KRALLAR TOPLANIYOR

8 1 0
                                    

  Bütün kralların adacığa varmasıyla birlikte bu çok renkli toplantı, Fatih Sultan Mehmed’in kalın tok sesiyle başladı. “Değerli majesteleri, bu sabah Mu kıtasına göndermiş olduğum casusum yuvasına çok önemli bilgiler ile geri döndü ve sizleri apar topar toplamanın nedeni de bu bilgiler ışığında vakit kaybetmeden planlarımızı oluşturmak içindir,” dedi ve oturuşunu kendinden emin bir şekilde geriye doğru yaslanarak değiştirirken “Casusumun elde etmiş olduğu bilgiler az, ama özdür,” dedi ve lafa giren ABD başkanı “Sevgili majesteleri, en azından sizin casusunuz azda olsa, beraberinde bilgiler ile gelmiş, bizimkiler ise bırakın bilgi getirmeyi, kendilerini dahi sağ salim getiremediler,” dedi ve hemen arkasından konuşma ihtiyacı duyan Ramses “Benim ajanım, Napolyon’un ajanı, Katoliklerin ajanı, muhtemelen esir düştüler. Umarım bizim bilgileri düşman ile paylaşmazlar.” Dedi. Sultan Mehmed tam söze girecekken, Napolyon sert bir şekilde söze girdi ve “Bir Fransız asla bağlı olduğu davasına, devletini ve milletini satmaz, ama kavruk tenli bir Mısırlı ne yapar onu bilemem,” dedi çatılmış kaşlarıyla Ramses’e bakarak. Ramses öfkeden deliye dönmüş bakışlarını Napolyon’un bakışlarıyla birleştirerek “Ne ben, nede benim soyumdan gelen tek bir Mısırlı dahi ihanet nedir bilmez, ama bizler çok iyi biliriz, bizleri ihanetle suçlayan adamların dillerini kökünden koparmasını” dedi. Sultan Mehmed, toplantı konusunun hiç beklemediği kadar hızlı bir şekilde asıl amacından sapmaya başladığını şaşkınlıkla izlerken,  bu tartışmayı daha fazla büyütmemek ve bir an önce asıl konuşulması gereken meselelere geçmek için, elini sert bir şekilde masayı vurdu ve masadan havaya milyonlarca gezegenden oluşan bir galaksi kümesi gibi tozlar kalkarken “Efendiler kendinize gelin, bizler burada çok fazla vaktimizin kalmamasından yakınırken, sizler elimizdeki kısıtlı vakti de öldürmeye çalışıyorsunuz. Bu tarz kavgalarınızı savaştan sonraya bırakmanızı öneririm,” diyerek bu sefer hiç kimsesin konuşmasını müsaade etmeden direkt konuya girdi ve “İstihbarat raporunu açıklıyorum,” dedi ve devam etti "Şuanda Mu kıstasına yerleşmiş olan düşman sayısı tam olarak bilinmiyor, ama bu sayının milyondan aşağı olmadığının bilgisini almış ajanım, bu kıtanın kıyı şeridi boyunca cephe açmış düşman bütün askerlerini tek bir noktada toplamak için harekete geçmiş ve   tüm teçhizatlarıyla ve mühimmatlarıyla bize doğru gelmektelermiş, tüm mühimmatları dedim lâkin barutlu silahlar için kullandıkları mühimmatları bitme noktasındaymış, bundan dolayı muhtemelen göğüs göğse bir çarpışma olacak.” Dedi. Söze giren Gaius Julius Sezar “Kimmiş bunlar majesteleri, hangi devletmiş ki ellerinde böylesine güçlü silahlar var,” dedi ve hemen arkasından, bu soruyu beklermiş gibi söze giren sultan “Devlet değil, şu anda karada herhangi bir devlet yok, bu milyonlarca askerler dünyanın dört bir yanından toplama askerlermiş,” dedi ve biraz duraksayarak masadaki herkesin yüzlerini baktıktan sonra “Ama bir kralları var, herkesin yakinen bildiği bir kral,” dedi masadaki kralların meraklı gözlerinin içine bakarak biraz daha meraklandırmak istermiş gibi ağırdan alarak. “Haşhaşileri bilir misiniz?” dedi. Masadaki birkaç kral “Biliriz” diye cevap verdi ve 2. Bir soruyla “O halde Alamut kalesini de bilirsiniz,” dedi ve yine “Biliriz,” cevabını aldıktan sonra “O zaman Hasan Sabbah’ı da bilirsiniz” dedi. Sultanın, siyah sakallarının arasındaki dudaklarından dökülen bu isimle birlikte masadan bir homurdanma yükseldi ve bütün krallar hep bir ağızdan “Düşman kralın Hasan Sabbah olduğunu mu söylüyorsunuz,” dediler. Sultan, ta kendisi dercesine kafasını öne doğru iki kere salladıktan sonra “Karşımızda sadece bir kral yok efendiler, karşımızda kin var, nefret var, kurnazlık var, çakallık var, sinsilik var ve en önemlisi de ne düşündüğü belli olmayan bir adam var” dedi. Çar Petro dirseklerini tozlu masaya dayayarak “Biliyoruz sevgili majesteleri, bu adamın ne kadar tehlikeli biri olduğu, ama o ne kadar tehlikeliyse bizlerde o kadar cesuruz, bizler bu adamın kinine karşı daha kindar, acımasızlığına karşı daha acımasız, nefretine karşı daha öfkeli, kurnazlığına karşı daha kurnazız,” dedi masadakileri yüreklendirmek için. Ve hemen ardından sultana dönerek sevgili majesteleri, kimsenin erişemediği bu bilgileri erişip bizlere aktardığınız için size ve ajanınıza teşekkür ederiz,” dedi ve sultanın göz kapaklarından aldığı teşekkürü aynı samimiyetle karşılık verdi.
 
 
 
  I. Manuel “O halde bir an önce hazırlıklarımıza başlasak iyi olur,” dedi ve hemen arkasından Katolik kral Ferdinand “İlk planımız karaya nasıl çıkacağımız olmalıdır, hoş karaya çıkma ihtimalimizde imkansıza yakın, yaklaştığımız anda gemilerimizi paramparça ediyorlar.” Söze giren Petro “Demir gemilerimizi batıramazlar,” dedi ve hemen ardından hoşlanmadığı Petro’ya cevaben  Ramses’in “Denedik, onu da batırıyorlar.” demesinin üzerine Petro “Onların barutlu silahlarından çıkan mermiler bir çakıl taşı kadar bile büyük değil, nasıl batıracaklarmış demir yığını koca gemileri.” Ramses hiç beklemeden “Daha büyük mermileri de var, bir insan büyüklüğünde, adına da füze mi roket mi ne diyorlar, top gibi düşün,” diye cevap verdi. Ve Ramses’in sözlerini bitirmesiyle birlikte söze giren George Washington “Bize gerçek bir plan lazım, başarıyla sonuçlanacak bir plan,” dedi ve eli sivri çenesinde ABD başkanını dinlemekte olan Julius Sezar “Biz napıyoruz, gerçek bir plan için tartışıyoruz ve bu gerçek planı da ancak bu şekilde bulabiliriz,” dedi sert bir tonla. Aynı sertlikle cevap veren ABD başkanı “Sevgili majesteleri lütfen ses tonunuzu dikkat edin, sizin karşınızda yaveriniz bulunmuyor,” derken söze giren Julius Sezar “Ben yaverimle bile tondan konuşmuyorum,” dedi ABD başkanını yaverinden bile daha alçak konumda olduğunu ima ederek. ABD başkanı George Washington “Haddinizi bilin Sezar, benimle bu şekilde konuşam...” diye sözlerine devam ederken sözünü kesen Julius Sezar “Bana ismimle hitap edemezsin” dedi. Tartışmanın daha da büyümesini engellemek için kalın tok sesiyle söze giren Sultan, arkasına doğru yaslandı ve sandalyesinin kollarını elleriyle sıkarken “Efendiler biriniz gerçek bir plandan söz ediyor, diğeriniz ise bu planı ortaya koyabilmek için tartışmamız gerektiğini savunuyor. Ama görüyorum ki yaptığınız tek şey tartışmak, faydasız bir şekilde tartışmak,” dedi ve Petro’ya dönerek “Sevgili majesteleri öneriler sunmaya sizden başlayalım ve sağınızdan sırasıyla devam edelim,” dedi bu işi bir düzene sokarak yeni bir tartışmayı engellemek için.
 Petro, sultanın bu isteğini onaylarcasına başını salladıktan sonra “Öncelikle ekselansları, karaya çıkabilmemiz için gecenin karanlığından faydalanmamız gerektiğini düşünüyorum...” Sultanı, işte yeni bir tartışma daha geliyor diye düşündüren tonlamasıyla Petro’nun sözünü kesen Ramses “Bu gece çıkartma yapacak kadar hazır bir konumda değiliz, yarın gece çıkartma yapacak kadar da vaktimiz yok” dedi. Petro sinirli bir şekilde Ramses’in dışarıya fırlamış elmacık kemikli çehresine bakarak “Bir daha sözümü kesmeyin, bu son uyarımdır,” dedi ve Ramses’in umursamaz dudak ve baş hareketlerinin ardından “Senin bir fikrin varsa buyur, birde senin o muhteşem fikirlerini dinleyelim” dedi.  Ramses’in bir fikri yoktu ama yıldızlarının bir türlü barışmadığı bu adamın karşında bir fikri olmalıydı ve altta da kalmamalıydı. Ramses keçi sakallarını, yukardan aşağıya doğru sıvazlayarak düşünürken birden “Gemilerimiz açıkta, okçularımızın karaya ok fırlatabilecekleri bir mesafede demirleyecekler ve piyadelerimizde kendilerine koruyan okların altından karaya yüzerek çıkaracaklar.......” diye devam ederken tam karşından gelen “Saçma” sesiyle bu sefer sözü kesilen kedisini oldu. Ramses bu saçma sesinin hangi dudaktan çıktığını öğrenmek için sesin geldiği yöne doğru baktı ve Napolyon’la göz göze geldi. Napolyon çokta sinirli olmayan ama aynı ölçüde kibirle bezenmiş gözleriyle Ramses’e bakarak “Adamların ellerinde 350 metre menzilli silahlar var, bizim elimizde ise 50-60 metre mesafeye kadar fırlatabileceğimiz oklarımız var, yani biz onlardan bir tanesini bile yaralayamadan onlar bizim tamamımızı yok ederler” dedi. Hemen ardından söze giren Katolik kraliçe I. İsabel “Önden küçük ve zayıf gemilerimizi yollayalım, düşman bu gemileri batırmak için bolca mühimmat harcayacaktır, mühimmatları bitene kadar askerlerden arındırdığımız gemileri yollamaya devam ederiz ve mühimmatlarının bittiğinden emin olduktan sonra güçlü gemilerimiz ile çıkartma yaparız,” dedi ve masadakilerin fikri hakkındaki görüşlerini dinlemek için beklemeye koyuldu. Masadakilerin birçoğu bu fikre biraz daha sıcak baktıklarını onaylarcasına başlarını sallarlarken söze giren Sultan Fatih “Taktik güzel, geliştirilmesi gerek,” dedi ve herkese göz ucuyla bakarak “Bu taktik üzerinden gidelim efendiler, bu taktiği geliştirirsek iyi sonuçlar alabileceğimizi düşünüyorum” dedi.  Alman lider I.Friedrich “Evet taktik güzel lâkin ne kadar gemimizi heba edeceğimizi bilmiyoruz.”  I.Manuel “Ekselansları Friedrich doğru söylüyor, kaç gemimizi gözden çıkartmak zorunda kalacağız, 50’mi 100’mü 1000’mi. Bu sayıyı bilmek zorundayız, çünkü bizleri çok uzaklarda bekleyen bir tebaamız var. Ve bu savaşı kazanırsak onların tahliyesi için her bir gemimize ihtiyacımız olacaktır. Bundan dolayı kaç gemimizi kaybedeceğimizin belli olmadığı bir taktikle çıkartma yapmak bizler için büyük bir risktir.” Dedi. İngiliz kral Aslan Yürekli Richart, sağında oturan İspanyol krala dönerek “sevgili majesteleri, endişeleriniz endişelerimizdir, lâkin şunu rahatlıkla söylemem gerekir ki, bu taktiğin sonucunda kaç gemi kaybedeceğimizi, kaç insan kaybedeceğimizi nefes alan hiç kimse bilemez” dedi. Hemen karşında oturmakta olan İngiliz krala cevaben söze giren Portekiz kralı Manuel “O vakit başka bir taktik üzerinden gitmemiz daha doğru olur majesteleri,” der demez Gaius Julius Sezar’ın dudaklarının arasından dökülen “Başka taktik geliştirilemez” sözlerine karşı “Elbette başka taktikler geliştirilebilir,” dedi ve Fatih Sultan Mehmed’te dönerek “Aramızda karadan gemiler yürüten mucizevi kral var, bu bize büyük bir örnek teşkil etmektedir. Yani karadan gemiler yürütülebiliyorsa bu savaşta da  başka taktikler geliştirilebilir” dedi.
 
  Sultan, Portekiz kralı Manuel’in iltifatlarına teşekkür ederek söze girdi ve “Sevgili majesteleri, öncelikle iltifatlarınızdan dolayı teşekkürlerimi sunarım. Başka taktik geliştirme konusuna gelecek olursak, elbette başka taktikler geliştirilebilir, suyun altından tünel kazarak bu karaya çalabileceğimiz gibi, kıtanın etrafından dolaşarak boşaltılmış cephelerden de karaya çıkabiliriz, yani diyeceğim o ki birçok taktikler geliştirilebilir. Lâkin şu an için en mantıklı olanı yapmak zorundayız. Ve şu anda bizim mantığımız, bizlere en kısa zamanda karaya çıkmaya öneriyor. Yani diyor ki, Sabbah bütün ordularını tek bir noktada toplamadan önce karaya çıkın. O yüzden bizler için en faydalı görünen ve büyük bir ölçüde zamandan tasarruf edebileceğimiz bu taktiği geliştirmemiz daha uygun olacaktır. Aksi takdirde başka taktiklere bulaşırsak, günlerce, haftalarca, aylarca, belki yıllarca bile beklemek zorunda kalabiliriz ...” dedi. 
  Napolyon “Bu konuda ekselansları Mehmed'e katılıyor ve bu taktik üzerinden çalışmalarımızı yürütmemiz gerektiğini düşünüyorum,” dedi ve devam etti  “Ve oylama yaparak hangi yolu izleyeceğimizi belirlemek en adaletlisi olacağını düşünmekteyim, evet beyler bu taktiği benimseyenler ve bu taktik üzerinden plânlarımızı gerçekleştirelim diyenler el kaldırsın,” dedi ve ilk el kaldıran Fatih Sultan Mehmed oldu, hemen arkasından Gaius Julius Sezar ve George Washington el kaldırırken, Napolyon ve Ramses’de aynanda ellerini kaldırdılar. Daha sonra Aslan Yürekli Richart ve Çar Petro’da ellerini kaldırdılar. Napolyon, oylamaya yapan kişi ve oylamayla büyük bir anlaşmazlığa bir karara vardırmış olmanın gururuyla arkasına doğru yaslandı ve “Oy çokluğu ile matmazel İsabel’in önerisi olan yalancı gemi çıkartma taktiği kabul edilmiştir,” dedi bu taktiğin ismini yalancı gemi çıkartması ismini kendisinin vermiş olduğunu ve bunu diğer krallara da benimsetmek için üstüne batırarak söylerken. I.Manuel, Napolyon’un bu taktiğe bir isim takarak koltuk altlarını kabarttığı sırada “Bu nur topu gibi taktiğimize de bir isim koyduğumuza göre artık planlarımızı yapabiliriz,” dedi kibirli bir ses tonuyla.  Napolyon’un, I. Manuel’in bu göndermeli konuşmasına bir cevap vererek yeni bir tartışmaya başlatmaması için doğrudan söze giren Sultan Fatih “Majestelerini katılıyorum, hiç vakit kaybetmeden doğrudan geliştirme aşamalarını geçmemiz en doğru olanı olacaktır.“ Dedi. George Washington “Öncelikle kaç gemimizi gözden çıkartacağımızı kararlaştırsak daha iyi olur." Aslan Yürekli Richart “Bunu bilmemizin olanaksız olduğunu söylemiştim majesteleri.”    I.Friedrich “Ekselansları Richart’a katlıyorum,” dedi ve George’a dönerek “Majesteleri Washington, bu konuda alacağımız tek karar, o karaya çıkabilmek için ne kadar gemi kaybetmemiz gerekiyorsa, o kadarlık bir sayı olmalı” dedi.
  Ramses, kavruk esmer sakalsız yanaklarını sıvazlarken “Hepiniz haklısınız, ne kadar gemiyi gözden çıkartacağımızı bilemeyeceğimiz gibi, gözden çıkartacağımız gemilerin sayısını da belirleyebiliriz.” Julius Sezar, kaşlarını çatarak yüzünde bir şaşkınlık ifadesi oluştururken “Açıklar mısınız sevgili firavun, çünkü tam olarak gözden çıkartacağımız gemilerin sayısını nasıl belirleyebileceğimizi anlayamadım,” dedi. Majesteleri ve ekselansları kelimelerinden hoşlanmayan Ramses kendisine firavun diye hitap edilmesiyle oturduğu yerden göğsünü kabartarak söze girdi ve “Şimdi taktiği doğru anladıysam, gözden gemiler çıkartacağız ve bu gözden çıkartacağımız gemileri askerlerden andıracağız ve bu boş gemileri birer dolu gemiymiş gibi gösterip kıyı bölgesine yaklaştıracağız ve saldırının gerçekleşmesiyle birlikte düşmanın mühimmatları bitene kadar bu kıyı ya boş gemiler yollayacağız,” dedi ve masadaki herkesin yüzlerini bakarak “Doğru mu anlamışım,” dedikten sonra masanın bir kaç yerinden gelen “Doğrudur,” sesleriyle yeniden söze girerek “Ama burada bir sayı belirlemek zorundayız, çünkü düşmanın elindeki mühimmat miktarının az olduğunu biliyoruz, fakat sayısı nedir bilemiyoruz, bunun içindir ki düşmanın elinde az kalan mühimmatlarına göre kaç boş gemi göndereceğimizi belirlemek zorundayız, eğer bütün boşaltılmış gemilerimizi kaybeder ve halen daha düşmanın mühimmatlarını bitiremezsek bu sefer içi asker dolu gemilerimizle kıyıya yaklaşmak zorunda kalarak intihara sürükleniriz ve yaptığımız planında hiçbir anlamı kalmaz. Böyle bir durama düşmemek için, düşmanın elindeki mühimmatları az olarak değil, çok fazla olarak baz alırsak boşaltılacak gemi sayılarını da sağlıklı bir şekilde belirlemiş oluruz,” dedi.
 
