Perçemli Bela 2

51 7 7
                                    

Abartılı doğum günü kutlamalarından hayatım boyunca nefret etmişimdir. Kafelerde çalınan "Hepi de bört dey tu yu" şarkısı, İnstagrama atılan 855 post, balonlarla yapılan boomeranglar kafamı toprağa gömmek istememe sebep oluyor. Benim için insanların hatırlayıp, iyi ki doğdun demesi bile yeterlidir. Tabii benim sevmemem böyle kutlamaları organize etmediğim anlamına da gelmiyor. Sınıf hocamızın doğum günü yaklaşıyordu ve güzel bir hazırlık yapıyorduk. Özel bir pasta yaptırmış, hediyemizi almış ve sınıfı süslemiştik. Her şey hazırdı, öğle yemeğinin ardından kutlamaya başlayacaktık. Lakin kara bulutlar okulun etrafında dolaşıyordu. O kara bulut, kitabın başında bahsettiğim Perçemli Bela'nın ta kendisiydi.

Perçemli Bela'nın kardeşiyle ilkokuldaki gibi yine beraberdik. Kendisi bir alt sınıfımızda yer alan sessiz sakin bir kız olmasına rağmen ablası, inanılmaz derecede farklı bir türdü. Yine önceki hikâyede bahsettiğim gibi sık sık okulu basar, sorun çıkarırdı. Yalnız, bu aralar bir sıkıntısı var gibiydi. Uzun bir süre geçmesine rağmen hiç okula uğramamıştı ve bu dikkatimden kaçmamıştı. Kardeşiyle koridorda karşılaştığımızda:

"Ablanı bayağıdır görmüyoruz ya özledik." demiştim. Kardeşi bana cevap bile vermeden yanımdan geçip gitmişti ve bu olayın üzerinden iki hafta geçmişti. Sanki Perçemli, yememiş içmemiş okulu basmak için tam da hocamızın doğum gününü kutlayacağımız anı beklemişti.

Arkadaşlarla yemekhanede otururken biri omzuma dokundu, arkamı döndüğümde Perçemli'yle karşı karşıyaydım. Ama artık perçemli değildi. Saçlarını kestirmiş, büyümüş serpilmişti. O eski Perçemli gitmiş yerine başkası gelmişti sanki.

"Beni çağırmışsın, geldim işte."

"Hoş geldin, buyur otur, bir yemeğimizi ye."

Perçemli, bu teklifime sıcak bakmadı ve çok geçmeden tehditlerine başladı.

"Bana bak, seni şöyle döverim böyle döverim, akıllı olacaksın zart zurt."

Ne dediğinin hiçbir önemi yoktu, o kadar arkadaşımın arasında beni dövemeyeceğini ikimiz de biliyorduk. Başını kaşımak için kazara elini kaldırsa elli kişi ona saldırmak için bekliyordu. Bu durumun verdiği özgüvenle ayağa kalktım "Hadi, bir denesene!" diye çıkıştım; çünkü şov bizim işimiz. Bunun üzerine sinirler gerildi ve tabağını eline alan meraklılar bir anda etrafımızı çevirdi. Bütün yemekhanenin ilgi odağı olmuştuk. Millete kız kavgası olsun zaten hemen işi gücü bırakır izlemeye koşarlar.

Perçemli'yle her zaman uzaktan atışırdık; ama şimdi ilk defa bu kadar yakındık. Bizim kızlar "Bir hamle yapsa da dalsak!" diye tetikte bekliyordu, ben de gardımı almıştım. Perçemli etrafa şöyle bir baktıktan sonra "Yürü, müdürün odasına gidiyoruz!" dedi.

Haydaaa bu kadar insan boşuna mı toplandı kardeşim? Hani kavga etmeye gelmiştin? Millet kan istiyor kan!

