Bir makinenin çarkları gibi işleyen disiplinle çalışan Almanların ataları 2. Dünya savaşında devasa tanklar üretirken, torunları ise 4. Dünya savaşının arifesinde aynı inançla, farklı bir zamanda, aynı özveriyle ama farklı bir siluette devasa gemiler üretmişlerdi. Almanların ürettikleri bu devasa ahşap gemiler o kadar büyüktü ki bir karaya çarpsa, çarptıkları yerlerde sıra dağları oluşturacaklarmış gibi duruyorlardı. Bu yüzlerce devasa gemilerin doldurduğu limanda tek bir asker dahi kalmamıştı, bütün askerler gemilerdeki yerlerine alarak güvertelerde sıraya geçmişler ve gelecek olan Krallarını selamlamak için, çivi gibi duruşlarıyla dimdik bekliyorlardı.
Kraliyet gemisinin önünde saygı nöbeti tutan iki askerden sol kanatta bulunanı kollarını iki yanına yapıştırmış bir vaziyette ok gibi dururken göz ucuyla diğer askere bakarak "Lukas benim anlamadığım bir şey var," dedi kapının diğer tarafında aynı ok gibi duruşuyla saygı nöbeti tutan askere bakarak. Lukas "Sessiz ol Durkheim" dedi. Durkheim "Ya bi etrafına baksana alanda imparatoru karşılamak için bekleyen komutanlardan başka kimse yok, onlarda bizi duyamazlar, ha 300 metreden duyacak olurlarsa onların bu doğa üstü yeteneklerine karşı saygı duyar ve alacağım cezayı da onur kabul ederim" dedi. Lukas gülmemek için kendini zor tutarken "Doğru söylüyorsun çok uzaktalar, bizleri duyamazlar" dedi. Durkheim " Ha şöyle rahat ol, hem konuşalım da şu ayaklarımızın ağrısını unutalım" dedi ve Lukas, Durkheim'in hatırlatmasıyla birlikte ayaklarının ağrısını daha da fazla hissetti ve "Geçmez bu ayakların ağrısı, konuşsak ta geçmez, şarkı söylesek te geçmez "dedi buruşan bir yüz ifadesiyle. Sonra devam etti "Boş ver bunları da, sen neyi anlamadın onu söyle "dedi. Durkheim "Şu havaya bak Lukas, yaprak dahi kımıldamıyor, bu rüzgarsız havada bu devasa gemileri nasıl hareket ettirecekler " Lukas söze girerek " Durkheim sen bu gemideki tek görevinin saygı nöbeti tutmak olduğunu falan mı zannediyorsun" diye cevap verdi. Durkheim "Evet te bunun konumuz la ne alakası var" dedi. Lukas "Şöyle anlatıyım, eğer havada yüzümüzü okşayacak tek bir esinti dahi olmazsa, geminin alt bölümünü giderek kürek çekeceksin diğer askerlerle birlikte, anladın mı şimdi bu gemilerin rüzgarsız havalarda nasıl hareket ettirileceğini ve senin buradaki diğer görevinin ne olduğunu" dedi hızlı hızlı konuşarak. Durkheim "Peki şu demirden yapılma gemileri nasıl hareket ettirecekler, onları ne rüzgar yerinden oynatabilir nede kürekler" Lukas "Dur, onu da anlatayım, daha önce şansölyenin toplantılarında saygı nöbetçiliği yaparken içeriden senin sorduğun sorunun aynısını biri sormuştu toplantıya katılan mühendislere, kim sordu bilmiyorum, galiba........" diye devam ederken Durkheim "Ee kimmiş?" dedi. Lukas duruşunu bozacak bir sinirle "Susta anlatıyım, şu hayatta en sevmediğim şeydir sözümün kesilmesidir" dedi. Durkheim " Tamam tamam özür dilerim" dedi ve lukas kaldığı yerden devam ederek "Galiba soruyu soran bizim kaytan bıyıklı generaldi" diye sözlerine devam ederken, Adelbert'ten kaytan bıyıklı diye söz etmesinden dolayı gülmemek için kendini zor tutan Durkheim, dudaklarını içeriye doğru büzdü ve