Julius Sezar “Hiçbir şey boşa gitmeyecek sevgili firavun, çünkü düşmanın elindeki mühimmatlar bitsin ya da bitmesin, o karaya öyle ya da böyle çıkılacaktır,” dedi ve hemen ardından söze giren I.Manuel “Ama burada önemli olan şey, en az zayiatla karaya çıkabilmektir,” dedi Sezar’ın gözlerinin içine bakarak. Napolyon “En az 100 gemimizi gözden çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum,” dedi. Katolik kral Ferdinand “Bu sayı yetersiz majesteleri en az 150 olmalı,” dedi. Petro yakasını düzeltirken “İsterseniz bütün gemilerimizi heba edelim, bu sayılar biraz bana az gibi geldi de,” dedi iğneleyici bir ses tonuyla bu kadar gemimizi gözden çıkarmamıza gerek yok dercesine. 
  Ramses, Deli Petro’ya sert bir şekilde bakarak “Bizler burada işe yaramaz gemileri gözden çıkartıyoruz ekselansları, ama sen diyorsan ki benim filomun alayı işe yaramaz, o zaman senin isteğine yerine getirir ve bütün gemilerini gözden çıkartırız.” Petro “Benim filomdan gözden çıkartılacak tek bir tane teknem dahi yoktur, ama senin su sandala benzeyen gemilerin tamda bu iş için üretilmiş gibi duruyor.” Sert bir tonla söze giren Sultan “Efendiler, herkesin filosundan eşit miktarlarda gemi boşaltacağız, tartışmanıza gerek yoktur.” dedi ve genele seslenerek “Şimdi benim bu konudaki düşüncem, ekselansları Napolyon’un dediği gibi ilk etapta 100 gemimizi gözden çıkartmak yönündedir. Eğer ki bu 100 gemi düşmanın mühimmatlarını bitirmeye yeterli olmazsa, her ihtimale karşı boşaltılmaya hazır 50 gemi daha bekletiriz” dedi ve sandalyelerine doldura doldura oturmakta olan kralların bu konudaki görüşlerini dinlemek için arkasına yaslandı. Alman lider I.Friedrich Sevgili majestelerin bu konudaki görüşlerini katıldığımı ve onayladığımı bildiririm,” dedi ve sırasıyla İngiltere’nin Aslan Yürekli Richart’ı, Portekiz’in Katolik Kralları, İspanyol Kral I.Manuel, çöllerin Firavunu Ramses, aşk topraklarının kralı Napolyon, soğuk diyarların ayısı Deli Petro onayladıklarını söyleyerek yalancı gemi sayısını oy çokluğuyla kabul ettiler. 
 
  Aslan Yürekli Richart “100 gemide karar kıldığımıza göre, her devlet filosundan gözden çıkartacağı 10 gemi belirlemesi gerekiyor.” Dedi. ABD başkanı “Ve bu belirlenen gemileri tek bir noktada toplamamızda önem arz etmektedir.  Dedi ve hemen arkasından kendisine cevaben söze giren Katolik kral “Toplanma yeri için en uygun yer bu adacığın batı tarafı, çünkü burada rüzgar güneyden kuzeye doğru esmekte ve buda kaptansız gemilerimizin yelkenlerini şişirerek kıtaya kadar yol almasına sağlayacaktır,” dedi. 
 İspanyol kral “Yalancı gemi çıkartmamızı gecenin en karanlık olduğu vakit gerçekleştirmeliyiz, çünkü gündüz vakti gemilerimizde tek bir insan olmadığı çok açık bir şekilde anlaşılabilir.” 
  Julius Sezar oturmuş olduğu yerden doğrularak “Gece çıkartması için elimizde tek bir gece var, o da bu gece, eğer bu işi yarın geceye bırakacak olursak üzerimize doğru gelmekte olan Sabbah’ın ordusu bizi kıyıda karşılar ve hiçbir şekilde karaya çıkamayız.”
 Ramses “Bütün hazırlıklarımızı bu geceye kadar halletmemiz olanaksız gibi duruyor,” dedi.
  Sultan sol omzunu bir dağ gibi kaldırarak öne doğru eğilirken “Şu saatten sonra bizim için ne olanaksız diye bir şey vardır, nede imkansız, koşullar bizi neye sürüklerse, ister imkânlı olsun, ister imkansız, kendimizi sürüklendiğimiz yerin akışına bırakmak zorundayız ve bu sürüklenişte bizi bu gece çıkartma yapmaya itmektedir.” Dedi ve ayağa kalkarak devam etti tozlu masasının üzerindeki haritadan belirli bir noktaya göstererek “Efendiler çıkartmayı tam olarak bu noktadan yapmak zorundayız, çünkü kıyı bölgesinde bir liman gibi kullanabileceğimiz tek doğal liman burasıdır. Tahmini uzunluğu 3000 metre olan bu doğal limandan kıtaya askerlerimizi tahliye edeceğiz ve limana yanaşan her gemi tahliye işlemini bitirdikten sonra limanı terk edip açıkta bekleyen gemilere sıralarını verecekler ve bu şekilde bir sirkülasyon yaparak tahliye işlemlerimizi en hızlı şekilde tamamlayacağız,” dedi.  
 
Alman kral Friedrich, konuşmasını yaptıktan sonra yerine oturmakta olan sultana bakarak “Eş zamanlı bir şekilde kaç gemimizi tahliye edebiliriz,” dedi. Sultan sandalyesine oturdu ve arkasına doğru yaşlanırken “Gemilerimizin uzunluğunu ortalama 22 metreden hesaplayacak olursak aynanda 130 civarı gemimizi tahliye edebiliriz,” dedi ve hemen ardından söze giren Kral Ferdinand “Her gemide de ortalama 200 asker bulunsa buda bize her geminin 15-20 dakikada tahliye edileceğini gösterir” dedi ve sözü bıraktığı Ramses “Bütün gemilerimizin toplam sayısının 6.700 küsur olduğunu varsayacak olursak, tahliye işlemlerini sabaha karşı bitirebiliriz” dedi.
 
   Aslan Yürekli Richard “Sevgili krallar, en önemli noktayı kaçırıyoruz,”  Ramses “Nedir o en önemli nokta majesteleri.” İngiliz kral “Hayalet gemilerimizi kıyıya kadar sağa sola sapmadan nasıl yönlendireceğiz ve ayrıca başıboş hareket edeceklerinden dolayı boşaltılmış birer hayalet gemi olduğu da çok geçmeden anlaşılacaktır. Yani diyeceğim o ki bütün emeklerimizin ve planlarımızın boşa gitme ihtimali çok fazla” dedi. 
 
  Petro, az önce çok fazla hoşlanmadığı Ramses'in söze girmesiyle birlikte aynı şekilde kendisinin de söze girmesi gerektiğini düşünerek “Sevgili Richard, rüzgar bizden yana ve bu gemiler kaptansız bir şekilde de ok gibi kıyı bölgesine yol alacaklardır.” dedi kendinden emin bir şekilde. Aslan Yürekli Richard “Doğru söylüyorsunuz, rüzgar bizden yana, lâkin unuttuğunuz bir şey var oda akıntı,” dedi ve birkaç saniye duraklamanın ardından tekrar söze girerek “Ve bu akıntı doğudan batıya doğru uzanmaktadır, yani diyeceğim o ki gemilerimiz daha doğrusu kaptansız gemilerimiz akıntıya kapılacak olursa, muhtemelen öbek öbek birbirine girecekler ve kıtaya dahi yaklaşamadan batıya doğru sürükleneceklerdir” dedi. 
 
İspanyol kral “Yani diyorsunuz ki hayalet gemilerimizi kaptanları ile birlikte ölüme gönderelim,” dedi. İngiliz kral “Tek bir kaptan gemiyi yönlendirmek için yeterli olmayacaktır en az 10 kişilik mürettebatın da olması gerekiyor.” Friedrich ne söylemesi gerektiğini tam olarak bilemeden kararsız bir şekilde “Bu akıntının varlığından emin miyiz Eksalansları Richard” Aslan Yürekli Richard eminim dercesine kafasını öne doğru 2 kere salladıktan sonra “Ayrıca akıntı olsun ya da olmasın bu planı bu şekilde riske atamayız” dedi. Kastilya Kraliçesi Isabel “Eğer orada herhangi bir akıntı yoksa, kaptanlarımız ve mürettebatlarımız bir hiç uğuruna ölecekler” dedi. Aslan Yürekli Richard “Senin askerlerin bir hiç uğuruna ölebilirler, ama benim aslanlarım vatanları için canlarını feda edecekler” dedi. Portekiz Kralı Arogonlu Ferdinand, İngiliz kralının eşine sarf ettiği bu sert sözlerine karşın “Haddini bil, doğru konuş,” dedi öfkeli bir tonla. Sultan Mehmed yeni bir tartışmanın cereyan ettiğini anlayarak tartışmayı daha fazla büyütmemek için sağ elinin parmak uçlarıyla bir nota tutturuyormuş gibi masaya birkaç kez vurdu ve “Efendiler, bu konuda majesteleri İngiliz krala katılıyorum, lâkin katılmadığım noktanın da altına çizerek söylüyorum ki, bu hayalet gemilerimize yerleştireceğimiz hiçbir kaptanı ve mürettebatı ölüme terk etmek zorunda değiliz,” dedi.
  Alman imparator I. Friedrick “Bu konu hakkında bir plânınız var mı majesteleri,” dedi bukleli saçlarını savurtarak. Sultan Mehmed, vakur bir duruşla “Plandan ziyade basit bir yöntem desek daha doğru olur majesteleri,” dedi ve bakışlarını masanın geneline çevirerek “Kaptanlar ve mürettebat gemilerimizin kıyı bölgesine kaptansız ve mürettebatsız bir şekilde tek başına yol alacaklarından emin olduklarında gemileri terk edecekler ve arkalarından yollayacağımız kurtarma tekneleri ile de kendilerini kurtaracağız,” dedi iki elini masanın üzerinde birbiriyle kenetleyerek yumruk yaparken.
 
