Şansölye ve ordu komutanı Adelbert, 08:00'da Almanya'nın geleceğini belirleyecekleri toplantıya katılmak için hazırlanmaktaydılar. Bu toplantının ana konusu dünya üzerinde varlığını sürdüren diğer bütün devletlerin yaptığı toplantıların ana konusuyla aynıydı. Yani 4. dünya savaşından başka bir şey değildi. Savaşın bir nefes kadar yakın olduğunu bilen bütün devletler, toplantılar yaparak, ordularının durumlarını gözden geçirerek, eksikliklerini gidererek, ordularını iyileştirerek, 4. dünya savaşına eksiksiz bir şekilde hazırlanmaktaydılar. Bu toplantılarda birçok sorunlar halledilmiş, binlerce kararlar alınmıştı. Lakin bir türlü karara varamadıkları, çözüme kavuşturamadıkları bir sorun vardı, oda kurdukları orduları kimin yöneteceği sorunuydu. Bütün bu devletler kurdukları orduları yönetecek olan komutanı bir türlü bulamıyorlardı ve bunun sonucunda her toplantının sonunda bir diğer toplantıya tarih vererek toplantılardan sonuçsuz bir şekilde dağılıyorlardı. Bütün devletler ordularının başına hali hazırdaki generalleri getirerek savaşa katılmak istemiyorlardı. Çünkü girecekleri bu 4. dünya savaşı, halihazırda ordularının başında bulanan generallerin bildiği, tecrübe ettiği bütün savaşlardan farklı olacaktı, bu savaş milattan öncesine ait bir savaş olacaktı, askerler düşmanla bir nefes kadar yakın savaşacaklar, bir nefes kadar yakınlarından aldıkları darbelerle ya öleceklerdi ya da bir nefes kadar yakından indirdikleri darbelerle düşmanlarını öldüreceklerdi. Bu savaşta toplar, tüfekler, barutlu silahlar, uçaklar, savaş gemileri, tanklar olmayacaktı, bu savaşta kılıç olacaktı, kalkan olacaktı, yay olacaktı, at olacaktı, bu savaşta gerçek bir savaş bilgisi olan, taktikleriyle koca bir ulusu kurtaracak olan gerçek bir komutan olacaktı ve bu yüzden gerçek komutanın arayışındaydılar. Bu devletlerin aradıkları gerçek komutan muhtemelen 15.yy ve öncesinde doğmuş, büyümüş ve kendisini bu çağların şartlarını göre yetiştirmiş biri olmalıydı, çünkü aradıkları bütün özellikler bu çağın ve bu çağdan önceki zamanlarda yaşamış olan komutanların ve kralların özellikleriydi.
Almanya Şansölyesi, ana karargahtaki C bloğun 3. Katındaki odasının sivri kemerli, iki renk taş işçiliğiyle yapılmış penceresinden dışarıyı seyrederken, mavi zambaklarla bezenmiş süslü beyaz fincanından kahvesini yudumladı ve kahve fincanını hemen sağ tarafındaki, yeni verniklenmişçesine parlayan kahverengi zigon sehpanın üzerine bıraktı. Daha sonra sol kolundaki saraçlar marka saatini baktı ve toplantıya 1 saatten az kaldığını fark ederek, hazırlanmak için 1850'lerden kalma, kahverengi, kırmızı süngerli ahşap sandalyesinden kalktığı gibi hafif adımlarla gardırobuna yöneldi.
Ordu komutanı General Adelbert, uyandığında toplantının başlamasına 40 dakika kalmıştı, bu süre onun için oldukça fazlaydı ve bu yüzden her şeyi ağırdan aldı. Çünkü hazırlanmasının 5 dakika, toplantının yapılacağı taş duvarlı gri binaya ise 8 dakika 30 saniyede varacağını biliyordu, artık bütün bu küçük tahminleri saniyesi saniyesine kadar yapabiliyordu. Çünkü kendisinin bile hatırlayamadığı kadar uzun yıllardır her gününü aynı rutinde geçiriyordu. Uyan, hazırlan, toplantıya katıl, toplantıdan çık, zil çalan karnını doyur, teftişe çık, spor yap, odaya çık, gece yarısına kadar çalış, uyu, uyan, hazırlan, her günü, her saati, her saniyesi, yıllardır bu şekilde geçiyordu.
Ordu komutanı General Adelbert, ter izleriyle bezeli yatağında 26 dakika 7 saniye boyunca boş boş tavanı seyrederek yattıktan sonra, yorganı üzerinden bir hışımla fırlatarak kalktı ve yatağının hemen karşısında bulunan gardırobuna doğru hızlı hızlı yürümeye başladı. Adelbert gardırobun önüne geldiğinde, dün gece yatmadan önce bütün kıyafetlerini odanın farklı farklı noktalarında çıkartarak gelişi güzel fırlattığını hatırladı. Adelbert gardırobun kapağını açmadan geriye doğru sol tarafından döndü ve ilk önce ahşap bir iskemle üzerinden sarkan yeşil pantolonunu aldı ve hızlı bir şekilde giydi, daha sonra aynı iskemlenin hemen önünde bulunan masanın üzerindeki beyaz gömleğini aldı ve onu da hızlı bir şekilde giydikten sonra odanın hemen ortasında bulunan, dragon ve tılsım motifleriyle bezenerek kırmızının ve sarının tonlarıyla dokunmuş halının üzerindeki lacivert kravatını aldığı gibi boynunu geçirdikten sonra gömleğinin eteklerini pantolonun içine soktu. Daha sonra kapının arkasına dün gece astığı uzun, haki renkli deri ceketini aldı ve onu da çevik bir hareketle omuzlarının üzerinden savurtarak giydikten sonra çokta parlak olmayan sert topuklu 45 numaralı ayakkabılarını ayaklarına geçirdi ve kahverengi kapının gümüşi renkteki kolunu çevirdiği gibi, kendisini her yeri bitkisel süslemeli fayanslarla kaplı koridora attı. Adelbert, attığı her adımla çıkardığı tak tak sesleriyle, beyazın hakim olduğu koridorda kendinden emin bir şekilde yürüyerek merdivenlerden 2 kat aşağıya indi ve burada da aynı tak tak sesleriyle yürüyerek kendisini doğrudan camları kırık ana kapıdan dışarıya attı. Adelbert dışarıya çıkar çıkmaz, kafasına göğe doğru kaldırıp gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı, çektiği bu derin nefesle ciğerlerine tertemiz oksijenin dolmasını hayal etti, ama çektiği bu nefeste zehirli hava vardı, göz yaşı vardı, akacak kara kanların kokusu vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRALLARIN SAVAŞI MU
Historical FictionGeçmişin karanlıklarını, başarılarıyla, zekalarıyla ve yetenekleriyle aydınlatan, insanlık tarihinin çok farklı zamanlarında hüküm sürmüş krallar, 22. Yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşecek olan 4. dünya savaşında aynı mekânda, aynı zamanda bir araya...