"Plan ne?"
Jimin'in sorusuyla dikleşmiş ve burukça gülümsemiştim. "Orasını daha düşünemedim." İkisi de bana hayal kırıklığı ile bakıyordu bunu görmüştüm. Aynı anda hafifçe eğilmiş ellerini dizlerine dayamışlardı. Amaçları görünmemekti işte. Pek de başarılı sayılmazlardı aslında. "Bence içeri girelim ama görünmeyen bir yere oturalım dizilerdeki gibi, böyle mal gibi gözüküyoruz."dedi Jin. Haklıydı da çokça dikkat çekiyorduk.
Caddeden geçen insanların 'ne yapıyor bu salaklar' bakışlarını üstümüzde hissedebiliyordum. Yanımdaki iki beden de dikleşmiş dikkatli olarak cafe'den içeri girmişlerdi hemen onların arkasından ben de girmiş kapısını yavaşça kapatmıştım. Sanki Jimin'in üstündeki taşlı kıyafetler yerine kapattığım kapı dikkat çekecekmiş gibi.
Oturdukları tarafa bakmamaya çalışıyorduk. En azından ben bakmamaya çalışıyordum. Onlara çok yakın olmayan ama çok da uzak olmayan bir masaya yerleştik hızlıca. Masada duran menüyü almış ve açarak yüzüme doğru tutmuştum. Kendimi ajan gibi hissediyordum. "Ne alırdınız efendim?"
Önümüze gelen garson ve yüksek desibelli sesi Jimin'in tuhaf haraketler sergilemesini sağlamıştı. "Ne bağrıyorsun çocuğum? Kime duyuruyorsun anlamadım ki sesini?" Garson anlamaz bakışlarını Jimin'e yollarken ben kendimi menüye gizleyerek Taehyung'u incelemeye çalışıyordum. O ise yanındaki cılız, çirkin, yılışık ve samimiyetsiz çocuğun ona serbestçe dokunmasına izin veriyordu. Aslında daha bir sürü sıfat sayabilirdim ama susuyordum işte.
"Ben macaron tabağı alayım."dedi Jin gözlerini hedeften çekmezken. "Ben frambuazlı cheesecake istiyorum, iki dilim olsun lütfen."dedim ellerimle ikiyi gösterirken.
Jimin ise hedefi çoktan şaşmış menüyü incelemeye koyulmuştu. "Ay ne yesem bilemedim ki diyetteyim aslında ama. Ben, Fortress Stilt Fisherman Indulgence alayım."diyerek menüyü kapattı. Hep antin kuntin şeyler seçiyordu bu çocuk. Ben daha ne olduğunu bile bilmiyordum. "Efendim, çok güzel seçim fakat kendisi çok pahalı bir tatlıdır dilerseniz başka bir şey-"Yapmamalıydı.
İşte bunu asla yapmamalıydı.
"Ne dedin sen?! Sen benim kim olduğumu biliyor musun da böyle konuşuyorsun?!" Jimin'in ince sesi tüm cafe'de yankılanıyordu. Elimi utanarak yüzüme yerleştirmiş ve hafifçe başımı eğmiştim. Taehyung ile kısa bir göz teması kurduktan hemen sonra kendimi menünün arkasına gizlemeye çalıştım. "Üzgünüm, hemen getireceğim."
"Bide getirmeseydin!"
Jimin sinirle bize döndüğünde yaptığı şeyi anlamış gibi durmuyordu. Bize boş bakışlarını yollarken küçük parmaklarıyla önümdeki menüyü tutup aşağı indirdi. "Ne yapıyorsunuz tanrı aşkına?" Başımı kaldırıp doğrulmuş dudaklarımı birbirine bastırarak Jimin'e bakmıştım. Bizi hem çocuklara hem de tüm cafe'ye rezil etmişti. "Hey!" Düşündüğüm şey başıma gelmişti.
Başımı yavaşça Taehyung'un oturduğu masaya çevirmiş ve bize bakan bakışlarını görmüştüm. "Sıçtık."dedi Jin. Jimin ise ne yaptığını daha yeni anlıyor gibiydi. Elimi hafifçe kaldırarak sallamıştım onlara doğru. Sonradan aklıma dank etti. Biz neden saklanıyorduk? Suçlu olan onlardı. "Ay, bize bakıyorlar nasıl anladılar ki?" Jimin'in sorusuyla yanımda oturan Jin saçlarını çekiştirmişti. "Dimi? Nasıl anladılar acaba?"dedim ona karşılık olarak. Hep beraber ayağa kalkarak masadan ayrılmış ve onlara doğru gitmiştik. Jimin az önceki garsona bakarak omzundan düşen çantasını düzeltmiş ve göz devirmişti.
Masalarının başında durduğumuzda tanıdığımız yüzlerden çok tanımadıklarımız bizi daha çok süzüyordu. Yaslandığı yerden doğrulan Taehyung bana elini uzattığında sinirle elimi çekmiş kollarımı göğsümde birleştirmiştim. "Siz ne yapıyorsunuz burda?"