2106 Ekim ayının serin bir sabahına uyanan Aylan, günün ilk kurşuni ışıklarıyla birlikte gözlerini açtı. Aylan'ın ilk gördüğü şey son yedi yıldır gördüğü şeyle aynıydı, karanlığa çalan gri bir gökyüzü, gökyüzünün adeta yansıması olan karanlık bir yeryüzü. Ve Aylan'ın bu son yedi yıldır gördüğü felaket yedi yıl önce gerçekleşmiş bir felaket değildi, sadece Aylan yedi yaşındaydı. Dedesi 22. yüzyıldan önceki dünyayı Aylan'a anlatmamış olsaydı belki de her şey Aylan için normal gelecekti.
Aylan, içinde bulunmuş olduğu bu dünyanın 21. Yüzyılda nasıl bir yer olduğunu dedesinin anlatımıyla hayallerinde inşa etmek zorunda bırakılmıştı, dünyadaki diğer bütün çocuklar gibi. Gerçi dedesinde kalan son birkaç gençlik fotoğrafından arka plandaki üzüm bağlarını belli belirsiz seçebiliyordu. Bu belirsiz arka fon, Aylan'ın içinde bulunmuş olduğu dünyanın yanında HD çözünürlüğe sahip bir televizyondan belgesel seyretmek gibi gelebilirdi, daha önce HD çözünürlüğe sahip bir televizyondan belgesel seyretmiş olsaydı. Çünkü bu fotoğraf canlıydı, bu fotoğrafta artık dünyada kalmamış bir şey vardı, oda renkti, yeşillikti, yeşilin tonlarıydı ve masmavi gökyüzüydü.
Aylan, her zaman dedesinden savaştan önceki dünyayla ilgili bir şeyler anlatmasını isterdi, nede olsa dedesi savaştan önceki dünyayı her yönüyle görmüş geçirmiş 80 yaşında koca bir çınardı. Dedesi de Aylan'a varlığını yitirmiş olan her şeyi anlatıyordu, artık bunu kendisine görev edinmişti.
Aylan yine her zaman ki gibi bugünde uyanır uyanmaz dedesinin yanına koşarak gitti ve bu sefer her zamankinden çok daha farklı bir soru sordu "Dede dünya nasıl bu hale geldi?'' dedi daha dedesinin uyanmasını beklemeden. Dedesi geceden uyuya kalmış olduğu sallanan sandalyesinden ağır ağır doğrularak ayağa kalktı ve bastonunu alırken ''Gel kızım,'' dedi moloz taştan yapılma tek katlı üç odalı evlerinden dışarıya çıkmak için adım atarak. Normal bir kişinin 15-20 saniyede varacakları yere bir dakikada vararak ön bahçelerindeki çınar ağacının dibine oturdular. Böyle bir çağda yaşaması bile mucize olan 80 yaşındaki biri için bir dakika rekor bile sayılabilirdi.
Dede bastonunu kurumuş çınar ağacının gövdesini yaslarken "Kızım az önce ne sormuştun?'' dedi. Aylan ''Dede dünya nasıl bu hale geldi?'' diye sorusunu yineledi. Dedesi, Aylan'ın tek bir isteğini bile geri çevirmezdi ve bundan sonrada çevirmeyecekti, çünkü dedesinin karanlık dünyasındaki tek renk Aylan'dı.
Dedesi ''İyi dinle kızım, bundan tam olarak 20 yıl önce, hmmm 25'miydi, hmmmmm tam olarak hatırlayamadım kızım, yani senin anlayacağın sen doğmazdan çok önceleri, dünyada yeni bir kıta yükseldi, bu kıtanın ismi de Mu kıtasıydı, sana daha önce bu kıtadan bahsetmişmiydim kızım?'' Aylan ''Evet dede bahsetmiştin.'' Dedesi ''Tamam kızım işte bu Mu kıtası yükselirken geri kalan diğer bütün kıtalarda batmaktaydı, bilim adamların istatistiklerine göre, Asya, Amerika, Avrupa, Avustralya ve Afrika kıtaları 80 yıl içerisinde tamamen sular altında kalacaktı, gerçi bu istatistiki hesaplayabilmek için bilim adamı da olmaya gerek yoktu, çünkü gözle görülür bir batış yaşanıyordu. İstanbul, Roma, Washington, Londra şehirlerinin ve İskandinav ülkerinin tamamen sular altında kalması beş yıl bile sürmemişti. Artık bütün dünyanın gözü kulağı yükselen Mu kıtasındaydı. Kendi vatandaşlarıyla yeniden güzel bir hayat kurabilecekleri düşüncesi, bütün dünyanın ittifak kurmaksızın birbirleriyle savaşmasına neden oldu.'' Aylan "Peki neden biylikte yeleşşşmediley. Koskocaman kıta heykese yetemez mi dede?" dedi. Dedesi "Hayır kızım, herkese yetecek kadar büyük bir kara parçası değil, bizim zamanımızda bu yeni kıtayla ilgili bilgiler haberlerde her gün verilirdi, o bilgilerden bir tanesi de kıtanın sadece 850 milyon kişinin ihtiyaçlarını karşılayabileceği bilgisiydi, gerçi yine de birkaç ülkeye yetecek kadar büyüklükteydi ama aç gözlülük ve tek başına sahip olma arzusu bütün dünya devletlerini