdim. "Haberler gördüm." dedim kısaca. "Merak etmiştim."

"Gördün mü?" Sıkıntıyla nefes verdiğinde kafamı sallarken dudaklarımı birbirine bastırdım. "Telefonumu yanıma almadım." dedi. "Kafayı dinlemeye ihtiyacım vardı. Motora bindim, buraya geldim."

Gülümsedim. Az önce buradan geçtiğini ve uğradığını söylese de anlaşılan öyle değildi.

"İyi misin peki?" diye sordum. "Biraz fazla sakinsin."

"Ne yapayım ki?" diye mırıldandı. Haklıydı, istemediği şeyler olmuştu ama elinden bir şey gelmiyordu. "Ben senin yerinde olsam bütün gün ağlardım sanırım." dedim.

"Birkaç şey üst üste gelince tepki vermeyi unutmuş olabilirim." dedi. "En güvendiklerin gerçekten de çok yaralıyormuş seni."

Söylediği şeyi anlamamıştım ama onaylarca kafamı salladım.

"Neyse." dedi. "Bunları konuşmasak olur mu?"

third of december [karina & jeno]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin