İHANET

194 29 5
                                    

                                                        *********************
Vay delikanlı gönlüm var!
Sen bu kurşunu yine mi yedin?                                                         
****************************

Özellikle ortaokulda kim kiminle çıkıyormuş, kim kime aşıkmış gibi dedikodular hep çok önemli olmuştur. Ama benim umurumda değildi. Ben gıcık olduğum kızların isimlerini, kafama göre eşleştirdiğim oğlanlarla birlikte kalp içine alıp sıralara yazıyordum. Tabii önlemimi de alıyordum. Sol elimle yazıyordum ki yazımdan tanıyamasınlar. Sen mi yaptın derlerse de inkâr ederim ispatlayamazlar, diye düşünüyordum. Güllü dışında kimse bilmiyordu benim yaptığımı.

Güllü, yakın arkadaşımdı güveniyordum ona ta ki Güllü'nün arkadaşı Hatçe bana mesaj atana kadar... Hatçe'yle daha önceden yakınlığımız yoktu. Önce bir güzel sohbet ettik, arkadaş olduk, hatta neden daha önce arkadaş olmadığımızı sorgularken Hatçe'den can alıcı bir soru geldi:

"Ya bu arada bir şey soracağım, o isimleri sıraya sen mi yazıyorsun?"
Cevap vermeden önce Güllü'ye sordum.
"Eğer sen bu kıza güveniyorsan ben de güvenirim." dedim. Benim alnımda 'Gerizekalı' yazıyordu çünkü. Maldım ben. Güllü'nün "Saçmalama sorman hata, Hatçe çok iyi kızdıııır." demesi üzerine Hatçe'ye "Evet ben yaptım." dedim. Hatçe'nin durmaya niyeti yoktu, soru bombardımanına tuttu beni. Geçmişte yaptığım ve asla hatırlayamadığım bir milyon tane olayı daha sordu. Dedim, evet ben yaptım hepsini. Yapmışımdır yani. Yok efendim korkmuyor muymuşum? Nasıl cesaret ediyor muşum? Beynim yok benim, diyemedim tabii.

"Ben hiçbir şeyden korkmam." dedim. Bunun üzerine Hatçe'den şu mesajı aldım:
"Bu mesajların hepsini kaydettim. Çıktısını alıp Selman Hoca'ya vereceğim."
Yaklaşık beş dakika boyunca ekrana alık alık baktım. Biliyordum zaten bu kıza güvenmemem gerektiğini; ama Güllü'nün gazına gelmiştim işte. Allah cezanı vermesin senin Güllü, yaktın beni! Sinirden köpürmüş vaziyette Hatçe'ye cevap verdim.

"Al o çıktıları kıvırıp kıvırıp..."

Sinirlenince kendimi kaybediyordum. Kıza saydım sövdüm. O da sövdüğüm bütün mesajların da çıktısını alıp Selman Hoca'ya verdi. Zaten bu Hatçe, Rukiye'nin öğrencisiydi. Hocasına bak öğrencisini al. Bir taraftan Rukiye, bir taraftan Selman, bir taraftan Hatçe el birliğiyle beni disipline gönderme ordusu kurmuşlar. Topunuz gelin ulan!
Ertesi gün, soluğu Selman Hoca'nın odasında aldım. Hem sıralara yazı yazdığım için hem de Hatçe'ye sayıp sövdüğüm için suçlanıyordum. Selman Hoca çıktıları elime verdi

"Nasıl açıklayacaksın bunları?"

Bence, insanlar sinirlenince yaptığı şeylerden sorumlu tutulmamalılar. Ulan, neler yazmışım öyle! Ben mi yazmışım bunları? Hiçbir şey diyemedim tabii. Selman Hoca sakin sakin "Bıktım senden." dedi. Ben de benden bıktım hocam, haklısınız vallahi. Ama Selman Hoca gerçekten bıkmıştı, benimle uğraşmaya mecali yoktu. Hatçe'yi çağırdı özür diledim ve konu kapandı.

Hatçe'den yediğim bu darbe bana çok şey öğretti. Bu hayatta kimseye öyle kolay kolay güvenmeyeceksin. Bundan sonra bir yola baş koyacaksan o yolda yalnız olacaksın. Fakat öğrenmem gereken daha çok şey vardı. Okul, okul değil kurtlar sofrasıydı sanki ve ben de sürüden ayrılmış yalnız bir kuzuydum...
Bu olayın üzerinden çok geçmeden Facebook'tan yine bir mesaj aldım. Bu sefer bizim okulun lise tarafından tanıdığım Nesli'nin kız kardeşiydi mesaj atan. Anlaşıldı, namım şehrin dört bir yanını sarmıştı. Yüce Rabbim tek tek gönderiyordu bana bunları. Nesli'yle ufaktan takışmıştık; ama bana göre son derece önemsiz bir olaydı bu. Bazen size önemsiz görünen olaylar karşı taraf için devlet meselesi haline getirilmiş olabiliyor tabii. Mesajda aynen şu yazıyordu:

"Demek Süeda sensin. Yakında görüşürüz seninle!"
Bu neydi şimdi? Mesajı atana da mesajın kendisine de bir anlam veremedim; ama atara atar gidere gider, hemen cevapları döşedim. "Sen kimsin ulan!" lar, "Buradan yazmakla olmaz!" lar, "Sıkıyorsa yüzüme konuş!" lar havada uçuştu. Hayır, bu neyin havasıydı? 15 kilo halinle neden millete gider yaparsın ki? Ben var ya, iflah olmaz bir klavye delikanlısıydım.

Ertesi gün dershanede kavga için sözleştik. Bu durumdan kimseye bahsetmedim bile, kız gelirse en fazla iki laf dalaşına gireriz, olur biter diye düşünmüştüm. Zaten ortada kavga etmek için bir sebep de yoktu. Ya da vardı da benim haberim yoktu...

Başıma geleceklerden habersiz, dershaneye gittim. Son teneffüste sınıftan dışarı adımımı atar atmaz Nesli'nin kardeşi, beş arkadaşıyla beraber etrafımı sardı. Ulan, ciddi miydi bu kavga? "Yarına erteleyelim mi, ben biraz hazırlıksız geldim de?" desem kabul ederler miydi acaba? Millete öyle boş atar yaparsan, güvendiğin biri var sanıp arkadaşlarını toplar böyle gelir işte... Hadi çık işin içinden, çıkabilirsen!

Ben kara kara ne halt yiyeceğimi düşünürken gözlerini ayırmadan beni izliyorlardı. Ama o da ne? Gittikçe çoğalıyordu bunlar! Önce yedi kişi oldular, sonra sekiz... Ulan, mezarından Kanuni Sultan Süleyman'ı da getirseydiniz! Böyle az olmuş. Çattık ya!

Tehlike ve acil durum anlarında işlevini yitirip, 404 Not Found hatası veren beynim yine iş başındaydı. Beni yine yüzüstü bırakacak ne planlıyordu kim bilir? O da ne? İstemsizce elim havaya kalktı, beynime gönderdiğim "Hayır bu kadar kişiye karşı koyamazsın, indir o eli çabuk!" komutları yanıtsız kaldı ve kızlardan birinin yanağından makas aldım. NE? Neden yaptım ki bunu diye düşünmeye fırsat kalmadan kızlar beni ortalarına alıp bir güzel pataklamaya başladılar. Birkaçına iki tekme, üç yumrukla karşılık verdikten sonra bir daha da hareket edemedim. Biri vuruyor tam yere düşeceğim, öbürü vuruyor dengede kalıyordum. Koridordan hiç hoca da geçmiyordu ki gelip ayırsınlar. Zaten bu hocalar ihtiyacınız olduğunda gelmezler asla. Ben birine bir şey yapıyor olsam üçüncü saniyede damlarlardı ama!
Tenis topu gibi bir oraya bir buraya sürüklenirken göz ucuyla Nesli'nin kardeşine baktım. Köşede durmuş olan biteni izliyordu. Bana hiç dokunmadı bile. Kılını kıpırdatmadan adam döven ilk insansın, tebrikler.

Kaç dakika oldu bilmiyorum, dövmekten sıkılmadı adamlar. Kavgaya susamışlar, sanki hayatları boyunca hep bu anı beklemişler. Aç köpek gibi saldırdılar. Ulan, insan olan bir kişiye on kişi dalar mı be? Kavga etmenin de bir adabı vardır. Hiç mertlik kalmamış arkadaş!

En sonunda bıraktılar beni. Hiçbir şey olmamış gibi gidip sınıfıma oturdum. Az önce dayak yediğime kimseyi inandıramazdım, o derece temiz çalışmışlardı, yüzümde tek bir çizik dahi yoktu. Sadece birazcık yürüyemiyordum o kadar. Biraz da gururum ayaklar altına alınmış, löpçük diye ezilmişti. 'İntikam, intikam!' istiyordum; lakin hayatlarında ettikleri tek kavga, ön sırayı kapmak için olan arkadaş ortamım buna uygun değildi. Bana, gururumla oynayanın hayatıyla oynayacak bir tayfa lazımdı. Böyle bir ortam bulana kadar mecburen bu olaydan kimseye söz etmedim. Hiç yaşanmamış gibi hayatıma devam ettim.

Dostu ağlatan, düşmanı güldüren hikâyenin sonuna gelirken bana saldıran ekipteki arkadaşlara teessüflerimi iletiyor ve siz sevgili okuyuculara önemli bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Bu hayatta kimseden makas almayın!

Okulda DenemeyinizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin