Bir Alex Değil

134 16 0
                                    

Sabah sebepsiz yere mutlu uyandığınız oldu mu? Güzel güzel rüyalar görmüşsünüzdür, uykunuzu almış dinç bir şekilde kalkmışsınızdır. Aynanın karşısına geçip "Hayırdır inşallah?" demişsinizdir. Böyle sebepsiz yere neşeli uyandığım bir gün okulda bir şeyler olacağını hissetmiştim.

Güzel bir şeyler olmalıydı. Mesela Reyo Hoca'nın okuldan gitmesi gibi. Evet, Reyo Hoca doğum iznine ayrılmış ve yerine yeni bir beden eğitimi hocası gelmişti. Bundan daha güzel bir haber olabilir miydi? Sonunda kurtulmuştuk Reyo'dan. Yalnız, ya yeni gelen beden hocası daha beterse? Hayır, Reyo Hoca'dan daha beteri olamazdı; ama bilirsiniz gelen gideni aratır derler.

Bütün sınıf yeni hocanın verdiği heyecan ve tedirginlikle spor salonunda sıraya dizildik. Spor salonu dediğime bakmayın. Okulun en alt katındaki bir depoydu burası. Yıllarca "Çocuklar, spor salonunu seneye yapıyoruz, geçici olarak buradasınız." diyerek kandırılacaktık.

Her sene bu sene, o sene diyecektik; ama o sene bir türlü gelmeyecekti. Her kış, in kadar yerde top oynamaya mahkumduk biz. Yeni hocamız Tuğba Hoca da spor salonunu görünce "Ne biçim özel okul lan burası?" şoku yaşamıştı. Gözlerinden okunuyordu. "

Daha şaşıracağınız çok şey var hocam, hoş geldiniz." diyerek karşıladık kendisini.

Tuğba Hoca, milli bilek güreşçisiydi. İşte beden hocası dediğin böyle olurdu. Reyo Hoca gitsin kumda oynasındı. Kadın mesleğine aşıktı bir kere, gelir gelmez hemen farkını ortaya koyacak ve kızlar futbol turnuvası düzenleyecekti.

Futbol deyince bende akan sular durur.  "Kızlar futboldan ne anlar abi ya!" sözüne tepki olarak dünyaya geldim ben. Koy beni PTT 1.Ligde forvete sırıtırsam namerdim, o kadar da iddialıyım. Haliyle bu turnuva en çok beni heyecanlandırmıştı.

Hemen takımı kurduk, orta saha fena değildi; ama kale Allah'a emanetti. Neyse ki defansımız sağlamdı. Top geçer adam geçmez Ayşe vardı bir kere. Aykut Kocaman görse ömür boyu sözleşme imzalardı, öyle bir defanstı Ayşe. Hedef belliydi, şampiyonluk. Bu kadar iddialı olduğum bir mecrada yenilgiyi asla kabullenemezdim. Zaten bizim kadar iddialı bir tek 9-C sınıfı vardı, onları da hallederiz diye düşünüyordum.

İlk maçımızı 3-1 kazandık. Daha sonra rakiplerimizin maçlarını izlemeye koyulduk. 11.sınıflarda dikkat çeken bir isim vardı. Kızı tanımıyorduk, Tello forması giyiyordu. İzlemesi efsane komikti. Ben diyeyim Sabri Sarıoğlu siz deyin Selçuk Şahin, öyle bir tipti. O maçta, Tello'nun neredeyse her hareketine güldüğümüz için bize çok gıcık olmuştu. Zaten 11'ler bana komple gıcık oluyorlardı. Kazara kurada denk gelsek yandığımın resmiydi; ama 9-C ile oynayıp acı bir şekilde elenmişlerdi.

İkinci maçımızı 7-1 kazandık. "Yedi tane atılır mı beee, ohaaaa!" diye bağırmalarınızı duyar gibiyim. İyi bir Fenerbahçeli olarak benim niyetim 6-0 da bırakmaktı aslında; ama top ayağıma cuk diye oturunca dayanamadım. Rakibin filelerine 4 gol salladım. Hatta hırs gözümüzü o kadar bürümüştü ki o bir golü yediği için bütün takım kaleciye kızmıştık.

Oyun görüşü ve stil olarak Alex'e benziyordum. Çok koşmam öz koşarım, vurdum mu affetmem. Ama karakter olarak tam bir Emre Belözoğlu'yumdur, tam bir Volkan Demirel'imdir.

Bir sonraki maçımız, 9-C ile final maçı olacaktı. Günler öncesinden heyecanı sarmıştı bu maçın. Kafamda sürekli taktikler dönüyordu. Rakip, çok hücum eden bir takımdı. Defansları zayıftı, bir açık buldum mu yapıştıracaktım golü sonra defansa yardıma gidecektim. İyi kapanıp kontrataklarla çıkacaktık ve tamamdı bu iş.

Maç günü geldiğinde inanılmaz heyecanlıydık. Biz, kıçı kırık sınıf turnuvasında heyecanlanırken gerçek derbiye çıkan futbolcular ne yapıyordu acaba? Yeminle ben sahanın ortasına bayılıverirdim. Zor iş futbolcu olmak.

Şansımıza maçtan önceki son dersimiz matematikti. Matematik derslerimize müdür yardımcımız Melda Hoca giriyordu. Bu ders, bizim için normalde bile çok gergin geçerken bir de aklımız maçtayken hiç çekilmiyordu. Melda hoca, her zaman sınıfta çok konuştuğumuzu iddia etse de bu derste kimse çıt çıkarmaya cesaret edemezdi. Ama o gün aklımız tamamen maçtaydı ve fonksiyonlar hiç umurumuzda değildi.

Sevde'yle fısır fısır atacağımız golleri, yapacağımız ara pasları konuşuyorduk. En sonunda Melda Hoca sinirlendi ve "Atarım sizi kapının önüne!" diye lafımızı böldü. Saate baktım zilin çalmasına daha yirmi beş dakika vardı. Kapının önüne atılmak fena bir fikir değildi aslında; ama özür dileyerek dersi dinliyormuş gibi yapmaya devam ettik. Gerginlik dolu bir 40 dakikanın ardından zilin çalmasıyla beklediğimiz büyük an gelmişti.

Herkes yerini aldı, nefesler tutuldu ve maç başladı. Rakip takım, maça iyi hazırlanmıştı. Çok iyi paslaşıyorlardı ben ise ileride yalnız kalmıştım. Topu ayağıma alınca kimse yardıma gelmiyordu.

Mecburen üç kişiyi çalımlayarak kaleye gitmeye çalışıyordum. Çalımlar filan iyi hoştu da son vuruşları yapmaya mecalim kalmıyordu. Ve atamayana atarlar mantığı bu maçı da boş geçmedi. 9-C, 1-0 öne geçti. Ben sinirden çıldırdım tabii.

"İleriiiii çıkın laaaaan, yardıma gelin!" diye bas bas bağırıyordum; ama nafile. Aykut Kocaman ruhu, takımımızı ele geçirmişti. Yan pas, geri pas, defanstan çıkmıyordu adamlar. Başlarım lan böyle işe diyerek ipleri elime aldım. Tek başıma rakibin arasına daldım. Birinci çalım, ikinci çalım, önüm boşaldı veeeee GÜM. Top direkte patladı. İşte bu maçın kırılma anıydı. O direği oraya koyanın Allah belasını versindi.

İlk yarının sonlarına doğru rakip takım, bir gol daha attı ve skor 2-0 oldu. Devre arasında herkes gelip bize moral vermeye çalışıyordu. "Yaparsın sen!" ler, "Onlar bir devrede 2 gol atıyorsa siz 4 gol atarsınız!" lar, "Taktik maktik yok bam bam bam!" lar havada uçuşuyordu. Yeterince gaza gelmiştik. İkinci yarı rüzgâr gibi esecektik.

Gerçekten de ikinci yarıya çok iyi başlamıştık. Ceza sahasının biraz gerisinde topu ayağıma aldım, kaleye şöyle bir baktım ve şutumu attım. Rıdvan Dilmen görse "Gol olur." derdi ama GÜM. Yine direkte patladı. Sinirden saçımı başımı yolacaktım.

Şans benden yana değildi, artık çirkeflikten başka çaremiz kalmamıştı. Öküz gibi bastırarak topu kazandık şutu çektim ve kaleci çizgide tuttu. Ama sınıfça "Gol hocam gol!"  diye öyle bir itiraz ettik ki hoca mecbur verdi golü. Eee klasik Türk hakemleri işte. Eyyamsa eyyam bu maçı kazanacaktık.
Skor 2-1 ve maçın bitimine son 10 dakika. Artık ayakta durmaya mecalim kalmamıştı.

Arkadaşlarımın "Dayaaaaaaan!" diye bir yerlerini yırtmaları üzerine son bir gazla topu kaptım, kaleye yöneldim, önüm boş, bizimkiler "GOOOL!" diye bağırmaya hazırlanmışken TAK. Topu kalecinin üzerine nişanladım. Yemin ederim Guiza gibi direğe sarıldım ağladım ağlayacağım derken rakip kontratakla maçın skorunu belirleyen golü attı.

Son düdükle beraber maç, 3-1 bitti ve ben de bittim. Böyle bir yenilgiyi hazmetmek benim gibi hırslı köpekler için zordur. Rakibin sevinç çığlıklarını dinlemeye asla tahammül edemezdim. Hemen sahayı terk ettim. Bu nedenle, buradan 9-C sınıfına gecikmeli olarak tebriklerimi yolluyorum

Okulda DenemeyinizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin