Dünyamızdayız yeniden... ve çok önemli bir bölümden önce beraberiz. Bu bölüm ana karakterlerimden daha çok diğer karakterlerim göz önünde oldu ama hepsinin bir yarası var ve yaraları göz önüne getirmeden pansuman edemeyiz. Hepimizin farklı yaraları olabilir ve hepimiz yaralarımıza benzer insanları kendimize daha yakın hissederiz. Birbirimizden farklıları da sevebiliriz ama bazılarımız da kendine benzeyen insanları sever. Her insan bambaşka karakterlerde bulabilir kendini. Bu yüzden birbirinden farklı karakterler yazmak bana çok iyi geliyor. Bir karakteri tek bir tipe değilde, onları farklılaştırmak ve farklı özellikler eklemek daha gerçekçi geliyor bana. Bu hikâyede kendinize öğretebileceğiniz her şeyi öğretmeniz dileğimle.
Satırlarda nefes alalım...
Yalnızlığın kadınıyım. Alma beni el adamı...
Pelin yanını yoklamış ve elleri çarşafı sıkı sıkıya kavramıştı. Ter yüzüne âdeta boca edilmiş gözüküyordu. Ter, her seferinde bir yolunu bulup, bütün vücudu eline geçirip, hakimiyet kurmayı başarıyordu. Pelin'in boğazından boğukça gelen sesiz kelimeler dudağından firar ediyor ve her köşeye dağılıyordu.
Bir şeyi öyle çok içimize saklarız ki o bir yolunu bulup, çıkmaya çalıştıkça sürekli önüne bir engel koyarız. Tıpkı çeşmeden suyu aktaran hortumun, ucuna suyun akmasını engellemek için parmağımızı koyduğumuzda suyun hortumun içinde sıkışarak, elimizi zorlaması gibi. Uzun süre dayansanız dahi o su bir şekilde parmağınızı yıkıp geçiyor. Çoğu şeyi içimize atmak bu yüzden iyi değildir. İçinize attıklarınız o su borusundaki su olarak karşınıza çıkarsa, onu kontrol edemezsin, edemeyiz. Suyun bir kaynama derecesi, çiçeğin açma süresi, tırtılın kozadan çıkma zamanı, her bedene bahşedilmiş bir yaşam vardır. Tıpkı bunlar gibi bizimde kontrol edemeyeceğimiz durumlar ve bu durumları içimizde taşıyamacağımız zamanlar vardır. Elbette kendimize saklamak istediğimiz olduğu kadar... anlatmazsak bize zarar verecek şeyler de vardır. Şimdi ise içine, özlemi zorla sıkıştırmaya çalışan, kırık bir kızın yaşadığı ve içten içe geldiği hali göreceğiz...Mutlu ama eksik.
Eksikliği bir yapboz olarak düşünürsek, milyonlarca parça denesenizde o parça yapboza ait olmadığı sürece... yapboz tamamlanamaz. Yapbozu tamamlamak istememenin iki yolu vardır; eksikliği kendinize katarak önünüzdeki yola odaklanırsınız ve yapbozu oracıkta bırakırsanız. Ya da o parçayı görmemeye çalışırsınız. Yokmuş gibi davranırsınız... tâ ki bu ikinci yol bir süre sonra yanıt vermediğinde, seçtiğiniz yolun size zarar veridiğini görene kadar... nereye kadar sürebilirdi ki? Bir süre boyunca. Bir süre yani belli değil. Belirsiz bir süre...
Hepsi farklı bedenlerdi ama hepsi yıkık bir şehirin, parçalanmış evleri gibiydi...
Harabelerle çevrili bir şehrin illaki sağlam duvarları vardır öyle değil mi? Sağlam pencere? Sağlam kaldırım taşı? Belki de kırılmış yanları örten bir yapıştırıcı ama ne ile yapıştırırsak yapıştıralım, eskiye dönemeyecek yıpratılmış bir şehir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NARÇİÇEĞİM 1
RomanceBiz iki kırık şehirdik... Bir yapboz gibi tamamlanacağımız günü bekliyorduk. NARÇİÇEĞİM Selen ve Burak geçmişinden kurtulmaya çalışan iki insan. Çocuklukları parçalanmış. Bir kenara kırılıp atılmış. İki yıkık,kırık şehirler. İki yapboz parçası... Ge...