  Aradan geçen 5 dakikalık bir düşünüşten sonra ortalığı hakim olan sessizliği bozan ABD başkanı oldu. George Washington takım elbisesinin kol düğmelerini düzeltirken “Sevgili Sultan Mehmed, görüşünüz dediğiniz gibi basit bir yöntem, ama bu basit yöntemi dahi gerçekleştirebileceğimizden tam olarak emin değilim, çünkü kaptanlarımız, gemilerin tek başına kıyı bölgesine yol alabilecekleri noktadan gemileri terk ettiklerinde zaten ateş hattında olacaklardır. Yani gemiyi terk etmek zorunda oldukları nokta onlar için her şeyin çok geç kalındığı bir nokta olacaktır.” dedi.  Sultan Mehmed, ABD başkanını görüşlerinden dolayı memnuniyetini dile getirdikten sonra eklem yerlerinden çıkan kütürtü sesleriyle oturmakta olduğu sandalyesinden bir dağ gibi kalkarak ellerini arkasında birleştirdi ve bacaklarını açmak için masanın etrafında dolaşmaya başladı. Sultan Mehmed, masanın etrafında 2. Turunu tamamlarken, seraser kumaşından yapılma kaftanı rüzgarın etkisiyle uçuşarak dans ettiği sırada söze girdi ve “Söylediğiniz gibi sevgili başkan denemekte fayda var,” dedi ve az önce  kalktığı  sandalyesine oturmak için hareketlenirken “Bu meseleleri hallettiğimize göre sıradaki meselelere gelsek iyi olur, şimdi efendiler yalancı gemi çıkartmamızın ardından gerçek bir çıkartma için bir sıralama yapmak mecburiyetindeyiz, bütün devletler sırasıyla doğal limana yanaşarak askerlerini karaya çıkartmalıdırlar, aksi halde bu çıkartmayı rastgele yapacak olursak askerlerimiz birbirine karışacaktır ve bu emir komuta sisteminde düzensiz ve başıboş bir hareketlenmeye neden olacaktır, bundan dolayı her ülke sırasıyla çıkartma yapmak mecburiyetindedir.” Dedi ve hemen ardından söze giren Petro “Haklısınız sevgili majesteler, lâkin sizi bu konuda katılmadığımı bildirmek isterim,” dedi ve sözlerini bitirir bitirmez sultanın söze girmesine fırsat vermeden yıldırım gibi söze giren Ramses “Hem hak veriyorsunuz, hem katılmadığınızı söylüyorsunuz majesteleri, iyi misiniz ateşiniz varsa söyleyebilirsiniz her türlü yardımcı olmaya çalışırız” dedi. Çar Petro, Ramses’i hiç duymamış gibi yaparak sultana döndü ve “Özellikle katılmadığım kısımdan başlamak isterim majesteleri” dedi ve ağır bir konuşmayla devam etti “Öncelikle bu konuda bir adaletsizlik meydana geleceğini belirtmek isterim...” diye konuşmasını devam ederken sözünü kesen Ramses “Ne adaletsizliği” dedi ve sözünü keserek kendisini öfkelendirmeye çalışan Ramses’e sert bir şekilde “Dinlerseniz eğer sevgili majesteleri, ne adaletsizliği olduğunu anlayacaksınız,” dedi ve kaldığı yerden devam ederek “Sevgili krallar, bu adaletsizlik karaya ilk çıkan ve son çıkan devlet arasında kendini çok açık bir şekilde gösterecektir. Şöyle ki, karaya ilk çıkartma yapan devlet çok fazla zayiat verecekken, en son çıkartmaya yapan devlet belki de hiç zayiat vermeyecektir,” dedi bu planın büyük adaletsizliklere gebe kalacağına anlatmaya çalışarak. 
 
  Portekiz kralı "Sevgili Petro, söylediğiniz her bir kelimede haklısınız, lâkin bundan başka bir seçeneğimizin olmadığını da bilmenize isterim” dedi. İspanyol kral “Eğer karma bir çıkartma ordusu kurarsak bu adaletsizliğin önüne geçebiliriz,” dedi bundan başka bir seçeneğin olmadığını söyleyen kralın gözlerinin içine bakarak.
  Sultan, İspanyol kralın kalın dudaklarından hiç düşünülmeden dökülen bu sözlere cevaben “Sevgili Ferdinand, karma bir orduda ne bir hiyerarşik düzen oluşturabiliriz, ne de yarım yamalakta olsa oluşturulan hiyerarşik düzende emir komutayı sağlayabiliriz, nede aynı dili dahi konuşamayan askerlerin arasında maneviyatı sağlayabiliriz,” dedi bu planın neresinden tutarsanız tutun işe yaramayacak bir plan olduğunu anlatmaya çalışarak.
 
Portekiz Kralı I. Manuel “Sevgili sultanın bu görüşlerini katılıyorum ve bu adaletsizliği de kırmak için herkesin kaderine razı gelip kura çekmeye davet ediyorum” dedi. Alman imparator I. Friedrich, Portekiz kralı I.Manuel’in kura çekme önerisine ilk kabul eden kral olarak elini kaldırdı ve “Kura çekilmesini isteyenler elini kaldırsın,” dedi kaldırmış olduğu elini bakarak.  Alman kraldan sonra sırasıyla Sultan Mehmed ve Portekiz kralı el kaldırırken hemen ardlarından Aslan Yürekli Richard, Ramses, Katolik krallar, George Washington, Julius Sezar ve son olarak da bu işe çok sıcak bakmayan Petro elini kaldırdı.
 
  Krallar adaletli bir çıkartma yapmanın en iyi yolunun adil bir şekilde kura çekmekten geçeceğinin kararını verdiler ve kura çekme sorumluluğunu Kral I.Friedrich’e devrettiler.  Alman kral I.Friedrich masanın tam ortasında durmakta olan tozlu haritanın kenarından bir kağıt parçası yırttı ve bu kağıt parçasını 10’a bölerek böldüğü her bir parçayı 1’den 10'na kadar numaralandırdıktan sonra bütün parçaları mantı kapatır gibi içe doğru katladı ve avucunun içine alarak sallamaya başladı.  Alman kral kağıtları bir mikser gibi avucunun içinde karıştırdıktan sonra bütün kağıtları masasının üzerine fırlattı ve her krala, masanın üzerine bir koyun sürüsü gibi yayılmış kağıt parçalarından birer tane seçmelerini söyledi.  
  Alman kral, bütün kralların masanın üzerindeki kağıt parçalarını almalarından sonra masanın üzerinde kalan son kağıt parçasına aldı ve açarken “Evet ekselansları, herkes seçmiş olduğu kağıtları açsın ve kendisine çıkan numaraları söylesin,” dedi kendi açmış olduğu kağıt parçasından çıkan 4 rakamını masadakileri gösterirken.  Alman kraldan hemen sonra I. Manuel “8” dedi. İspanyol kralının ince dudaklarının arasından dökülen 8 sayısından sonra Aslan Yürekli Richard “9," dedi ve sırasıyla Katolik krallar “1,” sultan “5,” Ramses “7,” Petro “2”, ABD başkanı George Washington “3,” Julius Sezar “10,” Napolyon ise “6,” dedi ve herkes kaderine razı gelerek yapılan kuradan memnuniyetlerini belirtiler.
 İngiliz kral uzunca bir sessizlikten sonra balgamın etkisiyle çatallaşan sesiyle söze girdi ve “Karaya çıkana kadarki bütün planlarımızı yaptık,” dedi ve çatallaşmış sesini düzeltmek için bir iki kere öksürdükten sonra devam etti “Şimdi karaya çıktıktan sonraki planlarımızı vakit kaybetmeden yapsak iyi olur” dedi. 
  ABD başkanı “Sevgili Richard, bu konudaki görüşlerimi size ve” derken bütün kralların mermer gibi çehrelerine baktı ve devam etti “Siz değerli krallara söylemek isterim.  Öncelikle, karaya çıktıktan sonra bizlere nelerin beklediğini bilmiyoruz, araziyi bilmiyoruz, Sabbah’ın ordusuyla nasıl bir arazide çarpışacağımızı bilmiyoruz, bildiğimiz tek şey Sabbah’ın ordusuyla 2 gün önceden karşılaşmayacağımızdır. Bundan dolayıdır ki kara üzerinde gireceğimiz çarpışmayla ilgili plânlarımızı karaya çıktıktan sonra yapılacak olan analizler doğrultusunda yapmak daha uygun olacaktır,” diye sözlerini devam ederken bu öneriden çokta hoşlanmadığını asık suratıyla belli etmeye çalışan Aslan Yürekli Richard, sert bir tonla sözünü keserek “Yani diyorsunuz ki savaşın ortasında, bir yandan kılıç sallarken bir  yandan da kalem tutarak plan yapalım.  Çıldırmışsınız siz” dedi. 
 
ABD başkanı, İngiliz kralının kendisini anlamadığını düşünerek tane tane söze girdi ve “Sevgili majesteleri, az önce üstüne basa basa söylediğimi hatırlıyorum.  Bizler karaya çıktıktan sonra Sabbah’ın ordusuyla bir gün sonra karşılaşacağız ve bu bir günlük zaman zarfında bin yıllık plan dahi yapabiliriz. Ama siz diyorsanız ki hiç bilmediğimiz bir arazi üzerine şimdiden bir plan yapalım ve bunun sonucunda ne plan araziye uyumlu olsun nede Sabbah’ın ordusuna ve bununda sonucunda ne yapacağına bilemeyen binlerce askerle başıboş bir kopuklukla mücadele etmeye çalışalım.  Eh o zaman sizin dediğinizi yaparız” dedi.
  İngiliz kral, ABD başkasının konuşmasıyla biraz ikna olmuş asık suratını diğer krallara çevirdi ve “Sizlerin görüşleri nelerdir sevgili krallar,” dedi ve masadakilerin hepsinden “Katılıyorum, başkanın bu önerisini onaylıyorum,  yapılması gereken bu gibi başkanı onaylayan kelimeleri ve cümleleri duyduktan sonra kendisi de ABD başkanı George Washington’un iri ela gözlerinin içine bakarak “Madem çoğunluk kabul ediyor eh bizde o zaman demokrasiye uyalım dimi, nede olsa bizler demokratik krallarız,” diye onayladı. George Washington hiç istifini bozmadan Aslan Yürekli Richard’ın kaşlarının tam ortasına liderliğini göstermeye çalışır gibi bakarken “Beni anladığınız ve onayladığınız için teşekkür ederim” dedi.
 
  Güneşin ufuk çizgisine yaklaştığı sırada elini siper ederek ufuk çizgisine bakan Ramses “Güneş batmak üzere, burada yapılacak başka bir şey kalmadıysa bir an önce gemilerimize dönsek ve hazırlıklara başlasak iyi olur” derken Portekiz kralı da “Doğru söylüyorsunuz vakit oldukça geç olmadan harekete geçelim” diye destekledi. Bütün krallar filolarından belirtilen miktardaki gemileri, gecenin karanlığı üzerlerine bir yorgan gibi çöktüğü bir vakitte bu adacığın bulunduğu noktaya göndereceklerini birbirlerini hatırlattıktan sonra vedalaştılar ve kayıklarına binerek, kraliyet gemilerine doğru, gökyüzünden çarşaf kadar duru okyanusun üzerine yansıyan milyonlarca turuncu ışık huzmelerini kürek darbeleriyle dağıtarak yol aldılar. 
 
  Turuncu gökyüzü yerini göz kırpan milyarlarca yıldızla süslenmiş koyu mavi bir gök kubbeye bıraktığı sırada, bulutlar büyük bir felaketin olacağına anlamış gibi, kederin ve vahşetin üzerine göz yaşlarına dökmek için öbek öbek toplanırlarken hemen altlarında da üzerlerine göz yaşlarını dökecekleri, içindeki cesur mürettebatlarıyla ölüme giden gemiler adacığın etrafında öbek öbek toplanmaya başlamışlardı.  
  Adacığın bulunduğu noktaya ilk gelen kafile, Türk birlikleri olmuştu, Türklerden hemen sonra İtalyanlar ve Almanlar, Almanlardan hemen sonra ise İngilizler ahşaptan yapılma derme çatma gemileriyle gelmişti. Rusya ve Mısır, karnı şiş gemileriyle yan yana gri bulutların altından karanlığı yararcasına toplanma alanına yol alırlarken, ABD birlikleri fırtınadan önceki bu sessizliğin derinliklerinden yakaladıkları hafif bir rüzgarla, göbek gibi şişirdikleri bembeyaz yelkenleriyle toplanma alanına doğru son sürat yol alıyorlardı. 
  Aradan geçen 15 dakikanın sonunda Fransa hariç bütün devletlerin gemileri toplanma alanına gelmiş ve gemilerini kıtaya doğru çevirerek çiseleyen yağmurun altında Fransa’ya beklemeye başlamışlardı.  Fransa, gri bulutların tamamen gökyüzünü kapladığı sırada, bulutların arasından bir aralık bulan ay ışığının altında podyuma çıkan bir manken gibi adacığın ardından çıktı.
Fransa’nın da gelmesiyle birlikte, bütün hayalet gemiler 5’erli sıralar halinde, okyanusun üzerine düşen göz yaşlarının oluşturmuş olduğu kabarcıkların üzerinden geçerek kendi kabarcıklarını oluştura oluştura, yavaş yavaş hızlana hızlana yol almaya başladılar. Gemilerin iyice hızlanmasıyla birlikte artlarında oluşturmuş oldukları kabarcıklar yerine hışırtı sesleriyle oluşan köpükleri bırakırken, yağmur da şiddetini iyice arttırmış ve bu yağan yağmurla birlikte şiddetini artıran rüzgarların oluşturduğu devasa dalgalarla boğuşan gemi kaptanları da mürettebatlarıyla birlikte böylesine sert bir hava muhalefetinde gemilerini terk edemeyeceklerini, eğer terk ederlerse gemilerin istenilen noktalara ulaşamayacaklarını konuşmaya başlamışlardı. 
 
  Bütün gemi kaptanları ve mürettebatlar, içinde bulundukları gemiler ile birlikte ölüme gitmenin kararını verdiler ve bir daha asla göremeyecekleri yağmurun altında romantik bir son dakika geçirmek ister gibi güverteye çıktılar. Kıtaya iyice yaklaştıkları sırada dümeni sabitleyen kaptanlar, gemiler rotadan çıkmadığı sürece kaptan köşkünü bir daha geri dönmeyerek, güvertede mürettebatları ile birlikte yağan sağanak yağmurun hüznü altında bekliyorlardı.
  Gemi kaptanları ve mürettebatlar yağmur damlalarının altında ıslanırlarken, kıyıdan, yaklaşmayın, eğer daha fazla yaklaşırsanız bu sıcak mermiler kafalarınızdan, kollarınızdan, bacalarınızdan, kısacası vücudunuzun her bir zerresinden girerek sizleri ölümün karanlık ve soğuk kollarına bırakır, dercesine ateşlenen silahlardan çıkan mermiler vıyy vıyyy vıyy sesleriyle yanlarından geçmeye başlamıştı. Kaptanlar ve mürettebatta kendilerini uyaran bu mermilere, bizleri istediğiniz kadar uyarın, ister uçaksavarlarınızla uyarın, ister tam otomatik silahlarınızla, ister toplarınızla, ister füzelerinizle uyarın, bizler hiçbir şekilde inandığımız bu yoldan geri dönmeyeceğiz, hiçbir şekilde sizlerden ve ölümden korkmayacağız dercesine göğüslerini mermilere siper ederek kabartıyorlardı.
  Müttefik gemileri kıyıya iyice yaklaştıkları sırada düşman hattından artık uyarı değil ölüm atışları gelmeye başladı. İlk başta havaya sıkılan mermiler şimdi doğrudan doğruya tam üzerlerine sıkılıyordu. Kıyıya son sürat ilerleyen en öndeki 5 geminin mürettebatı, yağan sağanak yağmuru havada bir bıçak gibi keserek ardında bıraktığı su damlacıklarıyla üzerlerine doğru gelen 9×19 mermileri seslerinden tanımışlardı. 
  Gemiler üzerlerine yağan yağmurla birlikte yağan mermileri hiç aldırış etmeden son sürat hareket ederlerken aynı zamanda düşmana ne kadar kararlı olduklarının da mesajını veriyorlardı. Düşman üzerlerine doğru, yağmura karşı, dev dalgalara karşı ve mermilere karşı kararlı bir şekilde ilerlemekte olan bu gemilerin ciddiyetlerini anlamışlar gibi saldırılarının şiddetini arttırarak, yağan yağmur taneleri kadar çok ateşlenen mermiler ile karışıklık vermeye başladılar. Mermileri ilk göğüsleyenler en öndeki ilk 5 geminin mürettebatı olmuştu. Mürettebatlar gözleri kapalı, göğüsleri şiş, başları dik bir şekilde kulaklarının yanlarından geçen vızır vızır mermi sesleri eşliğinde, göğüslerine, kafalarına, kollarına, bacaklarına ve yüzlerine parçalaya parçalaya giren mermileri sanki hiç aldırış etmiyorlarmış gibi dimdik ayakta durarak, yere düşmeden son nefeslerini veriyorlardı. İlk beş gemi, üzerinde yaşayan hiç kimsenin kalmadığı ama düşmanı bunu hissettirmeden ilerleyişini devam ettirdiği sırada, düşman içinde yüzlerce askerin olduğunu düşündüğü bu gemileri kesin bir sonuçla batırmak için füzelerini ateşledi ve ateşlenen ilk füze en sağdaki geminin 3 metre sağ tarafına düşerken,  ateşlenen 2. füze de en ortadaki geminin tam burnuna isabet ederek büyük bir gürültüyle patladı ve çıkan turuncu ve kırmızıyla harmanlanmış ateş topu, gökyüzüne doğru bir mantar gibi içe doğru kıvrılırken, milyonlarca tahta parçası da yakınlardaki gemilerin üzerlerine dağıldı. 