yanaklarını bir balon gibi şişirerek "Dostum böyle komik anlatmaya devam edersen ikimizde burada patlarız ve bu sefer 300 metre ileridekilerin bizleri duymaları için doğa üstü bir güce ihtiyaçları olmaz "dedi kıkır kıkır gülerek. Lukas "Ben sana sözümün kesilmesinden nefret ederim demedim mi," dedi asabi bir yüz ifadesiyle. Durkheim, Luka'sın gönlünü almak için "Çok çok çok özür dilerim dostum bir daha sözünü kesmeyeceğim," diyerek Lukas'ın yeniden söze girmesine bekledi ama Lukas gerçekten de bozulmuştu ve sessizliğe bürünerek imparatorun gelmesine beklemeye başladı. Aradan geçen 2-3 dakika sonra Lukas'ın kendisine küstüğünü anlayan Durkheim göz ucuyla Lukas'a bakarak "Anlatmayacakmısın," dedi. Lukas "Hayır," diye cevap verdi ve tekrar söze giren Durkheim "Hiç mi anlatmayacaksın," dedi tebessüm ederek. Lukas, Durkheim'in ağızına taklit ederek "Hiç anlatmayacağım," dedi ve bunun üzerine söze giren Durkheim "Ama bak anlatırsan, sana o çok beğendiğin kılıcımı veririm," dedi gerçekten de Lukas'ın anlatmayacağını düşünerek. Lukas "Tamam anlatıyorum iyi dinle. Ama bak bir kere söz verdin alırım kılıcını," dedi. Durkheim "Vay çıkarcı herif vay, ben kabul etmezsin diye kılıcımı vermeye teklif etmiştim," dedi Lukas "Söz ağızdan bir defa çıkar," dedi. Durkheim "Verdik artık bir söz, bize de tutmak yakışır," dedi. Lukas "Neyse nerede kalmıştık, ha tamam hatırladım, şimdi ben içerdeki toplantıyı dinliyordum ve bizim kaytan bıyık söze girerek t........" diye konuşmasını devam ederken bu seferde sözü, Prusya Kralı I.Friedrich'in, kenarlarından püsküllerin döküldüğü kırmızı çadırlı faytonuyla alana giriş yapmasıyla birlikte çalınan boru sesleriyle kesildi ve programlanmış robot gibi saygı duruşuna geçerek kralın gelmesini beklemeye koyuldu. Durkheim'inde hazır ola geçerken küçük harflerle "Sana kılıç mılıç yok, sakın isteyeyim falan deme," dedi. Lukas o kılıç benimdir dercesine attığı bakışlarıyla "Tamam bunları sonra konuşuruz, imparator bize doğru geliyor sessiz ol," dedi.
İmparator faytonundan inmiş, kendisini karşılayan komutanları selamlamış ve arkasına taktiği maiyetiyle birlikte gemisini doğru ağır ağır adımlarla yürümeye başlamıştı.
İmparator çehresini belli belirsiz seçmeye başlayan güvertelerdeki askerler, imparatorun o göz alıcı kıyafetlerini de daha net görür olmuşlardı. Güvertelerdeki askerler bir yandan imparatoru selamlıyor bir yandan da imparatorun üzerindeki kıyafetlerin her bir detayını bakarak "Şu çizmelerin ışıltısına da bakın, ayna olarak kullansan kullanırsın... sen çizmeleri boş ver ahbap şu kıyafetlerin ütüsüne bakar mısın sanki su terazisiyle ütülemişler... üzerin de tek bir pislik bile yok... ben hayatımda bu kadar temiz kıyafetleri ilk defa görüyorum... üzerinde tek bir pislik dahi yok... bırak pisliği tüy bilene yok..." diye konuşuyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRALLARIN SAVAŞI MU
Ficción históricaGeçmişin karanlıklarını, başarılarıyla, zekalarıyla ve yetenekleriyle aydınlatan, insanlık tarihinin çok farklı zamanlarında hüküm sürmüş krallar, 22. Yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşecek olan 4. dünya savaşında aynı mekânda, aynı zamanda bir araya...