Birçok devlet, tarihin derinliklerinden gelerek kendilerine krallık yapacak olan liderlerini daha yeni yeni belirlerlerken, başta Mısır olmak üzere, Rusya, İspanya, Portekiz ve İngiltere, klonlama işlemlerini çoktan bitirmişler ve krallarının tarihi uykularından uyanmalarını beklemeye başlamışlardı.
O ülkelerden biri olan Mısır'da da hareketlilik son bulmuş, yerine heyecanlı bekleyişe bırakmıştı. Bu heyecanlı bekleyişin kalbi Mısır'ın Asuan kentinin yakınlarında yer alan, Ebu Simbel tapınağının tam içinde atıyordu. Tapınağın iç salonuna girişi, her iki yana oyulmuş 17,7 metrelik devasa dört heykelin tam ortasındaki dikdörtgen açıklıktan yapılıyordu, tapınaktan içeriye girince doğrudan hipostil salonuna çıkılmaktaydı. Mısır'ın bütün üst kademesi de bu salonun sağına ve soluna oyulmuş, elleri göğsünde kama ve kanca tutan hedjet başlıklı 8 devasa heykelin, dört bir yana saran bordürlerin içindeki savaş sahnelerinin, hiyeroglif yazıtlarının, hayvan figürlerinin ve sunum sahnelerinin tam ortasına yerleştirilmiş sunağın üzerinde boylu boyunca elleri göğsünde sırt üstü yatmakta olan firavun II. Ramses'in uyanmasını büyük bir heyecan ve merakla içerisinde beklemekteydiler. II.Ramses'in inşa ettirdiği bu küçük tapınakta toplanan Mısır yönetiminin heyecanları saat 06:20'yi gösterdiğinde iyiden iyiye artmıştı. Bunun nedeni ise bu tapınağın içine sadece yılda iki kez güneş vurması ve bu güneşinde, Ramses'in doğum ve taç giyme günleri olarak kabul edilen 22 Ekim ve 22 Şubat tarihlerinde vurmasıydı.
Tapınağın ön cephesinde yer alan 4 devasa heykelin tam ortasındaki giriş açıklığından, güneşin altın ışıkları yavaş yavaş hipostil salonuna süzülerek girerken, güneş ışıklarının önünde duranlarda aynı hızla yavaş yavaş kenarlara doğru ağır adımlarla çekiliyorlardı. Güneşin altın ışıkları ilk önce sunağın üzerinde yatmakta olan Ramses'in ayaklarına, oradan da bacaklarına aydınlattı. Güneşin ılık hüzmeleri aynı kararlılıkla devam ederek Ramses'in kemikli, bembeyaz yüzüne kadar ilerlerken salonda yer alan herkesin de heyecanını arttırıyordu.
Ramses'in çıplak bedenine ısıtan güneş artık bütün vücudunu aydınlatır olmuştu. Saat 06:25'i gösterdiğinde açılan iki çift gözle birlikte salonun her bir tarafına uğultular kapladı. Ela gözlerini tavana diken II. Ramses'in ilk gördüğü şey, silik bir akbaba figürüydü, daha sonra yattığı yerden ela gözlerini sağda ve solda yer alan elleri göğsünde kama ve kanca tutan hedjet başlıklı devasa heykellere, oradan da dört bir yanında sarmış olan garip giyimli, şaşkın bakışlarıyla kendini süzmekte olan insanlara çevirdi.
Ramses'in uyanmasıyla birlikte umutları da uyanan Mısır'ın yöneticileri, büyük bir mutlulukla attıkları sevinç çığlıkları eşliğinde birbirlerine sarılmaya başladılar. Mısır başkanı Narmer, bu sevinç çığlıklarından dolayı firavunun rahatsız olabileceğini düşünerek herkesi salondan dışarıya çıkardı ve Ramses'le birlikte salonda baş başa kalarak her şeyi kendisine nasıl anlatacağına düşünmeye başladı. Başkan tam söze girecekti ki, Ramses'in bembeyaz kemikli çehresinden kendisine atılan iki çift sert ela bakışlarla olduğu yerde dona kaldı. Ramses, üzerinde yattığı hiyeroglif yazıtlı mermer sunaktan, her bir ekleminden çıkan kütür kütür kütleme sesleriyle doğrulurken attığı bu sert bakışlar başkanı biraz korkutmuş ve tedirgin etmişti. Ramses, bakışlarını başkanın üzerinden alarak, etraf da gezdirdiği sırada, başkan sert bakışların etkisinden kurtulmanın verdiği küçük bir rahatlamayla tam söze girecekti ki, Ramses kendisine yine sert bir bakış atarak sunağın üzerine sırt üstü yattı. Başkan, Ramses'in dinlenmesi gerektiğini anlayarak tapınağın giriş açıklığının her iki tarafında bekleyen, siyah pantolonlu, kırışık kirli beyaz gömlekli hizmetlileri seslenerek "Sevgili firavunumuzu onun için hazırlattığımız odasına götürün," dedi ve iki hizmetli "Emredersiniz sayın başkanım," dedikten sonra yanlarına iki hizmetli daha aldılar ve derin bir uykuya geçmiş olan firavunun yatmakta olduğu tekerlekli sunağı ittirerek hipostil salonundan sonra gelen kutsal salona götürdüler. Başkan, firavunun hizmetliler tarafından götürülmesinin hemen ardından kapı girişinde bekleyen General Kevin'ı seslenerek yanına çağırdı. General üstündeki güneş yanıklı üniformasını düzelterek başkanın yanına geldi ve "Emirlerinizi dinliyorum sayın başkan," dedi. Başkan "Herkes 10 dakika içinde küçük tapınaktaki toplantı salonunda olsun." General bundan sonraki adımların, bu son toplantılarda atılacağına anlayarak "Tabi efendim," dedi.
General, başkanın ardından hipostil salonundan dışarıya çıktı ve kapı girişinde bekleyenlere yüksek sesle "Herkes 10 dakika içinde, küçük tapınaktaki toplantı salonunda olsun," dedi ve küçük tapınağa doğru yavaş adımlarıyla üstüne bastığı ince yapılı kum tanelerini tozuya tozuya yürümeye başladı. General herkesten daha yavaş yürüyordu, bu yüzden arkada kalmış ve önden gidenlerin tozunu yutuyordu ama bu onun için çokta önemli değildi, çünkü beklemekten çok nefret ederdi ve bu yüzden her zaman toplantı salonuna tam saatinde veya biraz geç gitmeye tercih ederdi.
General yere baka baka, yolunu uzata uzata yürürken kafasına yerden kaldırarak küçük tapınağa doğru baktı ve kimseye göremeyince, herkesin küçük tapınağa giriş yaptığını, toplantı masasındaki yerlerini aldığını ve geç kaldığını anlayarak adımlarını hızlandırdı. General Kevin küçük tapınağın önüne vardığında, tapınağın ön yüzüne oyulmuş ikisi kraliçe Neferti'nin, dördü firavun II. Ramses'in olmak üzere on metre boyundaki altı heykelin tam ortasındaki açıklıktan doğrudan toplantı salonuna giriş yaptı ve tam merkezde bulunan, herkesin birbirine görebileceği şekilde taştan oyularak tasarlanmış hiyeroglif yazıtlarla bezeli masadaki boş kalan tek taş oturmağa oturarak yerini aldı. Başkan, generalin kendisi için ayrılmış olan yere oturmasıyla birlikte, biraz sitemli, ama aynı zamanda da sadece takılıyorum alınma diyen bir tonlamayla "Assolistimiz geldiğine göre toplantıya başlayabiliriz," dedi. Başkan generalin esmer yağlı suratının kızardığını fark ederek, kalın dudaklarıyla hafif bir gülümsemeyle konuşmasına devam etti "Beyler bugün bir mucizeye tanık olduk ve hâlen daha bir çoklarımızın yüzündeki bu mucizenin şaşkınlığını görmekteyim. Bu yüzlerdeki şaşkınlığın umut ve mutluluğun birer eseri olduğunu da bilmekteyim, sizlerin bu yüzlerinizdeki şaşkınlıkla yoğrulmuş sevinci bir kat daha artıracak olan haberleri paylaşacağımdan dolayı da ayrıca mutluyum," dedi "Evet, bilindiği üzere Mu kıtasında yeni bir hayatın başlangıç kapılarını açmak için, bütün dünya devletleri büyük bir savaşın hazırlığı içerisindeler. Ve bu hazırlıkların en önemli kısmı ise klonlama işlemleridir. Ve bu devletler bu gireceğimiz orta çağ savaşına, lidersiz giremezlerse yaptıkları hazırlıkların da hiçbir anlamı kalmayacaktır. Ve bizler bugün bu en önemli aşamanın üstesinden gelerek kurtarıcımızı klonladık. Bunu ilk başaran nadir ülkelerden biri olduk ve aldığım istihbarat raporlarıyla bir çok ülkeden çok ileri bir aşamada olduğumuzu da belirtmem gerekir" dedi ve işte müjdeli haberim buydu dercesine masadakilere bakış attıktan sonra konuşmasına devam etti "Ve bu açtığımız mesafeyi de korumak zorundayız, bu yüzden geriye kalan tüm hazırlıklarımızı bir an evvel tamamlayarak yola koyulmalıyız, şimdi bütün hazırlıklarımızı tamamlamadan önce yaptığımız bu son toplantıda nelerimiz eksik, nelerimiz tamam, hepsini masaya yatıracağız," dedi ve hâlen daha yüzü kıpkırmızı bir elma gibi parlayan generale dönerek, orduların durumu hakkında kısa bir özet geçmesini istedi.
General, toplantı salonuna kalan son metreleri kavurucu güneşin altında hızlı hızlı yürümesinden dolayı kızaran yüzünden damlayan terleri elinin tersiyle silerken söze girdi ve "Sayın başkan ve değerli katılımcılar, öncelikle toplantıya geç kaldığım için hepinizden özür diliyorum," dedi ve daha önce postası tarafından masasına koyulmuş dosyasına açarak devam etti "Ordularımız teçhizat bakımından oldukça yeterli olup bu alanda herhangi bir eksikliğimiz bulunmamaktadır. Gıda stoklarımız bizlere aylarca yetecek kadar depolanmış olup bu alanda da herhangi bir eksiğimiz bulunmamaktadır. Şu anda üstesinden gelmemiz gereken tek konu, bütün bu saydığım şeylerin iaşesine yapabileceğimiz gemileri yeterli sayıya ulaştırmak olacaktır. Şu anda elimizde 600 ahşap gemi bulunuyor, lakin bu sayı yeterli değil, en az 150 gemi daha inşaa etmek zorundayız. Ayrıca bu gemilerin 100 tanesi de hırçın okyanusların dalgalarıyla baş edemeyecek kadar dayanıksız, bunları da güçlendirmek zorundayız," dedi.
Başkan generalin bütün bu söylediklerini zaten biliyordu ve yine şimdi kime söz hakkı verirse versin sunacağı raporları bildiğinden dolayı, toplantıyı daha fazla uzatmanın bir manası olmadığını düşünerek söze girdi ve "General bu alanda sana sınırsız yetki veriyorum, eksikliklerimizi tamamla ve bu avantajımızı bir dezavantaja dönüştürme," dedi ve ayağa kalkarak toplantıya son verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRALLARIN SAVAŞI MU
Historical FictionGeçmişin karanlıklarını, başarılarıyla, zekalarıyla ve yetenekleriyle aydınlatan, insanlık tarihinin çok farklı zamanlarında hüküm sürmüş krallar, 22. Yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşecek olan 4. dünya savaşında aynı mekânda, aynı zamanda bir araya...