  Ateşlenen 3. Füze en soldaki geminin tam önüne düştü ve suyun içinde patlayarak oluşturmuş olduğu köpüklü dalgayla ahşap gemi yalpalarken bir füze daha ateşlendi ve bu az önce ıskalanan ahşap gemi, içindeki 5 kişilik mürettebatıyla birlikte tam orta yerinden vuruldu ve ortadaki geminin kaderine yaşayarak milyonlarca parçaya bölündü.  Gemilerin iyice yaklaşmasıyla birlikte, isabet oranını iyiden iyiye arttıran düşman, attığı her füzeyle diğer bütün gemileri de teker teker alev topuna çevirerek geceyi aydınlatıyordu.
  Okyanusun dibine, milyonlarca parçaya bölünerek boylayan ahşap gemilerin ardından, düzensiz bir şekilde kıyıya yaklaşan gemilerin güvertelerindeki mürettebatlar, umutsuzca ama gururlarından da hiç ödün vermeyen dimdik duruşlarıyla gözyaşı döke döke, vücutlarına değerek soğuk ölümü de beraberinde getirecek olan mermileri bütün cesaretleriyle karşılamak için göğüslerini kabartarak beklemeyi sürdürüyorlardı.
  Kıyıdan ilk açılan ateşler, az öncede olduğu gibi yine tam otomatik silahlardan açılmış ve bu otomatik silahlardan çıkan mermilerle kafalarından, göğüslerinden, bacaklarından, kollarından aldıkları darbelerle birçok mürettebat hayatlarını kaybetmişlerdi.  Vücutlarının her bir gözeneğinden bir şelale gibi boşalan kanın sıcaklığını dahi hissedemeden yere çuval gibi düşerek hayatlarını kaybeden mürettebatlar, üzerlerine yağmur gibi yağan füzeler ile birlikte içinde bulundukları ahşap gemilerin birer parçası gibi milyonlarca parçalara bölünerek okyanusun karanlık sularına karıştılar.
  Sabbah’ın  askerleri, üzerlerine doğru ardı arkası hiç kesişmeyecekmiş gibi dur durak bilmeden, ne mermilere, nede kendilerine milyonlarca parçalara bölen füzelere aldırış etmeyerek gelen gemilerin kararlılıkları karşısında panikleyerek ellerindeki mühimmatları kontrolsüzce gemilerin üzerlerine yağdırmaya başladılar.  
 Gemiler ilk etapta 5 er 5 er kıyıya yaklaşırken artık onlarda düzeni ve şuurlarını kaybetmiş gibi iç içe karmakarışık bir şekilde yanlarındaki gemileri çarpa çarpa, sürte sürte ilerlemeye başladılar. İlk 50 geminin enkazları okyanusun bütün yüzeyine sardığı sırada, arkadan gelen gemilerde bu enkazları yararak ilerliyorlardı. Henüz daha saldırıya uğramamış bu gemilerin mürettebatları, tahta parçalarının ve yer yer parçalanmış cesetlerin arasından, üstlerine bardaktan boşanırcasına yağan yağmur eşliğinde kıyıya doğru ilerleyişlerini sürdürürlerken, kıyıdan üzerlerine doğru düzensiz ve hedefsiz bir şekilde fırlatılan  füzeleri bir havai fişek gösterisiymiş gibi izleyerek daldıkları derin düşüncelerle çocuklarını, eşlerini ,anne babalarını, kardeşlerini, arkadaşlarını bir daha göremeyecek olmalarının hüznüyle, mazinin hatıralarını ümitsizce gözlerinin önlerini getiriyorlardı.
  Kıyıdan atılan füzeler her ne kadar düzensizde olsa atılan her üç füzeden biri gemileri isabet ediyor, parçalara ayırıyor ve yağan yağmur altında hiç sönmeyecekmiş gibi gemileri birer alev topuna çeviriyordu.  Alev toplarına dönen gemiler turuncu ışıklarıyla diğer gemileri aydınlatırken diğer sağlam gemilerde turuncu ışıklar saçan gemilerle aynı kaderi yaşayarak etrafa turuncu ışıklar saçan birer alev topuna dönüyorlardı.  Müttefiklerin gemileri bir bir alev topuna dönerken, sadece ama sadece gemileri batırmaya odaklanmış Sabbah’ın ordusu başka hiçbir şey düşünmüyor ve azalan mühimmatların azaldığının dahi farkına varamıyorlardı.  
 Bir tek gemi dışında bütün gemilerin okyanusun dibine boyladığı sırada, yağmur kesilmiş ve etrafa büyük bir sessizlik kaplamıştı.  Bu sessizliğin içerisinde sağlam kalan tek gemi olan Rusların gemisi, yağmurun ve fırtınanın kesilmesiyle birlikte bir çarşaf kadar duru ve sakinleşmiş okyanusun üzerine örten yüzlerce parçaya bölünmüş yüzlerce cesetlerin arasından tek bir kurşun sıkılmadan, tek bir füze fırlatılmadan kendinden emin bir şekilde okyanusun yüzeyindeki tahta parçalarına çarpa çarpa ve bu her çarpışta gecenin sessizliğini bozan gıcırtı sesleriyle ilerliyordu. Geriye tek başına kalmış bu geminin içindeki mürettebat kıtaya iyiden iyiye yaklaştıkları sırada üzerlerine herhangi bir merminin ve füzenin atılmadığını görünce, yüzlerinde büyük bir başarıya imza atmış ve şampiyon olmuş bir sporcunun sevinci ve gururu gibi bir gülümseme belirirken, birbirlerinin bu mutlu suratlarını da bakarak “Başardık, düşmanın mühimmatlarını tükettik,” diyorlardı.  
  Gemi kaptanı, mürettebatının yüzlerinde bir papatya gibi açan bu sevinci iri parlak gözleriyle, evlatlarının başarısını seyreden bir baba gibi seyrederken, alnından giren okla kanlar içinde yere yığıldı ve daha gözlerini dahi kapatamadan, 10 onlarca yerinden okla vurulmuş mürettebatının vücutlarından fışkıran kanlarla birlikte yere cansız bir şekilde yıkılışlarını çaresizce izlerken yüzüne değen sıcak kanla birlikte gözlerini kapattı.
  Bu yalancı gemi çıkartmasının ardından ilk çıkartmayı yapacak olan İspanyollar, okyanusun açıklarında bu operasyonu an be an seyrettiler ve son kalan geminin tek bir kurşun dahi yemeden kıyıya kadar ilerlemesiyle birlikte, düşmanın mühimmatlarının bittiğini anladılar ve bütün gemileriyle birlikte yüzlerce yelken açarak, okyanusun büyük dalgalarını kıra kıra müthiş bir hızla kıyıya doğru yola çıktılar. Arogon kralı I. Ferdinand, çıkartma yapmadan önce bütün gemi komutanlarına, gemilerindeki bütün askerleri güverteye toplanmalarını ve kendisinin borular aracılığıyla vereceği mesajını askerlere yüksek sesle duyurmalarını emretmişti askerlerinin moralini yüksek tutmak için. 
 
  Arogon kralı Ferdinand yüksek topuklu çizmesiyle güvertedeki su birikintilerinin sıçrata sıçrata yürüyerek borazanın başına geldi ve yanındaki askere “Söyleyeceklerimi iyi dinle ve mesajımı eksiksiz bir şekilde ilet asker,” dedi sert ve kararlı bir ses tonuyla. Asker titrek bir sesle “Emredersiniz yüce kralım,” dedi ve derin bir nefes alarak şişirmiş olduğu yanaklarının tam ortasından bir balık ağızı gibi büzüşerek dışarıya fırlamış kuru dudaklarını borazanın ağızını yerleştirdi ve kralın vereceği mesajı yüksek bir tondan çalmak için tedirgin bir şekilde beklemeye başladı.
  Kral Ferdinand, ellerini arkasında birleştirerek göğsünü kabartırken “İspanya’nın cesur askerleri, biraz sonra geleceğimiz için, refahımız için, özgürlüğümüz için en önemlisi de, eşlerimiz ve çocuklarımız için, kısacası ailelerimiz için, büyük bir savaşa gireceğiz. Bu doğrultuda benim sizlerden tek bir isteğim vardır, o da kahramanca savaşmanızdır. Bu savaşı kazanalım ya da kaybedelim benim için bunun hiçbir önemi yoktur. Benim için önemli olan tek şey, hayalet gemilerimizin içindeki, korkusuzca can veren kahraman askerimiz gibi korkmadan, tedirgin olmadan, ürküp kaçmadan, kahramanca savaşmanız ve size verilen görevleri liyakate bağlı bir şekilde yerine getirmenizdir. ispanyanın  kahraman askerleri, sizler ailelerinizin tek ümidisiniz, sizler vatanlarınızın tek kahramanlarısınız ve  en önemlisi de sizler, çocuklarınızın tek kurtarıcısısınız ve bu doğrultuda yüce İspanya adına kahramanca savaşmak zorundasınız, var olsun İspanya," dedi ve dudaklarından dökülen sözlerin önce boruya, oradan da gemi komutanlarının kulaklarına ve en sonunda da kendi sözlerinin aynı tonda, aynı coşkuyla gemi komutanlarının dudaklarından askerlerinin kulaklarına iletildiğinden emin olduktan sonra,  göğsünü yukarı doğru kabarttı ve dağılmak ta olan bulutların arasından sızan ay ışığının altında parıldayan cesetleri bakmaya başladı.
  İspanyol askerleri de aynın kralları gibi, bu ay ışığının altında parıldayan, hayalet gemilerin kahraman mürettebatlarının cesetlerini bakarlarken bir yandan da selam durdular. İspanyol gemileri, ilerleyişlerini buz kırıcı gemilerin buzları kırdığı gibi, hayalet gemilerin tahta parçalarını kıra kıra üstlerinden geçerek çıkarttıkları çatırtı sesleriyle okyanusu yararcasına sürdürürlerken, kraliyet gemisinden çalınan boru sesleriyle birlikte güvertelerden, Sabbah’ın askerlerinin üzerlerine oklarını yağdırmaya başladılar. Oklar, Sabbah’ın askerlerinin kafalarına, vücutlarına, bacaklarına ve yüzlerine, esas savaş şimdi başladı dercesine saplanırken, Sabbah’ın erleri daha ne olduğunu dahi anlayamadan, kafalarından yüzlerine, yüzlerinden boyunlarına, kollarından ellerine, bacaklarından botlarına akan oluk oluk kanların sıcaklığını hissedemeden yere düşerek öldüler. 
  Gecenin karanlığı içerisinde, nereden geldiği belli olmayan ilk ok dalgasıyla, arkadaşlarının vücutlarına saplanan yüzlerce oklarla öldüklerini gören Sabbah’ın askerleri, ikinci ok dalgasından kendilerini korumak için kollarını yüzlerini siper ederek kayalıkların arkasına, tıpkı çil yavruları gibi sağa sola kaçışarak saklanmaya başladılar. Saklanamayanlarda 2. Ok dalgasıyla birlikte, kollarından girerek yüzlerine saplanan oklarla hayatlarını kaybettiler.
  Düşmanı son gemilerine kadar yok ettiklerini zanneden Sabbah’ın erleri, hayalet gemilerin parçalarını yararak ilerleyen yüzlerce gemilerin güvertelerinden fırlatılan oklarla birlikte girmiş oldukları şokun etkisinden yavaş yavaş çıkarlarken, saklandıkları kayalıkların, kalkanların artlarından yaylarını gererek karşılık vermeye başladılar ve İspanyol askerlerini kanlar içinde bıraktılar.
  İspanyol askerleri, ilk ok saldırısının ardından ateş hattına girdiklerini anladılar ve 2. ok dalgasından korunmak için kalkanlarının arkalarına saklanmaya başladılar. Daha sonra, öfke dolu pazularıyla, çıldırmışcasına saldıran bir sırtlan gibi acımasızca yaylarını burunlarına kadar gerdiler ve güdümlü oklarını serbest bıraktılar. İspanyol gemilerinden fırlatılan ardı arkası kesilmeyen oklar, kıyıya korumak için yerleştirilmiş bir avuç askerlerin üzerlerine bir yağmur gibi yağmaya başladı. Sabbah’ın askerleri kalkanların ve kayalıkların artlarına saklandılar ama onları ne kalkanlar koruyabildi nede artlarına saklandıkları kayalıklar koruyabildi. Üstlerine yağan oklar o kadar çoktu ki askerlerin bedenlerinden küçücük bir uzuvlu dışarıda kalsa anında vuruluyorlardı.
  Kimisi Kalkanlarının dışında kalan ayaklarından, kimisi kollarından, kimisi parmaklarından vuruluyor, kimisi ise kalkanları delerek kafalarına saplanan oklarla vuruluyorlar ve yüzlerinden akan oluk oluk kanlarla ölüyorlardı. 
  İspanyolların 2. Ok dalgasıyla birlikte Sabbah’ın askerlerinin 4/2 si çoktan yok olmuştu. İspanyollar düşmana ciddi anlamda zayiat verdiklerini, gözcülerinin raporlarıyla öğrendikten sonra 3. ok dalgasını hiç geciktirmeden Sabbah’ın askerlerin üzerlerine aynı ölüm vuruşlarıyla yolladılar ve bu fırlatılan oklarla kayalıkların arkasından tek tük ok fırlatmaya çalışan askerleri de yüzlerinden başlarından, omuzlarından ve göğüslerinden vurarak, düşman sayısını 4/3 oranında azaltmaya başardılar ve kıyıya doğru güvenli ilerleyişlerini sürdürdüler.
  İspanyollar, sert dalgaların dövdüğü doğal limana iyiden iyiye yaklaştıkları sırada artık oklar üzerlerine çok seyrek düşmeye başlamıştı. Düşmanın mühimmatlarının tükendiğini anlayan İspanyollar. İşleri iyice hızlandırarak seri bir şekilde gemilerini doğal limana yanaştırmaya başladılar. Karaya ilk çıkan İspanyol askerleri ıslak kayaların üzerlerine düşen yansımalarını şıp şıp sesleriyle basa basa düşmanın üzerlerine doğru koştururlarken göğüs kafeslerine saplanan oklarla kırılan kemiklerinin çatırtı seslerini hiç aldırış etmeden, son nefeslerinin yettiği yere kadar koşuyor, güçleri halen daha kollarını ve bacaklarını terk etmediyse ölmeden önce düşmandan 1-2 kişiyi de yanlarından götürmek için kınlarından çıkardıkları ay ışığının altında göz alırcasına parlayan gümüşi renkteki keskin kılıçlarıyla düşmanın kafalarını, kollarını ve bacaklarını, süs havuzundan fışkıran sular gibi fışkırttıkları kanlarla vücutlarından ayırarak öldürüyorlar ve sonrasından vücutlarının her bir noktasına saplanan oklarla birlikte, ıslak zemine birikmiş su birikintilerin içine cumburlop sesleriyle düşerek son nefeslerini veriyorlardı.
  Sabbah’ın askerleri, üzerlerine doğru gelmekte olan, gözleriyle nefret ve ölüm çığlıkları atan İspanyol askerlerinin kararlılıkları karşında hiçbir şanslarının olmadığını anladılar.  Ama artık bu noktadan sonra geri dönüşünde olmadığının bilincinde olan Sabbah’ın askerleri, aynı göğüslerini ok yemiş olan ve ölmeden önce yanında bir kaç kişiyi de götürmeye kafaya koymuş İspanyol askerleri gibi kaçınılmaz ölümleriyle yüz yüze gelmeden önce yanlarında bir kaç İspanyol askerini de götürmeye kararlı adımlarıyla var güçleriyle hafif eğimli kayalıklarla dolu yamaçtan, oklarını ve yaylarını bir daha hiç ellerini almayacaklar mışcasına fırlattılar ve kınlarından çıkardıkları çokta keskin olmayan kılıçlarıyla düşmanın üzerine doğru koşturmaya başladılar.   
  Üzerlerine doğru, engebeli ve çıkıntılı kaya parçalarının üzerinden zikzak çizerek koşturan Sabbah’ın askerlerini karşılayan İspanyol ordusundaki kargıcılar, önlere geçtiler ve tepelerine zıplayarak kafalarına darbe indirmeye çalışan Sabbah’ın askerlerinin göğüslerine 2 metrelik kargılarıyla havada vıcık sesleriyle saplayarak yakaladıkları gibi geriye doğru fırlattılar. Daha yere düşmeden havada ölen Sabbah’ın askerleri bir de düştükleri yerde piyadeler tarafından yüzlerce yerinden batırılan kılıç darbeleriyle etrafa yayılan oluk oluk kanlarla parçalara bölündüler.
  İspanyol askerleri, kendileri için yaşamın biricik kaynağı olan, Mu kıtasına yapmış oldukları çıkartmayla birlikte kendilerini karşılayan Sabbah’ın küçük müfrezesiyle girmiş oldukları mücadeleyi, kıtanın ıslak zeminini hem kendi kanlarıyla, hem de düşmanın kanlarıyla daha da ıslatarak ve akışkan bir kırmızıya boyayarak kazandılar. İspanyollar, Sabbah’ın yaşayan tek bir askerinin olmadığını anladılar ve büyük bir gururla, artlarından karaya çıkacak olan müttefiklerine müjdeli haberi mors alfabesiyle verdiler. İspanyollar hızlı bir sirkülasyonla doğal limana yanaşan bütün gemilerindeki askerlerini karaya çıkarttıktan sonra kıyıdan iç kesimlere doğru 300 metre kadar ilerlediler ve güvenliğe Sağlayarak, müttefiklerin sırasıyla karaya çıkmalarına beklemeye başladılar. 
  İspanyolların başarılı çıkartmasının ardından tuzlu enginde yankılanan müjdeli haberi alan müttefikler sırasıyla ucu sivri gemileriyle dalgaları kıra kıra doğal limana yanaştılar ve ahşaptan yapılma gemilerinden askerlerini kılıçlarıyla, kalkanlarıyla, mızraklarıyla, başlıklarıyla ve üzerlerindeki zırhlarının şıngırdayan sesleriyle karaya çıkarttılar. Askerlerin tahliyesi ardından mahzenlerden çıkarılan atlar koca limanı kişneme sesleriyle yankılatırken bir yandan da özgürlüğün tadını çıkartmak istermişçesine şahlanışlarıyla bakıcılarına zor anlar yaşatıyorlardı.
 