"Hiçbir yere gitmiyoruz!" dememle Perçemli'nin kolumu kavraması bir oldu. Araya temas girince bu sefer hocalar olaya dahil oldu ve hemen ikimizi ayırdılar. İstediğini alamayan Perçemli sinirden deliye döndü ve ağza alınmayacak hakaretler etmeye başladı. Bunun üzerine sınıf hocamız araya girdi:

"Bana bak, ağzını topla!"

"Hede hede höde höde!" türünün son örneği olan Perçemli'nin ağzından aynen böyle sözler çıkıyordu. Kimse ne dediğini ve ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu. Hocalardan biri "Git, ne derdin varsa Müdür Bey'e anlat!" diyerek Perçemli'yi başımızdan savurdu. Savurdu savurmasına da bana en büyük zararı kendisi verdi. Keşke bıraksaydı da Perçemli ağzımı burnumu kırsaydı. Keşke hiç karışmasaydı, keşke... Perçemli, Müdür Bey'e kim bilir neler anlatacak, ben de tekrardan disiplini boylayacaktım. Bu sefer var ya kurtuluşum yoktu... Annem beni kesin okuldan alıp sanayiye verecekti.

Perçemli, Müdür'ün odasına doğru giderken biz de kutlamamız gereken bir doğum günü olduğunu hatırladık. Sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi hocamızı aldık sınıfımıza götürdük. O kadar tatsız bir doğum günü oluyordu ki mumlar efkardan kendi kendine yandı. Balonlar aşırı gergin ortama maruz kalmaktan patır patır patladı. Ulan Perçemli, başka gün mü yoktu sanki?

Bu tatsız kutlamanın ardından Müdür Bey beni odasına çağırdı. Bizzat müdürle görüşecek olmak başınıza gelebilecek en kötü şeylerden biridir. İçeriden sağlam çıkma ihtimaliniz çok düşüktür. Arkadaşlarım, sanki asker uğurlar gibi beni Müdür Bey'in odasına uğurladılar. Arkamdan su döken bile vardı artık siz düşünün gerisini.

"Ya Allah, Bismillah!" diyerek Müdür Bey'in odasına girdim. Kalbim deli gibi atıyordu. Kesin uzaklaştırma alacaktım. Belki de okuldaki son günümdü. Aklımdan bütün kötü ihtimalleri bir bir sıralarken Müdür Bey'in yüzüne baktım, beklediğimin aksine sakin görünüyordu. Fırtına öncesi sessizlik miydi acaba bu? Eliyle koltuğu işaret ederek "Otur." dedi. Ağır hareketlerle geçip oturdum. Bir süre sessizce birbirimize baktık. Zaman o kadar yavaş geçiyordu ki bir saniye bir saat gibi geliyordu. Müdür Bey, en sonunda ağzını açtı ve beni derin düşüncelerden uyandıracak şu cümleyi kurdu:

"Kızım, sen gedikli misin?"

Ne demek olduğunu bilmediğim için anlamsız gözlerle karşılık verdim kendisine.

"Nereden buluyorsun bu tipleri?"

Bu sorunun üzerine klasik savunmaya geçtim:

"Hocam, vallahi ben bir şey yapmadım."

"Tamam uzatma, işim gücüm var benim, çık dışarı bir daha da uçan kuşla bile muhatap olduğunu görmeyeceğim!"

İnanılmaz rahatlamıştım. Korktuğum gibi ne disipline gidecektim ne de olaydan annemlerin haberi olacaktı. Eğitim öğretim hayatım bir tehlikeyi daha atlatmıştı. O günden sonra bir daha da Perçemli'yi görmedim. Zaten artık kolay kolay okula gelemezdi.

Hala ne demek olduğunu bilmesem de cevap veriyorum:

"EVET HOCAM, BEN GEDİKLİYİM."

Etkileşim bu platformda çok az olduğu için hikayeleri burada sonlandırıyorum devamını okumak isteyenler çizgi Studioda kitabı bulabilir. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Okulda DenemeyinizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin