"Günaydın." Luhan'ın yüksek sesiyle gözlerimi açarken bir an nerede olduğumun farkına varamadım.
Yaşadığım kabus devam ediyordu. Bitmiyordu.
"Dinlenememiş gibisin." Alayla kurduğu cümlesi ile gözlerimi zorlukla açtım. "Geberdim dün. Nasıl dinleneyim?"
"Hadi kalk giyin üstünü. Kyungsoo başlamıştır çoktan." Başımı salladım ve hızla giydim üzerimi. Kovanın içinden aldığım suyla yüzümü yıkadığımda biraz olsun kendime gelmiştim.
Küçük kulübeden çıkarken ilerledim yemek çadırına. Etrafta dolaşan küçük yaştaki çocukları asker kıyafetlerinin içinde görmek canımı sıkıyordu.
Savaşın bu denli küçük çocukların omuzlarına yük olması, çok acımasızcaydı.
Çadıra girdiğimde Kyungsoo hızla bana döndü. "Hah geldin sonunda. Hadi bulaşıkları yıkamamız gerek. Al şu leğeni gel arkamdan. Su alacağız."
Yerdeki mavi leğeni kaptığım gibi çıktım arkasından. Etrafta Jongin'i görmemiştim. "Hyung, Jongin nerede?" Derin bir nefes verdi Kyungsoo. "Generale yardıma gitmiş. Haberini de kendisi söylemeye gelmedi. Birini göndermiş. Sinirlerimi bozdu sabah sabah."
Gözlerini devirdi çeşmeyi açarken. "İki kişiyiz bugün. Yorulacağız biraz, seninde yemek yapman gerekecek." Bakışları bana döndü. "Bak beni yarı yolda bırakmak yok." Güldüm, "bırakmam Hyung. Hem görevim bu benim. Görevine çok sadık biriyimdir."
Koluma vurdu bir tane ıslak eliyle. "Küçücük yaşta konuştuklarına bak." Bende güldüm ve elimdeki sabunu tabaklara sürmeye başladım.
İşimiz sonunda bittiğinde hızla döndük çadıra. Jongin'in olmaması bizim için yorucu olacaktı gerçekten.
Yemekleri yetiştirdiğimizde hava kararmak üzereydi. Kyungsoo ile bol bol konuşmuş, şuan olduğum zaman hakkında bir çok bilgi edinmiştim.
Mayıs ayındaydık. Bugün günlerden on üç Mayıs 1920'ydi. Üç haftaya yakın burada bekleyecektik. Sonraki köy iki günlük uzaklıktaydı. Sınıra çok yakındık.
Generale gelen emir üzerine bekliyorduk. Yapılan anlaşmalar ve ateşkesler vardı.
Kurulan sofraya yardım eden çaylaklar ile hızla bitirdik işimizi. Masaya oturduğumuzda bakışlarım masaya yaklaşan generale kaydı. Herkes aynı anda ayağa kalkarken gördüm yanında gelen Jongin'i.
Bende diğerlerini takip ettim ve kalktım ayağa. Biri kalkıp yer verdiğinde fark ettim tam karşıma oturduğunu. Sertçe yutkundum ve işaret vermesinin ardından hızla oturdum.
Dün bizimle yememişti. Şansıma sıçayım gerçekten. Yemeği benim yaptığım zaman gelip bizimle yiyesi tutmuştu adamın.
Ben ramen yapmayı bile zor beceren biri olarak pilav ve çorba yapmıştım. Kyungsoo'nun dediğine göre yenilebilir olmuşlardı.
Pilavımı yedikten sonra yüzünü buruşturan general hiç olmuş gibi hissettirmiyordu.
Sesler kısıktı ama yine de aralarında konuşanlar vardı. Kimse benim kadar gergin görünmüyordu. General ona baktığımı hissetmiş gibi kaldırdı bakışlarını. Göz göze geldiğimizde hızla bakışlarımı yemeğime diktim.
"Jongin." Kalın sesini duyduğumda kafamı kaldırmamak için zor durdum. "Bir daha sen gelme benimle. Baksana, sensizlik mutfağı vurmuş."
Alaylı sesi gözlerimi devirmeme neden olurken ağzıma dolan kelimeleri sert bir yutkunma ile geri göndermek zorunda kaldım.
Canımdan olmak istemiyordum ama alınmıştım. Elimden geleni yapmıştım.
Askerler kendi arasında konuşurlarken Chanyeol'un bu tavrı onları daha da rahatlatmış sesleri biraz daha yükselmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyond time/Chanbaek
FanfictionBaekhyun üniversitesye girmeye çalışan sıradan bir öğrenciydi, gözlerini hiç bilmediği bir köy ve zamana açana dek. Cani olarak bilinen general Park Chanyeol ise zamanın ötesinden gelen bu çocuğa hızla tutulacak ve onu pusulası haline getirecekti. Y...