etkisi altına almıştı. O yüzden bu savaşta herkes yalnızdı. Savaş ilk olarak Mu kıtasının yükseldiği Pasifik okyanusunda başladı. Birçok gelişmiş ülke o bölgeye tam donanımlı filolarını gönderdi, ama yine de kimse savaş çıkmasını beklemiyordu, muhtemelen kıtanın etrafında it dalaşı yapacaklar ve birbirlerine birkaç uyarı atışı yaptıktan sonra kıtanın birkaç bölgesinde hak iddia edeceklerdi. Belli bir noktaya kadar da aynen söylediklerim gibi oldu, ta ki Amerika'nın, İspanyolların filosunu okyanusun dibine yollayana kadar. Amerika bunu tek bir bomba ile yapmıştı, nükleer bir silah değildi ama yine de nükleer bir silah kadar güçlü olduğu da aşikardı, Amerika'nın tek bir düğmeye basarak koca bir filoyu okyanusun dibine yollamasıyla birlikte savaş başlamış oldu. Geri kalan ülkeler de saldırıyı yakından takip ettikleri için İspanyolların düştükleri hatayı düşerek filolarını kaybetmemek için gemilerinin aralarındaki mesafeyi açtılar. İspanyollarda tamda bu yüzden okyanusun dibine boylamışlardı, gemileri birbirlerine çok yakındı, araları açık olsaydı, Amerika bir düğmeyle hallettiği işi belki de 10 ya da 15 düğmeye basarak halletmek zorunda kalacaktı. Ama sonuç itibariyle de halledecekti.
Bölgede Almanya, Portekiz, Britanya, İtalya, Fransa, Amerika, Japonya, Rusya ve Türkiye gibi askeri alanda çok güçlü ülkeler vardı kızım, sana bu ülkelerden bahsetmiş miydim?" Aylan "Evet dedeciğim, anlatmıştın." Dedesi "Tamam, Amerika'nın ateşlemiş olduğu bu savaş bölgenin dışındaki devletlerinde dahil olmasıyla birlikte daha da büyüdü ve yıkıcı bir hal alarak bütün hızıyla devam etti ve 2 gün geçti, 10 gün geçti, 20 gün geçti ve 40 günün sonunda artık savaşı herkes kazanmıştı, ya da herkes kaybetmişti, bilemiyorum kızım, bu savaşı hem kazanmak hem de kaybetmek gibi bir şeydi, çünkü savaşın sonunda tek bir ülkenin tek bir gemisi dahi kalmamıştı, hepsi okyanusun dibine boylamıştı. Pasifiğin tam ortasında başlayan bu savaş artık karaya taşınmış ve asıl yıkımda burada başlamıştı. Bu savaşta dünyanın en geri kalmış ülkelerinin bile ellerinde nükleer silahlar bulundurduğunu öğrendik. Bu savaş öyle bir savaş oldu ki kızım, dünyanın hiçbir tarihinde bir daha eşi ve benzeri görülemeyecek yıkımlar gerçekleşti. Bu savaşın adı da diğer iki dünya savaşın adıyla aynıydı, sadece başına 3 konulmuş ve 3. Dünya savaşı denilmişti. Bu savaşın diğer iki dünya savaşı ile benzerliği sadece bu isim benzerliğinden ibaretti, ne kullanılan silahlar, ne atılan bombalar, nede bu savaşın sonucunca ortaya çıkan felaket diğerlerine benziyordu. Bu savaşa dahil olmayan tek bir kara parçası, tek bir insan, tek bir hayvan dahi kalmamıştı, bu savaş dünyada yaşayan bütün canlıların savaşıydı, atılan kimyasal, biyolojik ve nükleer bombalar dünyanın her bir karış toprağına kirletmiş ve sular altında kalmayacak olan bölgeleri de yaşanamayacak hale getirmişti. Ve bu yüzden de Mu kıtası tüm dünya devletleri için bir arzudan çok zorunluluk haline gelmişti. Savaşın sonunda bütün üretimler durdu, ne tek bir silah üretilebildi, nede eldeki silahlara mermiler üretilebildi, ne bozulan arabalar tamir edilebildi, nede eldeki çalışan arabalara yakıt bulunabildi, yani kısaca söyleyecek olursam dünyada tek bir çöp dahi üretilemez oldu kızım ve 4. Dünya savaşı da kapıda, bu savaşın nasıl olacağını herkes çok iyi biliyor, öyle ki bu savaşın nasıl olacağını bundan yıllar önce bir bilim adamı söylemişti, adı da Albert'ti, bu adam demişti ki kızım: 3. Dünya savaşını bilmem ama 4. Dünya savaşının nasıl olacağını çok iyi biliyorum, taşlarla ve sopalarla"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRALLARIN SAVAŞI MU
Fiction HistoriqueGeçmişin karanlıklarını, başarılarıyla, zekalarıyla ve yetenekleriyle aydınlatan, insanlık tarihinin çok farklı zamanlarında hüküm sürmüş krallar, 22. Yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşecek olan 4. dünya savaşında aynı mekânda, aynı zamanda bir araya...