Karaya her çıkan asker, kendi ordularının gösterdiği toplanma alanına doğru toprağa basmaya unutmuşlar gibi üzerlerindeki zırhlar ile yalpalaya yalpalaya şıngırtı sesleriyle, büyük bir serilikle koşar adımlarla yürüyorlar, düzensiz bir şekilde içtima düzeni alıyorlar, takım komutanlarının yüksek sesle bağırmalarıyla düzensiz duruşlarını vakur bir duruşla değiştiriyorlar ve sonu gelmeyecekmiş gibi kendilerini katılan askerlerin komik koşturuşlarını izliyorlardı. 
 
  Hemen hemen bütün krallar, doğal limana paralel uzanan küçük kaya tepeciklerinin ardındaki uçsuz bucaksız tek bir ağacın dahi olmadığı ovada ordularını toplamışlar ve karaya son çıkan devletin son birkaç takımının tamamlanmasını beklemeye başlamışlardı. Son kalan takımlarında kendi ordularını katılmalarıyla birlikte ovanın dört bir yanına, ortada büyük bir boşluk kalacak şekilde toplanan 10 ordunun kralları, ovanın bittiği yerden göğü delercesine yükselen dağın ardından doğmakta olan güneşle birlikte dünyayı selamlayan ilk güneş ışıklarının altında parlak güzel atlarını bindiler ve özgürlüğün tadını çıkartan tırıs giden atlarını topuklarıyla tatlı bir şekilde vurarak ovanın tam ortasına doğru dörtnala koşturdular.
  Ovanın tam ortasını ilk gelen ABD başkanı olmuştu, ABD başkanın hemen ardından Portekiz kralı I. Manuel  gyps vanner cinsi atıyla geldi ve aynı bir ineğin siyah beyazlığıyla benzemiş atının üzerindeyken bir baş hareketiyle ABD başkanını selamladı.  Portekiz kralı Manuel’in başkanı selamladığı sırada, arap atıyla dört nala gelen Ramses, toplanma alanına 10 metre kala atını yavaşlattı ve asil bir edayla tırıs gitmeye başladı. Çar Petro ve Aslan Yürekli Richard, boz atlarıyla aynanda toplanma alanına geldiler ve kimseyi selamlamadan, tam karşılarından tozu dumanı birbirine katarak gelen sultanın o büyüleyici gelişini seyretmeye başladılar.
  Sultan, toplanma alanına 20 metre kala, kendisi gibi simsiyah atının dizginlerini kendini doğru çekerek dört nala giderken birden tırıs gitmeye başladı ve bu yavaşlayışıyla başka bir asilliğe bürünen  fresian  cinsi atının başını okşaya okşaya toplanma alanına geldi. Sultan, atının, dağın ardından yeni bir yaşamın habercisi gibi doğmakta olan güneşin sarı ışıkları altında parlayan yelesini okşarken, krallara bir baş hareketiyle selamladı ve hemen ardından yağız atıyla gelen I.Friedrich ve Julius Sezar’ın selamını aldı ve dik başlı atının gözlerine düşen yelesini düzelterek “Herkes geldiğine göre, kısa, ama sonucu itibariyle önemli toplantımıza başlayabiliriz” dedi.  
  İspanyol kral Ferdinand “O vakit elde etmiş olduğum bilgileri siz değerli krallarla paylaşmam en doğrusu olacaktır, daha iyi bir plan oluşturmamız için,” dedi huysuzlanan atının dizginlerinden asılarak.
  İspanyol kral sertçe asıldığı dizginleri gevşetirken bir yandan da kralları bilgilendirmek için söze girdi ve “Karaya başarılı çıkartmamızı tamamladıktan sonra istihbarat elde etmek için ölülerin arasından yaşam belirtisi gösteren düşman askeri aradık.  Şansımız varmış ki ölmek üzere olan bir yaralı asker bulduk,” dedi atının üzerinde göğüslerini bakın benim askerlerim ne yiğit, ne cesur ve ne güçlü askerler ki düşmanlarının arasından sadece bir kişi hayatta kalmış, oda yaralı dermiş gibi kabartırken. “Bu yaralı asker yaklaşık olarak bi 15 dakika yaşadı ve bu 15 dakikalık süreçte elde ettiğimiz bilgiler bizleri büyük bir tehlikenden kurtardı,” dedi sizler ve askerleriniz hayatlarınıza bana borçlusunuz dercesine. Daha sonra sözlerini devam eden Arogon kralı Ferdinand “Şu anda Sabbah’ın bütün şeytani silahlarının mühimmatları bitmiş, gerçi çok fazlada mühimmatı da yokmuş kalanları da bizim üzerimizde bitirdikten sonra bütün ordusuyla kıtanın iç kesimlerine çekilmiş, yani Sabbah’ın ordusuyla üzerimize geldiği falan yok.  10 ayrı parçayı böldüğü ordusuyla bizi bekliyor, bir kapan gibi bizi kapmak için” dedi. Petro “Yani bizim on ordudan oluşan müttefik olduğumuzu biliyor,” dedi ve hemen arkasından “Bunu nasıl bilebilir” diye ekledi şaşırmış gözlerle krallara bakarak.  Sultan cevap verdi “Yakalanan ajanlarınızdan öğrenmiş olabilirler” diye. Sultanın kendisini aşağıladığını düşünen Petro “Yakalanmayan ajanınızın istihbaratını da gördük sevgili sultan,” dedi istihbaratın yanlış olduğunu ima ederek. Sultan kendinden emin bir şekilde, başı dik atının üzerinde vakur bir duruşla söze girdi ve “En azından yakalanmadı,” dedi ve tam Petro cevap verecekken araya giren Aslan Yürekli Richard “Şimdi bunları tartışmayalım ekselansları. Tartışmamız gereken konu Sabbah’ın üzerine nasıl gideceğimiz ve nasıl bir taktikle onu alt edeceğimiz olmalıdır,” dedi daha henüz yeni yeni yeşermeye başlayan tartışmayı bir son vermek için.  Hemen ardından söze giren George Washington İspanyol kralı Arogonlu Ferdinand’a dönerek “Peki Sabbah ordusunu nerelere dağıtmış ve neden on parçaya bölmüş,” dedi meraklı bir şekilde. İspanyol kral yerinde durmayan huysuz atını dizginlemeye çalışarak “Öncelikle sevgili Washington, neden on parçaya böldüğünü anlatmak isterim,” dedi bu sorunun ilk sorudan daha önemli olduğunu vurgulayarak “Şuanda Sabbah’ın ordusunda iki milyon sekiz yüz elli bin asker bulunuyor, yani bizden kat mı kat fazla askeri bulunmakta ve Sabbah bu avantajını daha da avantajlı bir hale getirmek için ordusunu 10’a bölmüş çün.......” diye sözlerini devam ederken bu sefer sözünü kesen Sezar oldu ve “Bu nasıl bir avantaj sevgili ekselansları, Sabbah ordusunu 10’a bölmüş diyorsunuz, eğer gerçekten de 10’a böldüyse bizde bütün kuvvetlerimizle bu bölünmüş orduların üzerine teker teker gider ve bu bölünmüş birlikleri sayıca üstünlüğümüzle yok ederiz,” dedi biraz sinirli bir ses tonuyla.  Arogonlu Ferdinand, İtalyan krala cevaben söze girdi ve “Sabbah böldüğü orduları öyle bir yerleştirmiş ki, bütün bir kuvvetlerimizle hangi birliğin üzerine saldırırsak saldıralım diğer birliklerin arasında kalacağız ve her yerden saldırıya uğrayacağız sevgili Sezar” dedi “Bizde bu kıskacın içine düşmemek için 10 ‘a bölünmek zorundayız.”
  Ramses, bazı noktaları anlamadığını belli eden bir ifadeyle sol kulağının hemen üstündeki saçlarını kaşırken “Peki sevgili Ferdinand, Sabbah nasıl bir düzen almış ki biz bu adamı ordularımızı ayırarak saldırmak zorunda kalıyoruz,” dedi İspanyol kralın ince dudaklarından dökülecek olan cümlelerle merakını gidermek için. İspanyol kral Ferdinand, kralların en çok konuşanı olarak kurumuş dudaklarını bir dil hareketiyle ıslatırken söze girdi ve “Sevgili firavun arazi zor bir arazi ve bu zor arazide en stratejik noktalara Sabbah yerleşmiş durumda,” diye sözlerine devam ederken bir yıldırım hızıyla atından indi ve “Durun çizerek anlatırsam daha anlaşılır olur,” dedi kılıcını toprağın üzerinde bir kalem gibi kullanmak için kınından çıkartırken.  İspanyol kral, kınından çıkarttığı çok süslemeli gümüşi parlaklığındaki kılıcıyla, zaten aydınlık olan havayı daha da aydınlatırken, sağ ayağıyla düzlemiş olduğu toprakta büyükçe bir dikdörtgen çizdi ve dikdörtgenin ilk önce sağ köşesine ve sonra sol köşesine iki tepecik çizdi. Ve bu tepeciklerinde üzerine birer hat çektikten sonra kılıcıyla bir ressamın tuvaline üzerine indirdiği fırça darbeleri gibi yerdeki çizmiş olduğu 2 tepeciğin önüne birbirine paralel 2 hat daha çekti ve aynı 2 hattı tepeciğin ardını da paralel bir şekilde çektikten sonra bu hatların tam ortalarına denk düşecek şekilde 2 hat daha çekti.
 İspanyol Kral Ferdinand, kendisine büyük bir hayranlıkla, atlarının üzerinde izlemekte olan krallara dönerek “Düşman bu şekilde düzen almış” dedi. Söze giren Portekiz Kralı I.Manuel “Sevgili majesteleri, burada 8 hat var, ama siz 10 ordudan bahsetmiştiniz” dedi. Arogonlu Ferdinand “Evet burada 8 hat var ve geri kalan 2 hattın nerede olduğunu bende bilmiyorum. Yaralı askerde bilmiyordu, bu 2 ordunun yerini sadece Sabbah’ın bildiğini söyledi,” derken söze giren I.Friedrich “Yani bizlere nereden saldıracağı belli olmayan 2 ordu var öylemi” Arogonlu Ferdinand “Evet aynen öyle” dedi. Petro, altından tacının kenarlarından dışarıya fırlayan saçlarına konmuş sineklerden kurtulmak için başını sağa sola sallarken “10 orduya karşı 10 orduyuz ve şimdi bu 10 orduyu paylaşmak gerekir.” dedi.
  Alman kral I.Friedrich “Her zaman ki gibi bu eşleştirmeyi de kura yoluyla halletmeliyiz,” dedi ve hemen ardından söze giren Sultan “Efendiler bu noktada yapılacak olan seçim şekli bellidir. Ne kura çekilecektir nede gönüllülük esasına dayalı olacaktır. Çünkü bu savaşı kazanmak zorundayız ve bundan dolayı düşmanın karşına şans oyunlarıyla çıkmak yerine özelliklerimize göre bir dağılım yaparak çıkmak en akıllıca yöntem olacaktır,” dedi “Örneğin yaylı silahlarda en güçlülerimiz tepe noktalara konuşlanmış düşmanla eşleşirken, atları en iyi kullananlarımız ovadaki düşmanlarla eşleşmelidirler.” Dedi.
  Fatih Sultan Mehmed'in bu akıllıca fikrinin ardından bütün krallar “Doğru söylüyor... En akıllıca dağılım ancak bu şekilde sağlanabilir... Ben onaylıyorum...  Ben de onaylıyorum...” gibi birbirine karışan cümleler ile onaylarlarken ABD başkanı da söze girerek “O vakit dağılımı yapacak olan önderi hiç vakit kaybetmeden belirlesek iyi olur,” dedi ve sultana dönerek sözlerine devam etti “Benim oyum Sultan Mehmed’ten yanadır,” dedi Sultan’ın teşekkür eden göz kapaklarına bakarak.
  ABD başkanın hemen ardından Manuel ve Napolyon’da oyunu sultandan yana kullandıklarını gür sesleriyle belirttiler ve hemen ardlarından kimin ağızından çıktığı belli olmayan “Benim de... benim de... benim de... benim de oyum sultandan yanadır.” sözleriyle birlikte dağılımı yapması için Sultan Mehmed seçilmiş oldu.
 Bu savaş öyle bir savaş olacaktı ki, dünya var olduğundan buyana ne böyle bir savaşa şahit olmuştu nede olacaktı. Ne 1. dünya savaşı bu savaşın yanına yaklaşabilirdi nede 2. Dünya savaşı. Ne de dünyayı altüst eden 3.Dünya savaşı bu büyük savaşın yanına yaklaşabilirdi.  Bu savaş öyle bir savaş olacaktı ki, eğer Homeros bu savaşa tanık olsaydı aynen şu şeklide anlatırdı.

KRALLARIN SAVAŞI MUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin