Gözlerimi sert bir yatakta açtığımda hızla bakındım etrafa. Neredeydim? Kulaklarıma dolan seslerden hiç bir şey anlamıyordum.
Bir sedyenin üzerinde uzanıyordum. Etrafım beyaz örtü ile kapalıydı. O sırada açılan perde ile bakışlarım içeri giren asker ile buluştu.
Üzerinde yesil bir tişört vardı. Altındaki bol pantolon onu daha da cılız göstermişti. "İyi misin?" Diye sordu yanıma gelirken. "Bir yaran başka bir şeyin yoktu. Yorgunluktan bayılmış gibiydin."
"İyiyim." Diye mırıldandım. "Adın ne?" Diye sordu. "Senin gibi askere alınmayan az kişi kaldı. General çok sinir olur sizin gibileri görünce. Ben bir yıldır bu birlikteyim."
Yutkundum. "Adım Baekhyun." Diye cevapladım sorusunu. Başka bir soru sormamıştı. Yanıma geldi ve elini uzattı. Kalkmama yardım ettikten sonra "adım Luhan. Memnun oldum." Diye mırıldandı.
Ayağa kalktığımda süzdü beni. "Benim ölçülerimde gibisin. Gel benimle kıyafet vereyim sana." İlerlemeye başladığında arkasından takip ettim hızla.
Gerçekten, geçmişe mi gelmiştim? Peki bu nasıl olmuştu?
Evimde uyanma hayalim yerle bir olmuştu. Evime geri dönemiyordum. Buraya nasıl geldiğimi hala anlamıyordum.
1920ler Kore tarihi için zor zamanlardı. Savaşların, direnişlerin olduğu bir dönemdi. Luhan diğer askerlerle konuşurken etrafı inceliyor, okuduğum şeyleri aklımdan geçiriyordum hızla.
Savaş kırklara kadar sürmüş, bir çok Koreli ölmüştü. Sonrasında ise ülkemiz ikiye bölünmüş, iç savaşın içine sürüklenmişti.
Hayatta kalabilir miydim? Ben on dokuz yaşındaydım! Askerlikten ne anlardım ki?
Elime tutuşturulan kıyafetlere baktım. Luhan bana döndü. "Yanımdaki yatak boştu. Şanslısın, çok fazla kalmayacağız burada ama hızla bir yatağın oldu en azından. Sıra bekleyen çok kişi oluyor."
"Gel benimle, üzerini değiştirirsin." Luhan'ın götürdüğü yere giderken çıktık büyük çadırdan. Etrafta gezinen askerleri inceledim hızla. İleride ateş yakmış, oturan büyük bir kalabalık vardı.
En ortalarında oturan beden generaldan başkası değildi. Herkes onun etrafında toplanmıştı.
Bakışlarımı ondan ayıramıyordum. Bu adamın çok farklı bir havası vardı. Çok sert görünüyordu.
Askerlerin hepsi böyle miydi?
Küçük kulübeye girdiğimizde odanın içindeki iki tek kişilik yatağı gördüm. "Sağdaki benim." Dedi hızla luhan. "Diğeri senindir. İki hafta buradayız."
Başımı hafifçe salladım ve arkamı döndüm ona. Üzerimdeki yer yer kirlenmiş beyaz tişörtü çıkardım ve verdiği yeşil tişörtü giydim. Bakışlarım luhan'a döndüğünde güldü. "Ben seni yalnız bırakayım. Üzerini değiştirince uyandığın yere gel. Komutanın yanına gideriz. Seni nereye alacağına karar verir."
Başımı hafifçe salladım ve çıkışını izledim. Dışarı çıktığında hızla oturdum yatağa. Ellerimle yüzümü kapattığımda gözlerimin dolmasına engel olamadım.
Çok korkuyordum. Her zaman yalnızdım ama bu kadarı, fazlaydı. Düzenim hayatım elimden bir gecede kayıp gitmişti.
Bilmediğim bir yerde, bilmediğim bir zamanda uyanmıştım. Üstelik askere alınmıştım! Bir yıl sürecek bir şey de değildi bu.
Savaştaydık. Ölene kadar burada kalabilirdim. İçim korkuyla titredi. Ölebilirdim.
"Kendine gel Baekhyun." Diye mırıldandım kendi kendime. "bir yolunu bulursun. Üstelik, cılızım ben. Elime tüfek tutuşturup düşman askerinin önüne atmazlar beni herhalde."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyond time/Chanbaek
FanfictionBaekhyun üniversitesye girmeye çalışan sıradan bir öğrenciydi, gözlerini hiç bilmediği bir köy ve zamana açana dek. Cani olarak bilinen general Park Chanyeol ise zamanın ötesinden gelen bu çocuğa hızla tutulacak ve onu pusulası haline getirecekti. Y...