Türk filosunun sefere çıkmasının üzerinden üç hafta geçmiş ve bu üç hafta içerisinde, Timur, padişah ile iyi ilişkiler kurmuştu, bu iyi gelişen dostluk ilişkisi neticesinde padişah Mehmed, düzenlediği her toplantıya Timur'u da çağırır olmuştu. Türk ordularının Mu kıtasına ulaşmasına üç gün gibi kısa bir süre kala, padişahın toplantı üyelerine haber vermesi için gönderdiği kısa boylu er, Timur'un açık olan kapısından içeriye girmeden kafasına uzatarak "Efendim, sultanımız 20 dakika sonra herkesi toplantı salonunda istiyor" dedi ve sırtı dönük bir şekilde komidinin önündeki taburede oturmakta olan Timur başını baykuş gibi geriye doğru çevirirken "Tamam dostum sağolasın" diye cevap verdi. Timur yüzündeki köpükleri havlu yardımıyla sildikten sonra, önündeki kırık ayna parçasını eline alarak keskin bıçağıyla yeni tıraş etmiş olduğu bebeksi yüzüne bakarken, parmak uçlarını yüzünde gezdirdi.
Timur, daha sonra üstüne basit bir pantolon ve kırışık bir gömlek giydi ve tam odadan karanlık kasvetli koridora çıkacakken kapıda yine Hasan'la çarpıştı. Hasan "Nereye gidiyorsun akşam akşam böyle süslü püslü," dedi Timur'un üzerindeki kırışık kıyafetlere bakarak. Timur "Toplantıya gidiyorum" diye cevap verdi ve bunun üzerine mizaçlı bir tavırla söze giren Hasan "Ulen kendini üst düzey komutanların arasına attırdın, bizi de hizmetli yaptırdın" dedi. Timur hafif bir gülümsemeyle "Çalış köle," dedi. "Eğer ben olmasaydım şu anda diğer askerle birlikte başka başka gemilerde balık istifi bir şekilde 50 kişilik yatakhanelerde yolculuk ediyor olacaktın, nankör adam." Hasan "Tamam tamam sende hemen kızıyorsun be, bir şey mi dedik, alt tarafı takıldım" dedi. Timur "İyi bakalım, ben kaçar" diyerek karanlık koridorda attığı adımlarından çıkan tan tun seslerinin yankılanışlarıyla merdivenlerin önüne geldi, buradan da aynı yankılanışla bir üst kata çıkarak kendini doğruca toplantı salonuna attı.
Timur, toplantı salonuna henüz kimsenin gelmediğini görerek, masanın orta kısmından bir sandalyeyi kendine doğru gıcırtı sesleri eşliğinde çekti ve hemen ardından oturarak beklemeye koyuldu. Timur'un ardından salona ilk gelen ise Rauf bey olmuştu. Rauf bey, sırtı kapıyı dönük bir şekilde masada oturmakta olan Timur'un sol tarafındaki sandalyeyi kendine doğru aynı gıcırtı sesleriyle çekerek otururken "Yine her zamanki gibi ilk biz gelmişiz" dedi. Timur, sol tarafındaki hocasına tebessümle karşılayarak "Bize verilen görevleri en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz hocam" dedi. Daha sonra, Amiral Alp, General Muzaffer, Profesör Mehmet ve Profesör Kürşat beyler salona birlikte girdiler ve masadaki boş olan yerlere otururlarken Rauf bey ve Timur'u mermer gibi suratlarıyla selamlayarak tüm sessizlikleriyle sultanı beklemeye koyuldular. Bu sessiz bekleyiş, içeriye giren erin "Destur" demesiyle son buldu ve masadaki herkes bu sesle birlikte ayağa kalkarak salona ihtişamıyla giriş yapan sultanı selamladılar. Sultan, kendisi için ayrılmış olan altın varaklı, kırmızı süngerli sandalyesini otururken "Buyurun efendiler, oturabilirsiniz" dedi ve herkes aynı senkronizeyle yerlerini oturdu. Sultan, çenesindeki sivri sakallarını ovuştururken "Efendiler bugünden itibaren artık ateş hattına girmiş bulunmaktayız. Her an bir düşman gemisiyle burun buruna gelebiliriz. Bundan mütevellit her daim tetikte ve nöbette olarak bu savaşı okyanusun ortasında başlatmaktan kaçınmalıyız. Eğer bütün askerlerimizle birlikte yara almadan, herhangi bir gemimizi kaybetmeden karaya çıkarsak büyük bir avantaj elde etmiş olacağız, bu avantajı elde etmek içinde, en akla gelinmeyecek, gelse bile tehlikeli şartlarından dolayı o bölgeden gidilmenin imkansız olarak düşüldüğü yolları tercih edeceğiz ve yine aynı şekilde imkansız olarak nitelendirilen yerlerden karaya çıkmaya çalışacağız. Evet efendiler, bende bu plan dâhilinde bu üç haftalık yolculuğumuz boyunca kıtanın haritalarını en ince detaylarına kadar inceledim ve çıkardığım sonuç ile bizim için en uygun yerin, kıtanın Afrika tarafına bakan burun kısmının olduğunun kanaatini getirdim. Muhtemelen Avrupa orduları kıtaya doğu tarafından bir çıkartma yapacaklar ve yine aynı şekilde kendisine en yakın yeri seçmiş olabileceğini düşündüğüm ABD'de kıtanın doğu tarafına tercih edecektir. Bütün bunların sonucunda da bütün bu devletler daha karaya çıkamadan, taktiksiz bir şekilde çil yavruları gibi oradan oraya dağıla dağıla birbirlerini amansız bir savaşın içine sürükleyeceklerdir." dedi ve hızlı bir şekilde amirale dönerek "Evet amiral sendeyiz" dedi. Amiral "Sevgili sultanım, yapmış olduğumuz çalışmalar sonucunda, bizde birçok devletin kıtaya doğu yönünden çıkartma yapacakları kanaatini varmış bulunuyoruz ve az önce sizin de belirttiğiniz gibi, bizim için en uygun yerin, kıtanın Afrika'ya bakan burun kısmının olduğunu düşünmekteyiz" dedi sözlerinin ardından sultanın ne diyeceğini merak ederek. Gerçi amiral sultanın sözlerinden farklı bir şey söylememişti ve az önce yaptığı konuşma sultanı taklit etmekten başka bir şey de değildi, ama yine de sultanın ne diyeceğini merak ediyordu. Sultan "Peki okyanusun ortasında, olası bir savaşa girecek olursak, gemilerimiz bu savaşa ne kadar dayanabilir" dedi. Amiral Alp "Sevgili sultanım, gemilerimiz, askerlerimizi, erzaklarımızı ve teçhizatlarımızı taşımak için tasarlandı. Yani gemilerimizi birer yolcu gemisi desek daha doğru olur. Bu noktada düşmanlarımızın gemilerini hangi amaçla tasarladıkları da önem taşımaktadır. Eğer bizler gibi sadece taşımacılık için dizayn edildilerse bu bizler için çok fazla sorun teşkil etmez, çünkü onlarda bizler gibi düşünerek okyanusun ortasında bir savaşa girmekten çekineceklerdir. Ama eğer düşmanlarımız gemilerini savaş gemisi olarak tasarladılarsa işte o zaman hiçbir şansımızın olmadığını da belirtmek isterim" dedi tek nefeste bütün bunları söyleyerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRALLARIN SAVAŞI MU
Historical FictionGeçmişin karanlıklarını, başarılarıyla, zekalarıyla ve yetenekleriyle aydınlatan, insanlık tarihinin çok farklı zamanlarında hüküm sürmüş krallar, 22. Yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşecek olan 4. dünya savaşında aynı mekânda, aynı zamanda bir araya...