Koyu bir Fenerbahçe taraftarı olarak Fenerbahçe'yi tribünde destekleme şansını çok fazla bulamadım ta ki erkekler basketbol Türkiye kupası sekizli finalinin yaşadığım şehirde oynanacağını öğrenene kadar... Bu benim için inanılmaz bir fırsattı. Branş fark etmeksizin Fenerbahçe'yi görebilecek olmanın mutluluğu paha biçilemezdi.
Fanatik Galatasaraylı Ulviye ve basketbola meraklı olan yarı Galatasaraylı Senanur ile beraber formalarımızı üzerlerimize geçirdik, biletlerimizi aldık ve Fenerbahçe-Beşiktaş, Galatasaray-Banvit mücadelelerini seyretmek üzere yola koyulduk. Maçı, birlikte rahatça izleyebilmek için biletlerimizi tarafsız tribünden almıştık. Onlar sarı kırmızı formalarıyla, ben de sarı laci formamla kardeş kardeş maçı izleyebileceğimizi zannetmiştik ki daha maça girmeden polis engeline takıldık. Biletlerimiz gereği Galatasaray taraftarının bulunduğu kapıdan içeri girmemiz gerekiyordu; lakin sarı lacivert renkler ile o kapıdan geçmek kolay değildi. Üzerime geçirdiğim monta sımsıkı sarılmama rağmen polisler tarafından fark edilip, kenara çekilmiştim.
"O üstündeki formayı çıkarmadan geçemezsin."
"Ama biz tarafsız bölgeye gelmiştik."
"Başımıza iş açma."
"Ama...."
Başka bir polis araya girerek:
"İyi hadi geç; ama dayak yersen kurtarmayız." dedi ve zor da olsa beni içeri aldı.
Sanırım bizden başka "Spor dostluktur" mesajıyla maça gelen yoktu. Zaten salona girer girmez ilgi odağı olmamızdan bu anlaşılıyordu. Erkenden geldiğimiz için en önden yerlerimizi kapmış heyecanla ilk maç olan Fenerbahçe-Beşiktaş mücadelesini beklerken gazeteciler tarafından fotoğraf bombardımanına tutulduk. Bir o kameraya bir bu kameraya poz verip duruyorduk. Yalan yok ilgi odağı olmak bayağı hoşumuza gitmişti. Ertesi gün manşetlerde kendimizi görecek olmanın heyecanı, maç heyecanımızın önüne geçmişti.
Tıpkı bir Amerikalı gibi hot doglarımızı almış ilk maçı izlemeye koyulmuştuk. Takımda Emir Preldzic ve Ömer Onan hariç kimseyi tanımıyordum; ama görseniz sanki Fenerbahçe, Basketbol takımlarıyla yatıp kalkıyordum, sanki canımı isteseler oracıkta verirdim öyle bir destek.
Maç Fenerbahçe'nin üstünlüğüyle tamamlandı. Sırada finaldeki rakibimizin belirleneceği Banvit-Galatasaray mücadelesi vardı. Yalnız, tribündeki Fenerbahçeliler bir bir azalmaya başlamıştı. Tarafsız tribünde de olsak kendimi yalnız hissediyordum. Zaten polisler de gözümü iyice korkutmuştu. En iyisi hiç tepki vermeden tarafsızmış gibi maçı izlemekti. Zaten finalde rakibimizin Galatasaray olmasını istiyordum ki ellerinden kupayı almak zevkli olsun; ama yine de Galatasaray'ı destekliyormuş gibi yapamazdım.
Takımlar, ısınmaya çıktığında öyle bir çığlık koptu ki eminim ki bu çığlıkların çoğu Ender Arslan ve Cenk Akyol içindi. Bu Cenk harbiden ne yakışıklı çocukmuş arkadaş, Allah sahibine bağışlasın. Takımların ısınma sırasında da gazetecilerin bize olan ilgileri devam etti. Yanımıza bir de Beşiktaşlı bir çocuğu ekleyip fotoğraflarımızı çektiler. Maç esnasında da birkaç kez görüntülenmişiz, mutluluktan havalara uçuyorduk. Zannediyorduk ki ekranların başındaki herkes bizi konuşuyor, "Keşke herkes böyle olsa!" diyor, "Helal olsun!" diyor.
Maçın başlama düdüğüyle ilgi üzerimizden kaydı ve heyecan başladı. İlk maça göre daha çekişmeli bir maç oluyordu. Taraflar birbirine bir türlü üstünlük kuramıyordu ve sonuç olarak maç uzatmalara gitti. Uzatmalarda Carlos Arroyo'nun şov yapmasıyla kazanan taraf Galatasaray oldu. Her şey istediğim gibi gitmişti. Hem ertesi gün manşetlerde biz olacaktık hem de kupayı Galatasaray'ın ellerinden alacaktık. Buna hiç şüphem yoktu.
Tribünler sırayla boşalırken Ulviye'nin çıkmaya hiç niyeti yoktu. Galatasaray benchine doğru yol aldı biz de mecburen peşinden gittik. Salon tamamen boşalmış, temizlik ekibi ve bizim dışımızda kimse kalmamıştı. Etrafa rahatsız edici bir sessizlik hakimken Ulviye, benchteki su şişelerini toplayan görevlilerden birine seslendi:
"Abi şişeleri atma, bana ver."
Bu soruyu duyan adam neye uğradığını şaşırdı:
"Ne yapacaksın kızım kullanılmış şişeleri?"
"Hatıra olarak saklayacağım."
Hayır, normal insanlar maç biletini saklar, fotoğraf çekilir onu saklar, imza alır, forma alır sporcuların içtiği şişeleri almak nedir? Ulviye işte, çok fazla sorgulamadık. Görevli abi de sorgulamadı ve şişelerin hepsini bize verdi. Şişeleri aldıktan sonra salondan çıkıp Galatasaray takım otobüsünün yanına gittik. Otobüsün orada oyuncularla fotoğraf çektirme ümidiyle bekleyen beş altı taraftar daha vardı. Yalnız bizim amacımız fotoğraf çektirmek değildi. Ulviye, kapıda bekleyen GS TV kameramanına "Abi bizi çek bizi!" deyip duruyor, Senanur kapıdan çıkan her oyuncunun peşinden koşup "Şapkanı bana verir misin?" diye bağırıyordu. Ben de buz gibi havaya rağmen montumu çıkarmış Fenerbahçe formamla dikkat çekmeye çalışıyordum. GS TV beni çekecek ben de ellerimle 6-0 yapacaktım. Pusuya yatmış bekliyordum; lakin kameraman hiç oralı olmuyordu. "Çeksene kardeşim, donduk burada!" diye isyan etmeme çok az kalmıştı ki kapıdan Cenk Akyol ve Ender Arslan çıktı. Onları görünce 6-0'ı filan unuttum. Senanur, Ulviye, ben, Cenk Akyol ve Ender Arslan güzel güzel fotoğraflar çektirdik, biletlerimizi imzalattık. Tam o sırada GS TV kameraları bize döndü. Beklenmedik anda yakalanmıştık. Kameraman arkadan:
"Canlı yayın, el sallayın el!" diyordu, biz de mal gibi gülümseyerek el sallıyorduk. İki dakika önce 6-0 yapacağım diye pusuya yatan Süeda kaybolmuştu, yerine "Spor dostluktur, kardeşliktir." diye zırvalayan bir Süeda gelmişti. E tabii canlı yayın kazası, oluyor böyle şeyler.
Cenk ve Ender Arslan ile vedalaştıktan sonra evlerimize doğru yol aldık. Rüya gibi bir gün olmuştu bizim için. Ertesi gün gözlerimizi açar açmaz bütün gazetelerin spor sayfalarına bakacak ve büyük bir hayal kırıklığı yaşayacaktık. Tek bir gazete bile bize yer vermemişti. O kadar ilgi, üzerimize patlatılan o kadar flaş yalanmış meğer. Hayır, bu ülkede el ele kol kola maç izleyen kaç ezeli rakip kaldık ki? Kaç tane Fenerbahçeli GS TV kameralarına 'Spor dostluktur' mesajı veriyor? Ellerimle 6-0 yapsaydım kesin gündem olmuştum; ama yanlış ata oynamıştım işte...
Her ne kadar bizi manşetlere taşımasalar da tahmin ettiğim gibi kupayı Galatasaray'ın ellerinden aldık. Ulviye, belli bir zaman sonra şişeleri çöpe attı, ben imzalı bileti Galatasaraylı arkadaşıma hediye ettim. Bu harika günden geriye kalan tek şey, silinen fotoğraflarımız ve hafızalardan silinmeyecek olan bu anı oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Okulda Denemeyiniz
HumorHerkes en az bir kere, geçtiğimiz yılı düşünüp "Ayyyy geçen yıl ne kadar salakmışım!" cümlesini kurmuştur. İşte bu cümle, benim hayatımın özeti. İstisnasız her yıl böyle kendimden utanırım. Bir insan her sene saçmalıklarına saçmalık katabilir mi? Ne...