Kozalak Mevzusu

57 7 7
                                    

Lise ikinci sınıfın bende ayrı bir yeri vardır. Lise birde toysunuz, ortama ve arkadaşlara alışmaya çalışıyorsunuz. Lise üç ve dörtte sınav stresiyle uğraşıyorsunuz.  Ama lise ikide ne derdiniz var ne de tasanız. Ortamınızı bulmuş, hayatın keyfindesinizdir.

Sene başında sınıf hocamız değişmiş, okulumuza yeni gelen geometrici sınıf hocamız olmuştu. Yeni insanlar yeni başlangıçlar demektir. Ama hayır, bizim okulda bu mümkün değildi. Tecrübeli hocalarımız hemen bizi tanıtmışlar sağ olsunlar. Sevde'yle ikimizi gösterip "Aman ha, bunlara dikkat et!" demişler. Başına gelebileceklere karşı dirençli olmasını sağlamışlar. Sınıf hocamızla ilk tanışmamız aynen şöyle gerçekleşti:

"Süeda ve Sevde siz misiniz?"

"Evet hocam, biziz."

"Bana bakın, ben olay filan istemem ha!"

Hadi buyur buradan yak! Öyle pat diye niye tanıtıyorsunuz ki siz bizi? Bıraksaydınız da alıştıra alıştıra tanısaydı!

Ön yargılarla başlayan tanışma faslımız akşam hocaya şöyle bir mesaj atmamla devam etti:

"SarmıYor Artık Yaşamak. AzraiLLe Oturup Zar Mı SaLLasak? Henüz AsLa Hazır DeğiL BiLekLerim Daha Çok Yeni JiLet İzLerim. Bu Hayat Ya Bize GüzeL Ya Da Hepimizin Kafası GüzeL. Ne Yapsam OLay OLuyo; Yaşıyorum Ya, Herhalde Herkese Bu Koyuyo!"

"Neden böyle bir mesaj attın?" derseniz, inanın bilmiyorum. Bu mesajı attıktan on dakika sonra telefonu elime aldığımda yedi cevapsız arama on beş mesajla karşılaştım. Zavallı hocamız, neye uğradığını şaşırmış, mesajımı ciddiye almış ve gerçekten çok korkmuş.

"Şaka yaptım hocam, hoş geldin mesajıydı bu, ehe ehe ehe." diyerek hocaya kendimi jiletlemediğimi ispat ettikten sonra konuyu tatlıya bağladık. En azından kısa bir süreliğine...

Ertesi gün öğle arasında arkadaşlarla bahçeye çıktığımızda etrafımız ilköğretim tarafından gelen ikinci sınıf bebeleriyle sarılmıştı. On, bilemedin on beş tane bebe, dünyadaki bütün kozalakları toplamış, nefes bile almamıza müsaade etmeden bize fırlatıyorlardı. Göz gözü görmüyordu. Kozalaklar havada uçuşuyordu. Ben de yerden bir tane kozalağı alıp çocukların önüne doğru fırlattım. Kızlar da bir iki kozalakla karşılık verdikten sonra içeri kaçtık. İlköğretimin nöbetçi hocasını çağırıp, bir kaza çıkmadan çocukları uzaklaştırmasını istedik.

Yedi, sekiz yaşlarındaki oğlan çocukları, hayattaki en lüzumsuz varlıklar. Hepsinden nefret ediyorum. Efendi gibi gidip parkta oynayacakları yaşta gelmiş liselilere kozalak fırlatıyor Allah'ın gereksizleri.
Bu tatsız öğle arasından sonra derse girer girmez PDR'ci Yeşim Hoca bizim doğrucu davut Ayşe'yi yanına çağırdı. Haydaaa, okul daha yeni başladı be kardeşim derken hepimiz patır patır Yeşim Hoca'nın odasının yolunu tuttuk. Meğer bize kozalak fırlatan çocuklardan birinin gözüne kozalak isabet etmiş ve ciddi zarar görmüş. İlköğretimden tanıdığımız, başımın belası Selman Hoca da hemen kamera kayıtlarını incelemiş ve bizi kozalak atarken görünce de olayın sorumlusu ilan etmiş.

Ben, attığım kozalağın hiçbir çocuğa isabet etmediğini biliyordum; fakat kamerada kozalağın nereye düştüğü çıkmamış, sadece atarken gözükmüşüm. Diğerlerinde de durum aynıydı. Çocukların kendi attıkları kozalaklardan biri de isabet etmiş olabilirdi, hiçbir kesinlik yoktu fakat Selman karşımıza dikilmiş:

"Kör ettiniz çocuğu!" diye bağırıyordu.

"Dua edin de çocuğun ailesi şikayetçi olmasın!" diyerek yanımızdan uzaklaştı. Yeşim Hoca ile baş başa kaldık. Yeşim Hoca, sağ olsun bir PDR'ci olarak bizlere bu talihsiz olayda çok yardımcı oldu (!)

"Eğer çocuğa bir şey olduysa hapse girebilirsiniz arkadaşlar." dedi.

O anki halimizi görseler suskunlar dizisini yeniden çeker, başrolü de bize verirlerdi. Bir yandan on beş yaşında hapislerde çürüyeceğimizi düşünüyor öbür yandan ya çocuğa bir şey olduysa diye vicdan azabından kahroluyorduk. Gün boyunca Ahmet Kaya'nın:

"Başım belada, Adamın biri vurulmuş sokakta
Cebinde adresim bulunmuş, başım belada
Tabancamı unutmuşum helada
Nereden baksan tutarsızlık, Nereden baksan ahmakçaaa!" şarkısını dinleyerek boşluğu seyrettik. Bir şarkı hiç bu kadar anlam kazanamazdı...

Serra da resmen hatim indirmişti. Çocuğa, ailesi bile o kadar dua etmemiştir. Neyse ki iyi haber tez duyuldu ve çocuğun durumunun iyi olduğunu öğrendik. Öğrendik öğrenmesine de bizim Ayşe'yi bir türlü sakinleştiremiyorduk. Hüngür hüngür ağlamaktan dediklerimizi duymuyordu bile. Dünyanın en uzun süre ağlayan insanı olarak Guinness Rekorlar Kitabına girebilirdi.

Sınıf hocamızın, 'Bakın ben olay molay istemem!' demesinin üzerinden sadece ve sadece yirmi iki saat geçmesine rağmen böyle bir olaya karışmamız kadıncağızın şok üstüne şok yaşamasına sebep olmuştu. Eminim ki geldiği yere geri dönmeyi çok istemiştir; ama maalesef daha yeni başlıyorduk.

Ertesi gün çocuk okula geldiğinde yanına gittik, gözlük takmaya başlamıştı.

"Gözlük çok yakışmış."

"Zaten dünyanın en zekileri hep gözlük takar."

"Kızlar sana bayılacak." gibi teselli cümlelerimizle çocuğa destek olduk.  Çocuk gayet iyiydi olan bize olmuştu. Kader mahkumuyduk biz artık. Allah kimseye on beş yaşında Ahmet Kaya dinlettirmesin...

Okulda DenemeyinizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin